Cehenneme Yuvarlanan Kaya ve İnananlar İçin “Sekîne”

Cehenneme Yuvarlanan Kaya ve İnananlar İçin “Sekîne”

Çay Faslından Hakikat Damlaları: Yetmiş Sene Yuvarlanan Kaya

-Zikzak çizen insanların dengede kalmaları çok zordur; Allah korusun, hele bu zikzaklar insanın son anlarına denk gelirse, dengesini yitirmiş bir uçağın düşüşü gibi, o da baş aşağı yuvarlanıp gidebilir. (00:38)

-Hazreti Üstad’ın da Risaleler’de nakledip değerlendirdiği üzere, bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp da ancak bu dakikada Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Peygamber Efendimiz’in bu sözünden yirmi dakika kadar sonra biri geldi; “Meşhur münafık az evvel öldü.” dedi. Bütün hayatı boyunca tedenni eden ve küfre sukuttan ibaret bir ömür geçirip yetmiş yaşına giren o münafık, nihayet Cehennemin bir taşı olarak esfel-i sâfilîne yuvarlanmış; Cenâb-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip onun yuvarlanışına alâmet kılmıştı. (01:18)

-Münafık, her zeminde ayrı bir tavırda bulunur, her yerde farklı bir görüntü sergiler ve o rengârenk davranışlarıyla âdeta birkaç hayatı iç içe birden yaşar. Münafığın gerçek renginin ne olduğunu, ne türlü bir düşünce ve kanaat taşıdığını kestirmek çok zor; hatta imkânsızdır. O, kendine göre ters görüp “öbürleri” dediği hemen herkese karşı düşmanca duygular besler.. onlar hakkında açık-kapalı kötülük düşünür. Ama bu duygularını her zaman dışarı vurmaz; gerektiğinde hakikî hislerini gizleyerek onların düşünce ve kanaatlerine saygılı görünür.. onlara karşı olabildiğince yumuşak davranır.. ve onlardan biriymiş gibi hareket eder. Ne var ki o, hemen her zaman, içten içe de güm güm gümler ve mevhum hasımları için ne komplolar ne komplolar plânlar.. plânlar da, hasım kabul ettiği kesim veya kimselerin sıkıntılı hâl ve kritik durumlarında gerçek niyetini hemen ortaya koyuverir. Sonra da başkalarının, “hüsnüzann”a binâen ardına kadar açık bıraktıkları kapıdan içeriye girerek akla-hayale gelmedik kötülüklerin hepsini yapar. Kur’ân-ı Kerim münafığın sukutunu anlatırken şöyle buyurur:

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ اْلأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصِيراً

“Şu kesindir ki münâfıklar cehennemin en alt katındadırlar. Onları oradan kurtaracak bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisâ, 4/145) (07:25)

-Münafık, her ses ve her sözden irkilir, her hareketi kendi aleyhinde bir tecavüz hamlesi gibi görür, her kıpırdanışı da kendisine karşı bir baskın teşebbüsü şeklinde yorumlar ve bar bar bağırarak etrafında kıyametler koparır. Böylelerinin bu garip görüntü ve ruh hâletleri Kur’ân-ı Kerim’de şöyle tasvir edilmiştir: “Sen onları gördüğünde kılıkları-kıyafetleri karşısında hayrete düşer (ve bunları bir şey zannedersin); konuşmaya kalktıklarında (kendilerini dinletirler), sen de dinlersin. (Ne var ki bu kimseler, ruh dünyaları itibarıyla) içleri bomboş kuru kütükler gibidirler. Her sesten ürker, her sayhadan pirelenir ve her şeyi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakının! Allah belalarını versin onların! Nasıl da hakikatten vazgeçiyorlar.” (Münâfıkûn, 63/4) (09:13)

-Necip Fazıl’ın ifadesiyle, zıp orada zıp burada gezinen münafık, konuşurken yalan söyler; bugün vefa sözü verdiği bir konuda bakarsınız, ertesi gün hemen sözünden döner; sizin itimat ve güveninize hıyanetle karşılık verir ve hemen her zaman en haince düşmanlık duygularını dostane tavırlar içinde icra eder. Bu itibarla da o, din, iman ve Kur’ân düşmanı bir münkirden daha tehlikelidir; tehlikelidir zira, sizin gibi düşünüyor görünüp, düşmanca duygulara karşı tedbirli olma ve teyakkuzda bulunma hislerinizde gevşeklik hâsıl ederek yanınıza kadar sokulur, yüzünüze güler; fırsat bulunca da yılan gibi ısırır ve akrep gibi de sinsice sokar. (10:20)

