Küsme Hastalığı ve Barışa Yolculuk

Küsme Hastalığı ve Barışa Yolculuk

Soru: 1) Günümüzde, darılma ve uzun süre küs durma çok
yaygınlaştı. Küsme hastalığının sebepleri nelerdir; şahsî, ailevî ve ictimaî
problemlere yol açan bu marazın tedavisi nasıl mümkün olabilir?



-İnsanlara küsüp onlardan uzak durmak, esas itibarıyla mezmumdur; çirkin ve
sevimsiz bir fiildir. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz,
mü’minlerin birbirlerine üç günden fazla küs durmalarını yasaklamıştır ki, meşru
bir esasa dayanmıyorsa, o kadar kısa süreli de olsa küsmek doğru değildir.
(01:15)

-Hakiki manada küsme mezmum olmakla beraber, bir strateji ve bir
taktik şeklinde ortaya konan ve bir yönüyle terbiyeye vesile yapılan “mecâzî
küsme”ler de söz konusudur. Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz’in
“îlâ hadisesi” ve meşrû bir özürleri bulunmadığı halde Tebük Seferi’ne iştirak
etmeyen Kâ’b b. Mâlik, Mürare b. Rebî’ ve Hilâl b. Ümeyye ile görüşüp konuşmayı
belli bir süre yasaklaması “mecâzî küsme” olarak değerlendirilebilir.
(02:20)

-İnsan, kendi anne babasına -mecâzen de olsa- küsmemelidir.
(04:00)

-Hakiki mü’min, zaman zaman incinse de, incitene küsmemeli ve
hele asla incitmekle mukabele etmemelidir. İnsanın, küsebileceği yerde küsmemesi
ona ibadet sevabı kazandırır. (07:57)

-“Allah‘a giden yollar, mahlukâtın
solukları adedincedir.” Kur’an-ı Kerim, “Bizim uğrumuzda gayret gösterip
mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösterir, onları (hayır)
yollarımıza iletiriz.” (Ankebut, 29/69) mealindeki ayetiyle âdeta bu hakikatı
ifade etmektedir. İlahî Beyan’da zikredilen “sübül” kelimesi, “sebîl”in
çoğuludur ve “yollar” demektir. Hedefte Allah olduktan sonra, bu yollardan
hangisinden gidilirse gidilsin, O’na ulaşılması muhakkaktır. Bu itibarla da,
farklı meşrep ve meslekleri tercih eden mü’minlerin, kendi yollarının
muhabbetiyle rıza-yı ilahiye yürürken, diğer inananları kıskanmamaları,
birbirleriyle rekabet etmemeleri ve küslüğe sebebiyet verecek tavırlara
girmemeleri gerekir. (10:23)

-Vifak ve ittifak, tevfik-i İlahî’nin
vesilesi, ihtilaf ve iftirak da başarısızlığın ve maksada ulaşamamanın
sebebidir. Kardeşliği zedeleyecek her mülahaza, söz ve davranış, hayırlı
faaliyetlerinizin bereketini de alır götürür. O halde, Allah’ın sizi muvaffak
kılmasını istiyorsanız, hem kendiniz uyuşmazlık, kırgınlık, kavga ve ayrılık
sebebi olabilecek kötü düşünce, çirkin laf ve kaba tavırlardan uzak
durmalısınız, hem de toplumunuzu o türlü kötülüklerden korumalısınız. Bu açıdan,
insanların aralarının bulunması, dargınların barıştırılması ve kırgınlıkların
önünün alınması için hayatın her ünitesinde “ıslah heyetleri”, “barıştırma
ekipleri” oluşturulabilir. (13:05)

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve
sellem) Efendimiz, “Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret de olsa hiçbir
iyiliği hor görme!” buyurmuştur. Evet, Allah’ın rızası gözetilerek yapılan en
küçük iş dahi dergâh-ı ilahîde çok kıymetlidir. Öyleyse, hiçbir iyilik küçük
görülmemelidir. Hangi amelin ötede nasıl bir kıymete ulaşacağı burada
bilinemediğine göre, insan her güzel işe kıymet vermeli ve önüne çıkan her
hayırlı fırsatı öteler hesabına değerlendirme gayreti içinde olmalıdır.
(15:32)

