Bamteli: RAHMÂN’IN KULLARI

Bamteli: RAHMÂN’IN KULLARI

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi:

 Maruz kaldığınız bütün densizliklere rağmen, Allah’a tevekkül edip mü’min karakterinin gereğini sergileyin!..

*Zamanın ürpertici, başımıza balyozlar gibi inici hadiselerini gördüğümüzde, Hazreti İbrahimvârî, رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ diyoruz. “Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün ruh u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız.” Sen bizimle berabersen, bütün âlem karşımızda olsa ne ifade eder!..

*Başkalarının başka şekildeki tavır ve davranışları, mü’minin tavrını değiştirmeye bâdî olmamalıdır. Mü’min, nasıl inanıyorsa, nasıl düşünüyorsa, nasıl hareket ediyorsa, elli türlü hadiseyle ve gâileyle karşı karşıya kalsa da yine onu değiştirmemelidir. O, üslubunu bir karakteri koruma hassasiyeti içinde korumalıdır.

*Başkaları, şirazeden çıkmış, eczâsı dağılmış bir kitap gibi veya bağı kopmuş, taneleri sağa sola saçılmış bir tesbih gibi olabilirler; ne dediklerini ve nasıl hareket etmeleri gerektiğini bilmez şekilde densizlikler içinde bulunabilirler. Fakat siz, bin tane densizlikle karşı karşıya kaldığınız zaman bile onun onda biri ölçüsünde dahi densizliğe düşmemelisiniz. Aleyhinizde bin tane yalan atmış, bin tane iftirada bulunmuş ve bin türlü yolla efkârı size karşı ifsat etmeye çalışmış olsalar da, onlar ne yaparlarsa yapsınlar, siz bu şeytânî yolları denemeye kalkmamalı ve hep mü’mince davranmalısınız.

 Rahman’ın has kulları, yeryüzünde tevazu, hilm ve mülayemet örneğidirler; cahiller kendilerine sataşınca da ‘selâm’ der geçerler.

*Furkan Sûresi’nde vakar, ciddiyet, mahviyet ve tevazu içinde, yani oturuşları, kalkışları, bakışları, yürüyüşleri, kısaca bütün davranışlarıyla mü’minliğe yakışır bir tavır ortaya koyan Rahman’ın kulları şöyle anlatılır:

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلاَمًا

“Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olmanın örneğidirler ve ağırbaşlı, yüzleri yerde hareket ederler. Cahiller kendilerine sataşınca da ‘selâm’ der geçerler.” (Furkan, 25/63)

*Hal, tavır ve davranışlarına bakıldığında, Rahman’ın has kullarının dikkatleri çekecek kadar yumuşak, kibar ve nazik oldukları görülür. Dışa akseden bu tavırlar, onların tabiî hâlleridir. Çünkü onlar, iç dünyalarının balans ayarını zaten bu anlayışa göre kurup, bu anlayışa göre ayarlamışlardır.

*Evet, iç ve dış dünyaları itibarıyla tam bir bütünlük arz eden o ibad-ı Rahman, Allah’ı gereğince bilmeyen veya bildikleriyle amel etmeyen bir kısım cahillerle karşılaşıp muhatap olduklarında da emniyet, güven ve esenlik insanı olduklarını, kendilerinden onlara bir zarar dokunmayacağını ifade eder ve muhatapları tahrik edebilecek her türlü tavır ve davranıştan uzak dururlar.

*Kulluk sırrına ermiş bu nadide kullar, hizmet ve ibadetlerine güvenmez, kesinlikle onlara bel bağlamazlar. Ancak Allah’ın lütf u ihsanı sayesinde cehennem azabından kurtulabileceklerine inanırlar. Bunun için de her fırsatta O’na el açar, O’ndan inayet diler ve O’na yalvarırlar. Bu cümleden olarak,

وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا

“Rahman’ın has kulları geceyi Rabbilerine secde ve kıyam ile, ibadetle geçirirler. ‘Ey Ulu Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Zira onun azabı tahammülü zor, ömür tüketen bir derttir. Ne kötü bir varış yeri, ne fena bir yerleşim yeridir orası!’ derler.” (Furkan, 25/64-65) İşte, bu her zaman Allah’a müteveccih ve ahiret yörüngeli yaşantı da onlara bambaşka bir mülayemet, hilm u silm ruhu kazandırır.

 Amerika’nın göbeğinde düzenlediğiniz Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’ne olan büyük ilgi de aleyhinizdeki cinnet hareketlerinin maşeri vicdan tarafından reddedildiğini gösterdi.

*Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü’min ahlakıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Ezcümle, şöyle buyurulmaktadır:

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ

“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34)

*Size bakan insanlar gerçek Müslümanlığı görmeliler. “Karınca basmaz efendiler.. sineğe dokunmaz efendiler.. arının ölümü karşısında hıçkıra hıçkıra ağlayan insanlar.. bir yılanı öldürene karşı küs ilan eden insanlar; ekosistem karşısında bile bu kadar hassas davranan insanlar… Bunların insanlığa fenalık yapması, onlar için fena projeler oluşturması, onları realize peşinde koşturması kat’iyen mümkün değildir.” Bu hakikati anlamalılar. Arkadaşlarınız bunu belli ölçüde gösterdiler, sergilediler, ifade ettiler. İnşaallah bundan sonra da benlik girdaplarına takılmadan bu meseleyi ihlasla samimiyetle temsil ederler.

