Gruplar Arasında Vifak ve İttifak ya da Kardeşlik Muhasebesi

Gruplar Arasında Vifak ve İttifak ya da Kardeşlik Muhasebesi

Soru: Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer gibi sahabi efendilerimizden itikadî ve amelî mezheplerin imamlarına kadar, seleflerimizin farklı mizaçlarda oldukları düşünülürse, mü’minlerin muhtelif meşrebler etrafında toplanmaları ve değişik hizmet metodları geliştirmeleri tabii görülebilir mi? Bu farklı meşreblerin, ihtilaf ve iftirakı netice vermemeleri hangi hususlara bağlıdır?



– Bir kısım önemli, hayatî fasl-ı müştereklerde mutabakat sağlanıyorsa, detaylarda ihtilafa düşülmemelidir. “Hasen’i bulduktan sonra, ahsende ihtilafa düşmemek lazımdır.” İyiyi bulduğunuz zaman, en iyiyi ararken ihtilaf çıkacaksa, o bulduğunuz hasen, ahsenden daha ahsendir. (01:14)

– Allah (celle celaluhu), insanı âdeta cihanları kuşatacak bir mahiyette yaratmıştır. Hayvanlar büyük ölçüde aynı huy ve aynı karakterleri taşırlar; farklılıkları gayet dar dairededir. Fakat insanın herbir ferdi, başlı başına bir âlemdir. O âlem, belli bir terbiyeyle belli bir çizgiye getirilse bile, onun kendine has kalbi, hissi, düşünceleri ve yorumlamaları vardır. (01.52)

– Hazreti Üstad’ın “Ben bir zaman enâniyetini bırakmış ve nefs-i emmâresi kalmamış büyük evliyanın, şiddetli bir surette nefs-i emmâreden şikâyet ettiğini gördüm, hayrette kaldım. Sonra kat’î bildim ki, âhir ömre kadar mücahede-i nefsiyenin sevabdâr devamı için, nefs-i emmârenin ölmesi üzerine onun cihazatı, damarlara ve hissiyata devredilir, mücahede devam eder. İşte o büyük evliyâ, bu ikinci düşmandan ve nefsin vârisinden şikâyet ederler.” (13. Şua) şeklinde bir yaklaşımı var. Demek ki, haset gidiyor ama hasede benzer bir uç kalıyor; mesela, “meşrebini müdafaa” kontrol altına alınmazsa, başkasının meşrebini hafife almaya inkılab edebiliyor. (02.59)

– İnsanlar ne kadar terbiye görürlerse görsünler, geniş veya dar dairede, zihnî, fikrî, hissî farklılıklarını ortaya koyabilirler. İnananlar, bütün bu farklılıklara rağmen, fasl-ı müşterekleri esas alarak sürekli nefisle mücadele içinde bulunmalıdırlar. Olumsuz hisleri, kıskançlığı, rekabet duygusunu, şehevanî arzularını baskı altına almalıdırlar. (06.49)

– Cenab-ı Allah, bir ayet-i kerimede (Hucurât, 49/13) mealen şöyle buyuruyor:
“يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا

– Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.” (Bir yönüyle) iradenizin hakkını vererek, birbirinizi tanımanız, birbirinizle uyum içinde bulunmanız, bir vifak ve ittifak temin etmeniz için sizi şube şube yarattık; zira vifak ve ittifak adına ortaya koyacağınız her cehd ve gayret, size ibadet sevabı kazandıracaktır. (08.56)

– Rahmet olan ihtilaf; temelde bir kısım fasl-ı müştereklerde, muhkematta, nasslarda ittifak etmekle beraber, bir kısım nassların istinbata ve ictihada açık yönlerinin yorumu, te’vili ve tefsirinin bazı bölgelere, şartlara ve zamana göre farklılık göstermesidir. Bu da, -bir açıdan- dinin, her zamana, her topluma ve her mekâna yetecek şekildeki vüs’atinden kaynaklanmaktadır. (10.11)

– Harun Reşit ve babası, İmam-ı Malik’e “Muvatta’yı teksir edelim, bunun dışındaki bütün kitapları yasaklayalım.” deyince İmam’ın “Yapma yâ Emire’l-mü’minîn, Allah Rasulü’nün ashabı dünyanın dört bir yanına dağılmıştır. Hepsinin götürdüğü ne cevherler vardır; ümmet-i Muhammed’in onların hepsinden istifade etmesi lazımdır.” demiş; içtihad hürriyetini zedeleyeceği gerekçesiyle onların bu tekliflerini kabul etmemiştir. (11.40)

– İhlas ve Uhuvvet Risaleleri’nde ısrarla üzerinde durulan disiplin ve düsturları hayatımıza hâkim kılarak, teferruata ait bazı hususları görmezlikten gelmemiz gerekir. Unutmamalıyız ki, “İnsanoğlu hata eder ama hata edenlerin en hayırlısı hatasından geri dönendir.” (12.25)

