İmanın İkiz Kardeşi

İmanın İkiz Kardeşi

-Sohbetlerin yeniden başlaması ile alâkalı mülahazalar.. va’z u nasihat etmenin ağırlığı.. başkaları hakkında hüsn-ü zan.. ve tezkiye-i nefs mülahazasına girme vartası… (00.40)


Soru: 1) Sohbet-i Cânan hesabına yeni bir döneme girdiğimiz düşüncesi ve bizim için rahmet vesilesi sohbetlerinizin hep devam etmesi recasıyla, ilk sorumuzu “mü’minin miracı” ile alâkalı olarak hazırladık. Bir makalede, namazı, “kurbet ve vuslat yolcusunun ötelere en yakın karargâhı, en son otağı, gaye ile hemhudut en büyük vesilelerden biri” olarak tarif ediyorsunuz. Namazın gaye ile hemhudut olması ne demektir, lütfeder misiniz? (05.55)



-Namaz, bütün ibâdetlerin pîri ve dinin direğidir. Namaz, mü’minin günde en az beş defa içine girip temizlendiği sonsuzluğa doğru akıp giden bir tevbe ırmağı ve arınma kurnasıdır. Namaz, keyfiyetteki temel disiplinler açısından aynen, şekil ve kemmiyetteki bazı hususlarda da bir kısım farklılıklarla her peygambere ve ümmetine farz kılınmış olan umumî bir ibadettir. (06.35)

-İman ve namaz aynı döl yatağında neş’et etmişlerdir; namaz, imanın ikiz kardeşidir. İman, dinin ve diyanetin nazarî yanını teşkil eder; o nazarî yanın takviye edilmesi ve tabiatın bir derinliği haline getirilmesi ise ancak başta namaz olmak üzere diğer ibadetlerle mümkün olur. Bu itibarla da, denebilir ki; namaz pratik imandır, iman da nazarî bir namazdır. Kant da, Saf Aklın Kritiği’nde, Allah’ın nazarî akılla değil, amelî akılla bilineceğini söyler. Evet, başta namaz olmak üzere güzel davranışlar, salih ameller ve ibadetler, bir süre sonra insanın tabiatı haline gelerek onu, mücerret bilgiyle ulaşılamayan noktalara ulaştırır. Mücerret bilgi ve malûmat, insanı hiçbir zaman, amelin, yaşamanın, tecrübe etmenin ve ibadetin yükselttiği seviyeye yükseltemez. (09.38)

-Varlık arasında gaye ölçüsünde bir vesile Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’dir. O Muallim-i Ekmel ve Ekber’dir ki, varlığın çehresine çaldığı ışıkla kâinatı, okunan bir kitap; hayatı da, cennete doğru uzanan bir köprü haline getirmiştir. Böylece bizleri karanlıklar içinde ümitsiz dolaşmaktan kurtararak, Allah’a imanla itminana ulaştırmış ve rıza yoluna hidâyete vesile olmuştur. Fakat o, öyle büyük bir vesiledir ki, biz, o vesileyi çok defa gâyenin yanında zikreder ve O’nun, bizim için “gâye ölçüsünde bir vesile” olduğunu ikrarda bulunuruz. Zaten bizzat Cenâb-ı Hak da tevhid ifadesi olan “Lâ ilâhe illallah Muhammedün rasulullah” ifadesinde O’nun adını kendi adıyla yan yana zikredip ve bunu imanın esası sayarak böyle demeyenin kurtulamayacağını beyan buyurmuyor mu? İşte, ibadetler arasında da namaz iman ile hemhudut “gâye ölçüsünde bir vesile”dir. (11:40)

-Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselam) hakikat-i Ka’be ile tev’em (ikiz) yaratıldığı gibi, namaz da iman ile ikiz olarak vaz’ edilmiştir. (13:00)


Soru: 2) Namazın unvanlarından birinin de “ribât” olduğu ifade ediliyor? Bu manada ribât nedir; namazın ribât oluşunu nasıl anlamalıyız? (14:00)



-“Ribât”, maddî-mânevî bereketin akıp akıp gelmesine denildiği gibi, her türlü belâ ve musibetin geleceği noktalara karşı uyanık olma ve dikkat kesilmeye.. ve kendini bir işe, bir şeye bağlama ve adamaya da denir. Zaten, tehlike noktalarını beklemek üzere kendini o işe adamış askere de “Murâbıt” denilmektedir. (14:09)

