Çürümemenin Yolu Gayeli Hareket ve Mürîdin Murad Olması

Çürümemenin Yolu Gayeli Hareket ve Mürîdin Murad Olması

Çay Faslından Hakikat Damlaları: Hareket.. İlla Yüksek Bir Mefkûreye Bağlı Hareket

-Düşünce, inanç ve gayret hayatımız adına bir kere kazanmış olmak yetmez; kazanılana her gün yeni bir şey ilave etmek suretiyle o kazanç ancak korunabilir. “Nâmütenâhi istikâmetinde yolculuk nâmütenâhidir” deyip “Daha yok mu?” mülahazasıyla hiçbir durakta durmama, hiçbir şeyle yetinmeme ve hep hareket halinde bulunma bu işin ruhudur. (00:36)

-İnsan bir yandan Allah Teâlâ ile münasebetlerini daha da derinleştirme istikametinde gayret gösterirken bir yandan da insanlık hesabına hayırlı işler yapmanın peşinde olmalıdır. Fizikteki atalet kanunu bir yönüyle insan hayatı için de geçerlidir. Bu itibarla; durduğumuz zaman düşeriz; öyleyse hiç durmamalı, sürekli gayeli hareket halinde olmalıyız. (02:40)

-Hazreti İmam Şafi’nin dediği gibi, “Sen şayet iyi bir şeyle, kalbini ve ruhunu tatmin edecek ve dünyayı da mamur kılacak bir şeyle meşgul olmazsan, şeytan seninle meşgul olur!” Şeytanın meşguliyetinden kurtulmanın yolu Allah rızasına bağlı yüksek bir mefkûre ile meşgul olmaktan geçer. (03:22)

-Yeme, içme ve dinlenme gibi ihtiyaçlar zaruret olması yönleriyle insanı meşgul etmeli ve asla hayatın merkezine yerleşmemelidir. Hayatını onlara bağlayan insan kendisine hakaret etmiş olur; zira, Allah (celle celalühu) insanı ahsen-i takvim üzere yaratmıştır. İnsanın mükemmel yaratılışına ve Hak katındaki kıymetine vurguda bulunan Hazreti Ali (kerremallahu vechehu) şöyle der: “Ey insan! Kendini küçük bir cirim görüyorsun; halbuki bütün âlemler sende gizlidir. Sen bütün kâinatın bir fihristisin.” (05:35)

-Cenâb-ı Hak kâinata nasıl, ne denli ve ne keyfiyetle tecellî etmişse, bütün bu tecellîler insanda vardır. Bu vaziyetiyle insan, kâinatın bir nüsha-i kübrâsı, bir misal-i musağğarı mahiyetinde ve Allah’ın bütün esmâsının nokta-i mihrakiyesi şeklinde görülür. Bir yönüyle, Allah’ı tanımak için insana bakmak kâfidir. Binaenaleyh insan, Allah’ın bir mir’âtı ve aynasıdır. Bu manayı ifade eden şöyle bir hadis-i şerif biraz farklı lafızlarla nakledilmektedir: “Allah, Âdem’i kendi sûretinde yarattı.”; “Allah, insanı Rahmân sûretinde yarattı.”; “Yüzden sakının. Zira Âdem oğlu Rahmân sûreti üzere yaratılmıştır.”; “Birine vuracağınızda yüzüne vurmayın. Muhakkak Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı.” (06:45)

-Dini/diyaneti yüceltmeye, ruhunun âbidesini ikame etmeye ve milletleri yükseltmeye matuf hareketi terk ettiğin an şeytanın hareket dümenine kendini kaptırmış olursun. Niketim biz durağanlığın kurbanı olduk; ne zaman atın üzerinden indik, bitiş vetiresine girdik. (08:03)

-Bir yönüyle, sizin hareket tarihiniz Söğüt’le başlamış, Topkapı’yla devam etmiş ve Yıldız Sarayı’nda, Dolmabahçe’de sönmüştür. Evet biz, Hazreti Murad Hüdavendigar’ın “Attan inmeyesüz!” sözüne muhalefet etmeye başladığımız günden itibaren bir bitişe doğru yuvarlanmaya da başlamışız. (10:04)

-Bırakın durağanlığı.. soluk soluğa dünyanın dört bir yanına koşun. Yirmi dört saat mesai yapmaya ve ruhunuzun ilhamlarını herkese duyurmaya çalışın. Bu aynı zamanda sizin hayatta kalmanızın en önemli esasıdır. (13:11)

-Alvar İmamı “Allah bizi insan eyleye!” derdi. Yavuz Sultan Selim de bir manada gerçek insanlığın yolunu göstererek şöyle buyuruyor: “Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş / Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş.” (14:27)

Soru: Mürîd’in murad olması ne demektir? Hakkın murad ve matmah-ı nazarı (gözdesi) nasıl olunur?(15:25)

-Mürîd; isteyen, dileyen, irade eden ve iradesinin hakkını ortaya koyan demektir; sofilerce o, el tutan, birine intisap eden, manevî hayatı adına bir kâmil insanın rehberliğine giren; dahası, şahsî istek ve dileklerinden vazgeçerek dinin emirleri çerçevesinde bir mürşid-i kâmil ve üstada teslim olup inkıyad eden Hak yolcusunun unvanıdır. Murad ise, dilenen, aranan, istenen ve arkasında olunan demektir. (15:37)