– Genel tavırlarımızı ve hizmet düşüncemizi gözden geçirerek başkalarını rahatsız edebilecek hal ve davranışlarımızı düzeltmemiz gerektiği gibi; Allahu Teala’nın yaşattığı iç içe inkişaflarda diğer mü’minlerin paylarını da nazar-ı itibara almamız icab eder. (14.40)

– Mecmuatü’l-Ahzab, Nakşi kolunun önemli bir siması tarafından turûk-u âliye ricaline ait evrad u ezkarın bir araya getirildiği dua kitabıdır. El-Kulubu’d-Dâria da ondan seçilmiş dualara bazı ilaveler de yapılarak hazırlanmış bir kitaptır. Sırf bu dualar bile fasl-ı müşterek olarak terdad edilirse, Cenab-ı Allah’ın ekstradan lütuflarına vesile olabilir, bunlar da birleştirici çok önemli koordinatlardır. (17.30)

– Karşı taraf, çevre, cephe sözlerinde bile ayrıştırıcı bir eda var; onun için bu ifadeleri kullanmak istemiyorum. Başkalarının yakışıksız, münasebetsiz ve endazesiz kelimeleri kullanması, bize aynı ifadeleri kullanma ruhsatını vermez. (19.14)

– Çok defa biz kendi hesabımıza meseleyi “-cı, -cu”ya bağladığımızdan, bazen de hakikatlara tercüman olacağımız yerde, kendimizi ifade etme sevdasına tutulduğumuzdan dolayı hiç olmayacak kimselerde bile tepkiye sebebiyet veriyoruz. Söz ve davranışlarımızın başkalarında nasıl bir his uyaracağını, nasıl bir tepkiye yol açacağını, onları nasıl rekabete ve kıskançlığa sevkedebileceğini hesaba katmalıyız. Zira, başkalarını günaha sokmaya hakkımız yoktur. (20.11)

– Tepki ve tenkitleri üzerimize almalı ve kendimizi sorgulamalıyız; “İhtimal üslup hatası yaptık” demeli ve muhasebeye koyulmalıyız. Yoksa, “Niye falanlar bizi tenkit ediyorlar?” diyerek mukabele-yi bilmisilde bulunursak, yaptığımız üslup hatasına tevbe edeceğimize, yeni bir cürüm işlemiş oluruz. (23.22)

– Büyüklerin hissiyatının alınması.. ve Üstad Necip Fazıl’ın yapılan hizmetlerle ilgili görüşü… (26.10)

– Kendi dönemleri itibarıyla belli hizmetleri eda etmiş insanların geçmişte yaptıkları o işler küçük görünüyor gibi olabilir; fakat, onları o dönem itibarıyla değil, günümüzde neye tekabül ediyorsa ve muhit hattında ifade ettiği mana ne ise, işte ona göre değerlendirmek, bir yere koymak ve saygıyla yâd etmek icab eder. Belli bir dönemde kuvve-yi maneviyeyi az ya da çok takviye eden insanları takdir edip hayırla anmak üzerimize bir vefa borcudur. (29.47)

– Kur’an-ı Kerim, bize bir dua öğretiyor ve bu vesileyle bir ölçü veriyor:
وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِاْلإِيمَانِ وَلاَ تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ
“Ey kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi affeyle! İçimizde mü’minlere karşı hiçbir garez/haset bırakma!” (Haşr, 59/10) Evet, “Allah’ım, bizden evvelkileri de yarlığa, onlara karşı içimizde en ufak bir kötü düşünce barındırma!..” demek suretiyle seleflerimizi hayırla yâd etmeliyiz. Âlemin bizi hayırla yâd edip etmemesi, bizim üslubumuza tesir etmemeli; genel karakterimiz kucaklama, saygıyla anma ve sevgiyle gönül kapılarını açma istikametinde ise, her zaman öyle davranmalıyız. Karakter bir namustur, çok basit şeylere feda edilmemelidir. (31.50)

– Toprağa iki tane tohum atmış insandan başlayarak, çok büyük işler yapmış fikir mimarlarına kadar herkesi kamet-i kıymetlerine göre takdir ve tebcil etmeliyiz. Bir taraftan, tavır ve davranışlarımızı beslenme kaynaklarımızdaki temel disiplinlere göre ayarlarken, bir taraftan da güzergâh emniyeti açısından, dostlarımızla karşı karşıya gelmemeye ve kardeşlerimizle ihtilafa düşmemeye özen göstermeliyiz. Allah’ın lutf u keremiyle Cennet’in kapısından hep beraber gireceğimiz din kardeşlerimizle rekabet yaşamama ve onları haset günahına sevketmeme hususlarında son derece dikkatli hareket etmeliyiz. (34.00)

– Hocaefendi’nin çok değer verdiği, hizmetlerini hep takdir ettiği ve her zaman hayırla andığı isimler… (34.59)