-Harun Reşid’in hanımı Zübeyde Hatun çok saliha bir kadındı.
Mekke-i Mükerreme’den Arafat’a kadar su kanalları döşetmiş, o mukaddes beldeyi
çeşmelerle donatmış ve Rahman’ın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için
binlerce altın harcamıştı. Bütün hayatı hayır ve hasenât peşinde geçen bu mualla
kadıncağız vefat ettikten sonra, birisi onu rüyasında görmüş ve ona demiş ki,
“Dünyada Allah için bu kadar büyük hayırlar yaptın, kim bilir Hak Teâlâ sana
Cennet’te ne yüksek bir makam bahşetti!” Zübeyde Hatun’un cevabı şöyle olmuş:
“Evet doğru, Rabb-i Rahîm bana gerçekten de yüce bir makam ihsan eyledi; fakat,
bu yüce makamı yaptırmış olduğum hayır müesseseleri sebebiyle vermedi. Bir gün,
bulunduğum mecliste ilahiler okunuyor, kasideler söyleniyordu. Sâzendelerin,
sazlarına vurdukları bir sırada, minarelerden ezan-ı Muhammedî’nin yükseldiğini
duymuştum. Hemen “Susun, ezanı dinleyelim!” deyip oradaki herkesi susturmuştum.
İşte, bana denildi ki, “Seni ezana karşı göstermiş olduğun o saygından dolayı
bağışladık.” (17:20)

-Peygamber Efendimiz, Buhari’deki bir hadiste,
dargınları barıştırmayı “sadaka” olarak değerlendirmiştir. Tirmizi’deki bir
beyanında da, “Nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli amel, iki kişi
arasını bulmak ve düzeltmektir; çünkü ara bozukluğu dini kökünden yıkar.”
buyurmaktadır. Bu itibarla, küsleri barıştırma, Hak katında çok kıymetli bir
amel ve önemli bir ibadettir. Şu kadar var ki, arabuluculuk belli bir alana
mahkûm edilmemeli; sadece mahalle, köy, ilçe, il ya da ülke çerçevesinde
insanların aralarını düzeltmekle yetinilmemeli; belki bu konuda da himmet âli
tutulmalı ve dünya çapında bir sulh hedeflenmeli; küs milletleri de barıştırma
ve dargın halkların birbiriyle irtibatını sağlama yolları aranmalıdır.
(19:27)


Soru: 2) Kur’an-ı Kerim, hemen her mevzuyu anlatırken sözü
bir şekilde âhirete getiriyor. Bugün miras taksimi, arazi sınırı tayini, kadın
erkek münasebetleri ya da gelin ve damatla ilgili problemlerden dolayı,
dargınlıklardan büyük kavgalara kadar pek çok niza meydana geliyor. Zikredilen
sebepler yüzünden birbirine küsen kimselerin barıştırılmaları hususunda âhiret
inancı nasıl kullanılabilir? (24:30)



-Dargınlık ve küslük, başka olumsuzluklara da sebebiyet verir; kendini temize
çıkarma, başkalarına laf yetiştirmeye çalışma, gıybet etme, hatta bazen iftirada
bulunma gibi kötü düşüncelere, yanlış fikirlere ve çirkin fiillere sevkeder.
Bunların hepsi âhiret hesabına birer kayma sayılır ve ötede insanı zor durumda
bırakır. (25:04)

-Başkalarını enîs ü celîs görme, insanların gönüllerini
fethetme ve kendi gönlünde de herkese bir yer hazırlama, Hak katında öyle makbul
bir ameldir ki, belki de o, ötede “üns billah”a vesile olacaktır.
(26:10)