-Cehenneme yuvarlanan kayanın sesini Allah’ın duyurmasıyla duyan Sahabi efendilerimiz ona benzer başka hadiselere de şahitlik etmişlerdir. Mesela; Hazreti Ömer, Medine’de hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun yenilmek üzere olduğunu görüp ordu komutanına “Sâriye, dağa bak, dağa bak!” diye seslenmiş; aradaki kilometrelerce mesafeye rağmen bu sesi duyan Hazreti Sâriye düşmanın oyununu fark edip dağa hamle yapmış ve muzaffer olmuştur. (13:16)

-İnsan şu sözlerin hakikatine uygun bir ömür sürmelidir: “Yâdında mı doğduğun günler / Sen ağlardın gülerdi hep âlem / Öyle bir ömür geçir ki, olsun / Mevtin sana hande, halka mâtem.” (Ebu Said Ebu’l-Hayr) (15:37)

Soru: Mücâhede meydanına meleklerin inişi, Üseyd b. Hudayr’ı Kur’an okurken buğumsu bir şeyin sarışı ve Sevr Sultanlığı’nda hâsıl olan itminan gibi değişik şekillerde tecelli eden “sekîne”den bahsediliyor. Ayrıca, Ashâb-ı Kîrâm’ın Hendek muharebesi gibi zorlu şartlarda “sekîne” talebiyle dua ettiği anlatılıyor. Günümüz şartları ve adanmış ruhlar açısından sekîneyi ve sekîne talebini değerlendirir misiniz? (18:15)

Sekîne; sükûn kökünden, vakâr, ciddiyet, mehâbet, ünsiyet; ruhta dalgaların dinmesi ve sâkinleşme mânalarına gelir ki, hafiflik, huzursuzluk, kararsızlık ve telâşın zıddıdır. Sekîne, tasavvuf erbâbınca; gaybî vâridatla kalbin oturaklaşması ve onun sürekli bir dikkat ve temkin içinde öteleri kollaması ve üns esintileri soluklaması hâlidir. (18:54)

-İsrailoğulları’nın sekînesi, -Kur’ân-ı Kerim’de işaret edildiği üzere- hep, “Tâbût” (sandık) içinde götürülüyordu. (Bkz. Bakara, 2/248). Ancak, sekîneye vesile bu tâbûtun içinde ne olduğu da tam bilinmemektedir. Bazıları onun içinde, Hazreti Yusuf’tan kalma hatıralar, Hazreti Mûsâ ve Hazreti Harun’un manevî mirasından bir bakiyye, başka peygamberlerden kalma değerli eşyalar, peygamberlerin resimleri veya Tevrat parçalarının bulunduğunu söylemekte ise de, anladığımız kadarıyla, tâbût içinde bulunan objeler birer perde idi; asıl o mahfaza derûnunda İsrailoğulları’na moral kaynağı olacak “sekîne” vardı. (19:33)

-Kur’ân ve Sünnet’te zikredilen sekîne; Cenâb-ı Hakk’ın insanlara gönderdiği ukbâ buudlu ve metafizik âlemle alâkalı, indiği kimselerin kalblerine kût ve kuvvet, iradelerine fer veren melekûtî bir nesne ve bir tecellîdir. Yerinde hak dostları tarafından istenmiş, yerinde talepsiz, ama “hâl”e lütfedilmiş öyle sırlı bir teveccühtür ki, onun atmosferine girenler oldukları yerden nâmütenâhîliği duyarlar. Bu arada bazıları sekîneye, meleklerin inmesi, bazıları ruhanî varlıkların gelmesi demişlerdir. Ne var ki, ister melekler, isterse melekler haricindeki ruhanî varlıklar olsun, sekîne indiği yere o durumun gereklerine göre iner.. iner ve öyle bir atmosfer meydana getirir ki, artık orada bir doymuşluk ve itminan hâsıl olur. Hem öyle bir hâsıl olur ki, her tarafa ölüm yağsa, ihtimal sekîneye eren kılını bile kıpırdatmaz. (20:17)

-Sekîne metafizik bir hâdise olduğundan dolayı onu fiziğin kâide ve prensipleriyle izâh etmek mümkün değildir. O; Uhud Savaşı’na katılan insanlar üzerine de inmişti. Önce orada küçük bir sarsıntı yaşanmış ve akabinde muvakkat bir hezimet vuku bulmuştu. Hazreti Hamza başta olmak üzere pek çok yiğit şehit olmuş, yetmişe yakın insan ukbâya göç etmişti. Bütün bunlardan sonra Allah, sekîne ile onların imdadına yetişince, hepsi yeniden aslanlar gibi kükremiş; ertesi gün yaralı olanlar dahil herkes yeni bir seferberlik demiş ve yürüyemeyecek derecede mecruh olanları sırtlarında, omuzlarında taşıyarak düşmanı takibe koyulmuşlardı. (21:05)