-Mürîd, kime intisap ederse etsin asıl muradı, herkesin de maksudu ve matlubu olan Allah’tır. Ancak her mürîdin aynı olmadığı ve seyahatini farklı bir yörüngede sürdürdüğü de bir gerçektir. Bu itibarla da, genelde müridin ilk muradı şeyhi/mürşididir; onun ulaştığı mertebelerin ilki de “fenâ fişşeyh” mertebesidir. Fakat, bir zaman gelir ki, mürîd ilk muradı (şeyhi) ile beraber o silsilenin asıl pirinin önünde diz dize oturur. Bir zaman sonra da hep beraber, Allah Rasûlü’nün rahle-i tedrisine dahil olur, onun sohbet halkasında erir ve onda fena bulurlar. (16:13)

-“Fena fişşeyh”, mürîdin kendi istek ve arzularını aşarak, mürşidinin arzu ve isteklerinde fâni olup erimesi anlamına gelir. Bu seviyedeki mürîd, mürşidinin gözlerinin içine her bakışında onun isteklerini anlar ve hemen onları yerine getirmeye koyulur. “Fena firrasul” mü’minin, Allah Rasûlü’nün emir ve isteklerinde fâni olmasıdır ki, “fena fişşeyh” makamını hakkıyla temsil eden bir müridin, “fena firrasul” kavramı ile anlatılan hakikatleri yaşaması çok daha kolaydır. Zira birinde mürşit bahis mevzuu olmasına mukabil, diğerinde Nebiler Sultanı söz konusudur. “Fena fillah”a gelince, adı üzerinde o, insanın Allah’ın meşieti ve iradesi önünde bütün bütün eriyip yeniden dirilişe ermesidir. Bundan önceki iki mertebe insanı bu son merhaleye hazırlayan birer yoldur; yükselip bu seviyeye gelen insan, hadisin ifadesiyle gözü, dili, kulağı, eli, ayağı.. hâsılı bütün uzuvlarıyla Allah’ın meşieti dairesinde hareket ettiğinin şuuruna erer ve öyle de olur. (19:53)

-Hak yolcusu, yolun başlangıcında mürîd, nihâyetinde murâd.. kulluğu tabiatına mâl etme gayreti içinde mürîd, Hak’la münasebetlerin, fıtratın ayrılmaz bir yanı hâline geldiği noktada murâd.. sevilip-arzu edilme yollarını araştırma faslında mürîd, her şeyde O’ndan bir kısım izler görüp sevgi ve mârifet arası gelip-gittiği ve bu geliş-gidişiyle zevk-i rûhânî kanaviçesini ördüğü zaman da murâddır. Hâsılı, murâd, Hak arzusuyla dopdolu hâle gelmiş; bütün bütün mâsivâya (O’ndan başkasına) kapanmış; O’nun hoşnutluğundan başka hiçbir şeye istek ve iştihası kalmamış, dolayısıyla da Hakk’ın murâd ve matmah-ı nazarı (gözdesi) olmuş bahtiyar ruh demektir. (24:00)

-Asıl murad, Allah’tır (celle celalühu) ve asliyete yakın zılliyet planında İnsanlığın İftihar Tablosu’dur (sallallahu aleyhi ve sellem). İnsan o ufku yakalayınca Allah’ın yeryüzündeki matmah-ı nazarı ve ilahî inayetlerin tecelli noktası; Allah Rasûlü’nün de gözdesi olur. Mesela İnsanlığın İftihar Tablosu der ki (Nitekim rüya ve yakazalarda bu çok olmuştur): “Barla’da bir zat vardı ya, adım adım izleyin, yanılmazsınız… Bana ulaşmayı düşünüyorsanız, bu işin içinde olun!” (25:45)

-Şu hadise yeryüzünde Hakk’ın gözdesi olmanın ne manaya geldiğini daha iyi anlamamıza vesile olabilir: Bir sene Arafat vakfesi yapılırken kalb gözleri açık iki Hak dostu aralarında konuşurlar; “Bu sene Arafat gerektiği gibi değerlendirilemedi ve Allah (azze ve celle) haclarını insanların yüzüne çarptı!” derler. Sonra ehlullahtan bir üçüncü şahıs yanlarına gelir ve der ki “Burada birisi vardı, matmah-ı nazar; Allah Teâlâ ona baktı ve ‘onun yüzü suyu hürmetine bu seneki hac da makbul’ dedi” (27:10)

-İnsan, Allah Tealâ’nın muradına bütün bütün bağlanırsa, Cenâb-ı Hak da onu alır bir murad ufkuna oturtur: “Benim muradım sensin!” İşte İnsanlığın İftihar Tablosu böyle bir muraddır. O,

لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُاْلأَفْلاَكَ

“Sebeb-i hilkat-i âlem sayılan, icmalde vücudî, tafsilde ilmî mahiyet-i mâneviyen olmasaydı kevn ü mekânları yaratmazdım.” fehvasınca varlığın ille-i gâiyesi mesabesindedir. Bu hakikatin ifadesi olarak, merhum Necip Fazıl da bir kitabına “O ki o yüzden varız!” adını koymuştu. (28:48)