-Çocukların yüreklerini ferahlatıp onları kanatlandıracak,
gençlerin iradelerinin zimamını çekip onları fenalıklardan koruyacak,
ümitsizlikle kıvranan yaşlıların gönüllerine inşirah salacak iksir, âhirete
imandır. Çocuklar, âhiret inancı sayesinde, pek çok korkulardan, endişelerden ve
inkisarlardan kurtulurlar; arkadaşlarının ölüm haberini alsalar “Cennet’in bir
kuşu oldu!.” der, rahatlarlar. Gençler, ötede hesaba çekileceklerine
inanırlarsa, kendilerine çeki düzen verir, hayatlarını sırât-ı müstakîm
ekseninde sürdürmeye çalışırlar. Yaşlılar, çocuk hükmüne geçen seriü’t-teessür
ruhlarında ve mizaçlarında mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli ümitsizliğe,
ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle karşı koyarlar. (26:44)

-Şayet dargınlar ve
küsler, âhirete iman nazarıyla meseleleri değerlendirir ve buradaki amellerinin
öteye nasıl aksedeceğini düşünürlerse, hemen sulh çizgisine yanaşacak ve barışma
yolları arayacaklardır. (29:23)


Soru: 3) Bazı insanların haset, inat, gadap ve kinlerine
bakılınca, onları diğerleriyle barıştırmamak daha hayırlıymış gibi görünüyor.
Mesela; bir gelin, eşinin evinde çok mutlu, mesut; fakat kendi anne-babasıyla
küs. Ne var ki, barıştırılsalar babasının şerlerine maruz kalacak. Bu tür
kimseleri barıştırmamak mı daha hayırlıdır? (29:44)



-Herkesi barış yolculuğuna çağırmak ve hiç kimseyi sulh atmosferinin dışında
bırakmamak esas olmalıdır. Her insanı kendi konumuna göre rehabilitasyona tabi
tutmak ve herkese insanlık ufkunu göstermek lazımdır. Bu konuda, dinin
birleştiriciliği ve kanaat önderlerinin tecrübeleri de mutlaka kullanılmalıdır.
(30:09)

-Bazı insanlara bir kere söylemek yetmeyebilir. Nitekim, Allah
Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Cehil’e belki elli defa mesajını
sunmuştur ama o, temerrüdünden bir türlü vazgeçmemiştir. Bugün de, bir kısım
kimseler aynı inatçılığı sergileyebilirler. Her şeye rağmen, “barış elçileri”
her fırsatı değerlendirmeli ve sulh çağrısında ısrarcı olmalıdırlar.
(31:00)

-İnsanları barıştırma ve uzlaştırma yolundaki her cehd ve gayret
ibadettir. Bazıları inat edip sulhe yanaşmasalar da, barıştırma gayretindeki
insanlar havanda su dövmüş değil, kendi vazifelerini yapmış ve sevaplarını almış
olurlar. (31:46)

-Kimseye küstüğümü hatırlamıyorum. Öyle insanlar var ki,
senelerdir aleyhimde yazıp çiziyorlar. Mesala, birisi, kırk elli senedir,
güldüğüm zaman aleyhte bir yazı yazıyor, ağlasam onun da aleyhinde yazıyor. Çok
büyükler dahi kötülük yapanlar hakkında “Yuvarlansın, Cehennem’e gitsin!..”
demişler; fakat, benim tabiatımda yok, onu bile demiyorum. Bir kere, ihanet eden
birisi hakkında, “Allah onu cezalandırsın” diye aklımdan geçti. Fakat, hemen
kendi kendime “Yahu ne hakla!..” dedim, odama girdim, hıçkıra hıçkıra ağladım.
Bir insanı Cehennem’e mahkum etmek de ne demek?!. (33:46)

-Allah huzuruna
kalbimiz temiz olarak gitmeliyiz; hiç kimseye karşı içimizde “gıll u gış” (gönül
fesadı, karışıklık, menfi duygular) olmamalı. Evet, Allah huzuruna temiz ve pak
gitmeli.. O’nun beklemesine cevap olarak gitmeli.. canın, cânâna koşması gibi
gitmeli.. ve gidiş zamanına kadar da hayatı bu çizgide arınmış olarak
sürdürmeli. (35:23)