-Sekîne, her kavimde değişik şekillerde tecelli edebilir. Bu, biraz da Cenâb-ı Hakk’ın lütfunun bir buudu olarak, tecelligâhın liyâkat ve istidadına göre zuhur eder. Meselâ, Bedir’de nâzil olan sekîne, meleklerin savaş meydanında, mücehhez askerler şeklinde görünmeleriyle tecelli etmişti; zira o makam öyle olmasını gerektiriyordu. (23:48)

-Üseyd b. Hudayr (radıyallahu anh) bir gece Kur’ân okurken, atı şaha kalkar. Çocuğunu ezecek korkusuyla Hazreti Üseyd okumayı kesince at sakinleşir, başlayınca tekrar şaha kalkar. Bu arada başının üstünde buluta benzer bir şey belirir. Mes’ele Peygamber Efendimiz’e intikal ettirilince onun “sekine” olduğunu ifade buyururlar. (24:22)

-Hicret esnasında Allah Rasûlü’nün yolu Sevr’e uğramıştı. Kendisini takibe koyulan Mekke müşrikleri bir aralık gölgeleri içeriye düşecek ve tehditleri Sevr’in duvarlarına çarpıp yankılanacak kadar yaklaşmışlardı. Arada bir metrelik mesafe ya vardı ya da yoktu ve Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) telaş içindeydi. Çünkü o esnada Allah Rasûlü’nün, kendisine emanet olduğunu düşünüyor ve O’nun adına endişe ediyordu. Hâlbuki Allah Rasûlü’nün dudaklarındaki tebessümde en küçük bir değişiklik yoktu. O itminan ve emniyet insanı, dostunu teselli ederek, “Tasalanma! Allah bizimle beraberdir.” diyor ve ekliyordu: “İki kişi hakkındaki zannın nedir ki, onların üçüncüsü Allah’tır.” İşte oraya da sekine nazil oluyordu; zaten Efendimiz her zamanki gibi sekine üstü itminanla dolu bulunuyordu. (25:32)

-Hendek muharebesinde şartlar çok şiddetliydi. Hendek kazılırken İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz ashabıyla beraber çalışıyor; hatta onların kuvve-i mâneviyelerini takviye için

اَللّٰهُمَّ لاَ عَيْشَ إِلاَّ عَيْشُ اْلآخِرَةِ فَاغْفِرْ لِلْأَنْصَارِ وَالْمُهَاجِرَةِ

“Allahım, ahiret hayatından başka hayat yok. Sen ensar ve muhacirîne mağfiret eyle.” duasını tekrar tekrar seslendiriyor ve sahabe O’nun bu sözleriyle coşuyor:

اَللّٰهُمَّ لَوْلاَ أَنْتَ مَا اهْتَدَيْنَا وَلاَ تَصَدَّقْـنَا وَلاَ صَلَّيْنَا

فَأَنْزِلَنْ سَكِينَةً عَلَيْنَا وَثَبِّتِ اْلأَقْدَامَ إِنْ لاَقَيْنَا

“Allahım, Sen nasip etmeseydin biz hidayete eremezdik, namaz kılamaz, zekât veremezdik. Sen üzerimize sekîneni indir ve düşmanla karşılaşırsak bizim ayaklarımızı kaydırma.” diyerek mukabele ediyorlardı. Onlar, günlerce muhasaranın demir pençesinde kıvrandıkları hâlde dimdik ayakta kalmasını bilmiş ve nihayet farklı şekilde tecelli eden sekine ve ilahi inayet ile düşmanı püskürtmüşlerdi. (29:00)

-Sekine’nin gelmesinin en önemli referansı sağlam imandır. Hem Bedir’de hem de Uhud’da böyle bir itminan, böyle bir teminat-ı ilâhiye ve böyle bir sekîne-i rahmâniyenin vâki olması, onun, dine o ölçüde sahip çıkıldığı, gönüllerin o heyecanla hakikî mihraplarına yöneldiği ve sadakatin ilâhî teveccühle buluştuğu her durumda herkes için söz konusu olduğunu gösterir. Değişik mecmualardaki duaların okunması sayesinde Cenâb-ı Hak ile irtibat ve salât ü selam getirmek suretiyle Peygamber Efendimiz’le münasebet “sekine”nin çok önemli iki vesilesidir. Bu itibarla da inananların, ülkemizin ve adanmış ruhların başındaki onca bela karşısında biz de sekine talebiyle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edebilir, salat-ı tefrîciye gibi dualar okuyabiliriz. (33:34)

-Muhterem Hocamızın “bir arkadaşınız” diyerek başkası üzerinden anlattığı ama aslında kendisinin yaşadığı trajikomik hadiseleri de ihtiva eden bir sekine tecrübesi. (35:55)