*Onlar sövmüşler, siz sövmeyin; onlar küfretmişler, etmeyin; “paralel” demişler, demeyin; “sülük” demişler, demeyin!.. Bunların hiçbirisine maşerî vicdan dünyada inanmamıştır. Aklı başında olan insanlar, akıllarını peynirle yememişlerse, bunlara gülüp geçmişlerdir. Çünkü insanlık sizi süzdü, defaatle eleklerden geçirdi, sizi tam tanıdı.

*Ben gitmedim, arkadaşların dar bir çerçevede ifade ettikleriyle haberdar oldum: Her şeye rağmen Amerika’nın göbeğindeki festivalde bile, insanlık bu meseleye karşı tavrını ortaya koydu. Neye rağmen? Paralar dökerek, buradaki bütün yabancı misyon şeflerini harekete geçirerek, “Aman buna mani olun, yaptırmayın!” demelerine rağmen!.. Maşerî vicdan bu türlü cinnet hareketlerini elinin tersiyle itti. “Hayır, bunlar insanlık adına çok önemli şeyler; biz bunların çehresinde insanlığı okuyoruz, bütün insanlığı kucaklamayı okuyoruz, kötülükleri iyilikle savma ahlak-ı âliye-yi İslamiye’sini okuyoruz.” dediler.

 Dövene elsiz, sövene dilsiz, Hizmet ehli gönülsüz gerek!..

*Bugün kinle köpüren, gayzla yalan atan, şiddet, hiddet ve nefretle iftirada bulunan insanlara karşı şayet siz aynı tavırla mukabelede bulunmazsanız, zamanla öyle yumuşayacaklar ki, bir gün bakacaksınız, onlar da candan, sımsıcak dostlar haline gelmişler. Birilerinin, yaptıkları canavarlık içinde öyle yuvarlanıp gitmelerini mi istersiniz, yoksa canavarlık yapsalar bile, bir gün insanlıklarını hatırlayarak, ahsen-i takvime mazhariyetlerini hatırlayarak, Hazreti Ruh u Seyyidi’l-Enâm’ın arkasında bulunduklarını hatırlayarak dönüp yanınıza gelmelerini mi istersiniz? Vicdan en doğru söyleyendir, vicdan yalan söylemez. Dolayısıyla, zannediyorum vicdanlarınıza müracaat ettiğiniz zaman siz de diyeceksiniz ki: Her şeye rağmen, mülayemeti bir çağrı olarak kullanmak ve onların birer sadîk-i hamîm halinde yanımıza gelmelerini sağlamak bizim de ilk tercihimizdir.

*Evet, haysiyetle oynadıkları ve insana dokundurdukları zaman aynıyla mukabele etmemek engin bir vicdan gerektirir. Nâilî-i Kadîm’in dediği gibi “Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı yâ Rab şâd olsun / Benimçün nâmurâd olsun diyenler bermurâd olsun!” diyebilmek; “Allah’ım, şad olmayan şu gönlümü yıkanlar şad olsunlar; benim için ‘Murada ermesin!’ diyenler muratlarına ersinler!..” dileğinde bulunmak zorlardan zordur. Fakat size düşen, o yüksek karakterinizin icabı olarak, sövseler de yakışıksız söz etmemek, döverlerse de el kaldırmamak, kırsalar da kırılmamaktır. Yunus’un ifadesini az değiştireyim: Dövene elsiz, sövene dilsiz, Hizmet ehli gönülsüz gerek!..

 Siz kazanacaksınız ve Allah, katiyen zulmü de onların yanlarına bırakmayacak; keşke gayyaya yuvarlanmadan önce vazgeçip tevbe etseler!..

*Önemli değil!.. Bütün dünyayı bize kaybettirseler bile, ahiretimize dokunamayacaklarına göre, Allah’ın izni ve inayetiyle, yine biz kazanmış oluruz; Hanzala b. Âmir gibi kazanmış, Abdullah b. Cahş gibi kazanmış, Hazreti Hamza gibi kazanmış, Mus’ab b. Umeyr gibi kazanmış… Bir yönüyle, ahiret hayatı hesabına, belki fâni dünya hayatını, üç-beş kuruşluk dünyevî cismaniyeti atmışız fakat bununla ebediyeti peylemişiz. İstemez misiniz, fâni, üç-beş kuruşluk, bakırcılar çarşısında olan şeyi verin, sonra altın ve gümüş çarşı ve pazarında olan şeyleri onunla peyleyin?!. Allah’ın adet-i sübhaniyesi böyle; çok küçük bir şey veriyorsun, çok büyük şey ihsan ediyor.

*Bu açıdan da her şeyinizi elinizden alsalar, her şeyinize kıyımcılar tayin etseler, zulüm yapmış olacaklar, harâmîlik yapmış olacaklar!.. Ve Allah bunu onların yanına bırakmayacak, hiç tereddüdünüz olmasın. O’na inancım, Hazreti Ruh u Seyyidi’l-Enâm’a itimadım ve Kur’an’ın hakâikına güvenimle söylüyorum: Daha şimdiden, eştikleri kuyulara kendilerinin şekil değiştirmiş olarak yuvarlandıklarını görüyor gibi oluyorum. O hakikatlere binaen görüyorum. Fakat dua ediyorum: O kuyunun dibine yuvarlanmadan Allah akıllarını başlarına getirsin. Tam gayyaya, esfel-i safilîne yuvarlanmasınlar; Allah hakikate gözlerini açsın, onlar da hakikati görsünler.