-Âl-i İmran sûresinin 200. ayet-i kerimesinde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de ribât nazara verilmektedir. Mezkur ayette bu husus, “râbitû” kelimesiyle ifade edilmektedir. “Ribât” tabiri, bir yönüyle, irtibat manasına gelmekte ve yine mü’minleri bir hey’et teşkil etmeye, kollektif şuuru işletmeye ve yakın alâka ile birbirine destek olmaya çağırmaktadır. Ayrıca, dinin ve milletin başına gelmesi muhtemel tehlikelere karşı hudut boylarında nöbet beklemenin ve hasım güçlerin toplum yapısında açtığı gedikleri tıkamak için gayret göstermenin adıdır ribât. (14:38)

-Diğer taraftan, bir hadis-i şerifte anlatıldığı üzere, kendini tamamen namaza veren, gönlünü camiye rabteden; sabah namazını kıldıktan sonra “Elhamdulillah bu vazifemi de eda ettim!” deyip hem onun sevincini yaşayan hem de “Öğle vakti gelse de Ruh-u Revân-ı Muhammedî minarelerden bir kere daha yükselse, ben de yine mescide koşup manevî duygularla dolsam!..” düşüncesiyle evinin yolunu tutan, kalbi mescide bağlı insanın bu tavır ve davranışıdır ribât. (15:09)

-Rasûl-ü Ekrem (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) Ashab-ı kirama “Allah’ın, hatalarınızı silip temizlemeye ve sizi derece derece yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri söyleyeyim mi?” dedikten sonra şunları saymıştır: (Şartların alabildiğine ağırlaştığı ve) abdestin zorlaştığı durumlarda, zahmetine rağmen eksiksiz abdest almak, mescidle (ev arasında gelip) gidip çok yol yürümek ve bir namazdan sonra diğer bir namazı beklemeye koyulmak.. Peygamber Efendimiz, bunları saydıktan sonra da şu ilavede bulunmuştur: “Bakın size diyorum; şu şanı yüce iş var ya, işte (ribat) sınır boylarında nöbet tutma seviyesinde kendini Hakk’la irtibatlandırma budur.” (Müslim, Taharet 41) (15:45)


Soru: 3) Mevzu ile alâkalı makalelerde “namazdan beslenen insanların ona hiç doymayacakları” vurgulanıyor. “Namazdan beslenmek” nasıl mümkün olur? (16:40)



-Namaza alışmış ve onunla beslenen insanlar, ona hiçbir zaman doymazlar. Doymak şöyle dursun, her namaz bitiminde “daha yok mu?” der, nafileden nafileye koşar; duhâ ile güneş gibi yükselir, evvâbinle gidip kurbet tokmağına dokunur, teheccüdle berzah karanlıklarına ışıklar gönderir ve ömrünü âdeta ibadet atkıları üzerinde bir dantela gibi örmeye çalışır ve kat’iyen içinde yaşadığı nurlardan, ruhunu saran mânâlardan ayrılmak istemez.. istemez ve hep ibadetin vaadettiği güzelliklere koşar. (16:50)

-Kur’an-ı Kerim’in namazla ilgili irşâdatı ve âbidlerin rehberi Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza göstermiş olduğu alâka, mü’minlerin gönüllerinde de “ibadetlerin özü”ne karşı derin bir iştiyak uyarmıştır. Hak dostları “Namazı ikâme et!” emrine kayıtsız, şartsız inkıyat etmiş ve hemen her gece yüzlerce rek’at namaz kılmışlardır. Öyle ki, namaza karşı gösterdikleri teveccüh adeta bir keramete dönüşmüş; bast-ı zamana mazhar olmuş ve bir gecede birkaç yüz rek’at namazı ikâme edebilmişlerdir. Onlar arasında iki rekatta Kur’an-ı Kerim’i hatmeden insanların bile var olduğu rivayet edilmektedir ki İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri bunlardan biridir. Bast-ı zamana mazhar olmadan bir gecede ve iki rek’atlık namazda Kur’anın hatmedilemeyeceği âşikardır. (17:15)

