Efendimiz’in Mi’râcı ve Açık Bıraktığı Kapılar

Efendimiz’in Mi’râcı ve Açık Bıraktığı Kapılar

Soru: Eserlerde, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in, (sallallahu aleyhi ve sellem) Mi’râc’a, ubûdiyetinin neticesi olan velâyetiyle gittiği, oradan risâletiyle döndüğü ve geçtiği kapıları ümmeti için açık bıraktığı anlatılıyor. Ümmet-i Muhammed’in (aleyhissâlatü vesselam) o kapılardan geçebilmesi ve Mi’râc-ı Nebevî’nin gölgesinden istifade edebilmesi hangi hususlara bağlıdır?



-Allah’ın emirlerini yerine getirme, O’na kullukta bulunma ve kulluğunun şuurunda olma mânâlarına gelen ibâdet ve ubûdiyet; bazılarına göre aynı mânâya hamledilmiş ise de, büyük çoğunluğun nokta-i nazarı, bu kelimelerin lâfızları gibi mânâlarının da ayrı ayrı olduğu merkezindedir. İbâdet, “Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirip yaşama ve kulluk sorumluluklarını temsil etme mânâlarına gelmesine mukabil; ubûdiyet, kul olma ve kölelik şuuru içinde bulunma” şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca sofîlerden bir kısmı, ibâdeti avamın kulluk hizmeti, ubûdiyeti şuur ve basîret insanlarının îfa ettiği vazife, ubûdeti de saflar üstü safların sorumluluklarını yerine getirmeleri şeklinde tarif etmişlerdir ki, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz söz konusu olduğunda, O’nun kulluğunu “ubûdet” kelimesiyle dile getirmek daha doğru olsa gerektir. (01:10)

-İnsanlığın İftihar Tablosu, kendisini himaye eden amcası ve çok sevdiği zevcesi Hazreti Hatice Validemiz’i kaybettiği “hüzün senesi”nde, “Habib-i Zîşanım, tasalanma!.. Ebu Talib’i ve Hatice’yi aldım ama Ben varım.” manasına gelen ilahî bir davet almış; hem bedeni hem de ruhuyla Cenâb-ı Hakk’ın mi’râcına mazhar olmuştu. (04:00)

-Allah Rasûlü (aleyhissalatü vesselam) Mi’râc’a, velâyet (aslında doğru kullanımı vilâyet şeklindedir) yönüyle çıkmıştı; yani ubûdetinin mükafatı olarak gitmişti; bu bakımından Mi’râc, kendisine bir ikramdı. Dönerken de bazı ayetler, beş vakit namaz ve ahirete dair bir kısım müjdelerle getirmişti ki, mi’râcın bu yönleri risâlet ile alâkalıydı ve bir mucizeydi. Üstad’ın ifadeleri içinde “Mi’râc’ın bâtını velâyettir; halktan Hakk’a gitmiş. Zâhir-i Mi’râc ise risalettir; Hak’tan halka geliyor.” (05:05)

-İnsan-ı kâmilin beden ve cesedi dahi ruhaniyet televvünlüdür. Bundan dolayıdır ki, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın keramet mebde’li mi’râc hâdisesinde, cesed-i mübarekleri de –O’na ruhlarımız feda olsun– ruhlarının yedeğinde seyahat-i semaviyede bulunmuştur. İsterseniz siz ona ruhun emriyetinin, cismin halkiyetine galebesi de diyebilirsiniz. Üstad hazretleri, Efendimiz’in ruhuyla beraber mi’râca yükselen mübarek vücudunu “cesed-i necm-i nurânî” tabiri ile ifade etmektedir. (06:33)

-“Kâb-ı Kavseyni ev Ednâ; “iki yay aralığı kadar ya da daha yakın” demek olan bu tabir; esasında Efendimiz’in Mi’râc münasebetiyle Allah’a yakınlığının derecesini ifade için şerefnüzûl olmuştur. İmkân-vücub arası bir nokta sözcüğüyle ifade edebileceğimiz “ev ednâ”, tamamen Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm’a mahsus bir payedir. Demek ki Allah Resûlü, hiç kimseye müyesser olmayan bir ikrama, hem de bedeniyle, cismaniyetiyle mazhar kılınmış; ve bu mucize, başka değil O’nun kulluğuna bir armağan olarak verilmiştir. O, öyle bir kulluk ortaya koymuştur ki, kulluk adına kendisine aralanan kapıdan içeriye girerken, âdeta o kapının sövelerini zorlayarak içeriye girmiş ve kendisinden bekleneni aşmak suretiyle kendi rekorunu kırmıştır. (11:43)

-Şefkat Peygamberi, Mi’râc’tan dönerken başta peygamber vârisleri asfiyâ olmak üzere bütün ümmeti için geçtiği kapıları aralık bırakmıştır. Efendimiz melekût âlemini seyerân eylemiş, daha sonra urûcunu, nüzulle taçlandırmış ve ümmetini Cenâb-ı Hakk’a götürmek için geri gelmiştir. Büyük velilerden Abdülkuddüs Hazretleri demiştir ki: “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Mi’râc’ta gökler ötesi âlemlere gitti, Sidretü’l-Müntehâya ulaştı, Cenâb-ı Allah’la konuştu. Fakat, Cennet’in câzibedâr güzellikleri O’nun başını döndüremedi, bakışlarını bulandıramadı. Döndü, ümmetinin arasına geri geldi. Allah’a yemin ederim, eğer ben oralara gitseydim, o mertebelere ulaşsaydım, geriye dönmezdim!.” Bunu değerlendiren bir büyük zât ise, “işte nebi ile veli arasındaki fark” diyerek önemli bir hakikate işaret etmiştir. (15:17)

-Peygamber Efendimiz’in Mi’râc hediyelerinden biri namazdır. Namaz, insan hayatında, ucu mi’râca dayanan ve insanı, insanî hakikatlere karşı en güzel şekilde uyaran, tenbihte bulunan önemli bir faktördür ki, mü’minin mi’râcı sayılmıştır. Namaz, dinin direğidir ve sefine-i dini namaz yürütür. O, olmayınca, dinin uzun süre ayakta durması mümkün değildir. İnsan, namazını, kalbi ve duyguları başka bütün meşgalelerden âzâde olarak edâ etmelidir. Zira o, hemen geçiştiriliverecek kadar basit bir iş değildir. Evet o, hemen aradan çıkarılıversin diye değil, arayı ve âhireti aydınlatsın diye vardır. (21:00)

-Cenâb-ı Hakk insanı yaratırken, başta onu insan-ı kâmil olmaya namzet kılmıştır. Dolayısıyla her insanın, insaniyet-i kübrâya ulaşması bir hedeftir. İnsanın bu mertebeye ulaşması için, evvela kendisini bu yüksek gayeye programlaması ve onu elde etmek için daima “Hel min mezîd – Daha yok mu?” ufkunda hareket etmesi gerekir. Yani her gün kainatın çehresinden bir nikab açarak, her defasında onu yeni görüyor gibi tanıması, yeni bir marifetle Allah’ı daha farklı duyması; aşk u şevk ve muhabbetle O’nun yolunda olması icap eder. Bu açıdan, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in mi’racı kendisine hastır ve mucizedir; fakat, her mü’min onun rehberliğinde ve mi’râcının gölgesinde Efendimiz’le maiyyeti yakalamaya ve marifette derinleşmeye çalışmalıdır. (26:45)