-Namazı tam duyabilmek, ubudiyet hususundaki konsantrasyona bağlıdır: Abdest suyuyla beraber günahlarının da döküldüğüne inanan mü’min, abdestle kazandığı metafizik gerilimi ezân-ı Muhammedî’yi dinlerken de devam ettirir, hatta daha da artırır.. ezanı müteakiben bir de sünnet namaz kılarak derinlik içre derinliğe ulaşır. Böyle dikkatli ve hassas bir kul için, namazı bekletme hiç söz konusu değildir, her zaman namazı bekleme esastır. O, namazdan, hatta ezandan evvel abdestini alıp “Tam tekmil hazırım Allahım! Sen bana teveccüh buyurduğun an, nazarlarımın Sana müteveccih olduğunu göreceksin.” duygusuyla gerilmiş olarak “Haydi, şimdi huzuruma çıkabilirsin” komutunu bekler; bekler ve bir dizi hazırlıktan sonra iyice heyecana gelmiş vicdanıyla adeta “Seccadem neredesin!” der. Zaten, abdest öncesinden başlayıp ezan ve sünnet namaza kadar sürüp giden hazırlıklar silsilesinde insan böyle bir metafizik gerilimi yakalayamamışsa, o işte bir eksiklik var demektir. Fakat öyle olsa da, farzdan önce kâmet getiren müezzin ve haşyetle tekbir getiren imam, insanı ibadet düşüncesinden alıkoyup mâsivâullaha çeken her şeye son darbeyi indirir ve böylece konsantrasyonunu tamamlayan kul, en derin mülâhazalarla “Allahü Ekber” deyip namaza durur. (19:00)

-Namazdan beslenebilmek için, bütün esaslarına uyarak, rükünlerini eksiksiz yerine getirerek, murâd-ı ilâhîde mahiyeti ne ise işte o şekilde ortaya koyarak namazı tastamam eda etmek gerekir. Cenâb-ı Hak, neye namaz demiş ve Rasûl-ü Ekrem Efendimiz vasıtasıyla namazı ne şekilde talim etmişse, yani, ilm-i ilâhîde şekillenen namaz ne ise, onu o şekilde yapıp ortaya koymak icap eder. Haddizatında, Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde ve hadis-i şeriflerde namaz kılmayı ifade sadedinde “ikâme” tabiri kullanılmıştır. İkâme, İşaretü’l-İ’caz’da da belirtildiği üzere, “namazda lâzım olan tâdil-i erkâna riayet etmek; ibadetin özündeki müdavemet ve muhafaza manâlarını gözetmektir.” Yani, namazın bütün rükünlerini ve esaslarını usulüne uygunca yerine getirmek, onu matlaşmaya ve renk atmaya maruz bırakmadan hep ilk günkü neşve içerisinde devam ettirmeye çalışmaktır. (23:55)

-Namazın, şartlarından ve rükünlerinden oluşan dış yapısının yanısıra bir de halis niyet, huşû ve hudûdan ibaret olan iç yapısı vardır. Namazı iç ve dış bütün parçalarıyla yerine getirmeye, bunu sürekli yapmaya ve hep aynı hâl üzere kullukta devamlı olmaya “ikâme” denmektedir. Evet, insanın, Cenâb-ı Hak ile münasebetinde asıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan da lâfızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı, mutlaka o lâfızlara, kalıplara da dikkat edilmelidir. Esas alınan mânâyı, mazmunu o kalıpların taşıması lâzım. Dolayısıyla, kalıp ve şekillerin hiçbir mânâsı yok denilemez. Zâhirî ahkâm onlara bina edilir. Ne var ki, namaz vardır namazdan içeri, oruç vardır oruçtan içeri. Onun için buyurulur ki, “Mü’minler kurtuldu. O mü’minler ki, onlar her zaman namazlarında huşû içindedirler…” (Mü’minun, 23/1-2) (25:50)

-Namazı en önemli tatmin unsuru sayanlar, dünyanın gâilelerinden bunaldıkları anlarda hemen ona koşanlar ve onu şartları, rükunları, iç-dış ta’dil-i erkânıyla ikâme edenler hem bu dünyada namazdan beslenmiş, gönül darlıklarını onunla gidermiş, başka arayışlardan kurtulmuş ve bir adı da “zikir” olan namazla huzura ermiş olurlar; hem de onu kabirde gökçek yüzlü bir arkadaş ve sıratta elden tutan bir yoldaş olarak yanlarında bulurlar. (30:14)