Mesâî ve Himmet

Mesâî ve Himmet

Soru: 1) Bir hizmet insanının mesâî anlayışı nasıl olmalıdır? Mesâînin takdir edilmesi ve değerlendirilmesi konusunda, hizmet mahallinde geçirilen zaman ile yapılan işin kalitesi hangi ölçülerde göz önünde bulundurulmalıdır? Fedakârlığın mesâîye bakan yanıyla alâkalı mülahazalarınızı lutfeder misiniz?



-Bir yönüyle teveccüh etmek ve yönelmek, diğer bir açıdan yardıma koşmak ve el uzatmak, bir başka zaviyeden de gayret etmek ve çalışıp didinmek manâlarına gelen “himmet” kelimesi, bugün infakta bulunma ve hayır yollarında koşturup durma anlamında sıkça kullanılmaktadır. Aslında, Cenâb-ı Hakk’a teveccühün bir unvanı sayılan ve O’nun rızasına ulaşmanın bir basamağı kabul edilen hayırlı faaliyetlerin bütününe “himmet” denebilir. Bu açıdan da, mal ya da para, ilim veya amel, sıhhat yahut zeka… Cenâb-ı Allah’ın lütuf buyurduğu her türlü rızıktan infakta bulunmak ve bu şekilde dine ve millete hizmet etmek himmettir. Dolayısıyla, insanın Hak yolunda vaktini vermesi ve mesâîsini bu düşünceyle değerlendirmesi, onun himmet duygusuyla çok alâkalıdır. (01:01)

-Hem himmet etmede hem de mesâî tanziminde, tabiat-ı beşeriye de nazar-ı itibara alınmalı; insan olduğumuz, aileye karşı sorumluluğumuz, çoluk çocuğun maişeti, üzerimize alacağımız yükün götürülebilirliği gibi hususlar da göz önünde bulundurulmalı ve mesele dinin özündeki “yüsr” (kolaylık) esasına bina edilmelidir. (02:10)

-Din-i mübîn “yüsr” üzere vaz’ edilmiştir; fıtratları ve karakterleri gözetmeden, onu şiddetlendiren ve ağırlaştıran kimse, dinin ruhuna aykırı bir iş yapmış olur. Zira, kolaylık üzere bina edilmiş ve müsamahaya dayalı gelmiş bu dini zorlaştırmamak ve ondan nefret ettirmemek; bilakis yaşanabilir olduğunu göstermek ve sevdirmek, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in emridir. Bu itibarla da, her insanın hususiyetleri dikkatle ele alınmalı; kime, nerede ve ne ölçüde bir mesâî ya da himmet teklif edileceği çok iyi belirlenmelidir. (03:44)

-İnsan, üzerine alacağı mesuliyeti ve başladığı nafile bir ibadeti, daha sonraları da devam ettirecek şekilde tesbit etmelidir. Ezcümle; Abdullah ibn Amr ibn Âs hazretleri, her gün oruç tutmak ve sabaha kadar namaz kılmak istiyor; kendini ibadete verdiği zamanlarda da ailesiyle gerektiği kadar meşgul olamıyordu. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona her hak sahibine hakkını vermesini, ailesinin hukukunu da gözetmesini ve bu arada her zaman yapabileceği, hiç terketmeyeceği şekilde bir mesuliyetin altına girmesini tavsiye buyurmuştu. (06:23)

-Asr-ı Saadet’te herkes kendi imanının derinliğine, İslamî heyecanının debisine ve marifet enginliğine göre bir çizgi belirliyor; kimisi malının kırkta birini, kimisi de yarısını Allah için veriyordu. Hazreti Ebu Bekir gibi cömertlikte zirve ruhlar ise “Mevlâ-yı Müteâl infakı emretti ama o hususta bir tahdit koymadı; öyleyse bana, her şeyimi O’na feda etmek düşer!” deyip bütün varlıklarını infak ediyorlardı. Bu, onların büyüklüğüne çok yakışan bir duygunun neticesiydi ve herkesi değil sadece kendilerini bağlayan bir düşünceydi. Dolayısıyla, normal insanları, “subjektif mükellefiyet” çizgisine zorlamak, ona “teklif-i mâlâ-yutak”ta bulunmak manasına gelir ve “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın…” hakikatına ters bir davranış sayılır. (09:43)

-Mü’min, her zaman hareket hâlinde olmalıdır. O, mesâîsini öyle tanzim etmelidir ki, hayatında boşluğa hiç yer kalmasın. Gerçi mukteza-i beşeriyet olarak dinlenmeye ihtiyaç duyduğunda o da dinlenecektir ama böyle bir dinlenme de yine aktif dinlenme şeklinde gerçekleşmelidir. Meselâ, dimağı okuma ve yazma ile meşgul olan ve yorulan biri, yan gelip yatabileceği gibi, pekâlâ meşguliyet değiştirerek de dinlenebilir; Kur’ân okuyabilir, namaz kılabilir. Hâsılı, gerektiğinde bir meşgaleyi bırakıp diğerine geçmek suretiyle iş çizgisini değiştirme ve böylece “çalışarak dinlenme, dinlenirken çalışma” metoduyla hareket etme mü’mince bir davranış olsa gerek. (10:50)

-Fedakârlık, insanlardan zorla istenmez. Himmet ve gayret mevzularında herkes iyi bir rehabilitasyona tabi tutulabilir; fakat, fedakârlık zorla yaptırılmaz; o, insanın vicdanına, gönlüne ve iradesine bırakılır. Nitekim, kendilerinden ilk defa himmet talep edilince, çok az bir parayı canından bir parçayı verircesine zorlanarak veren bazı insanlar, işlene işlene ve alışa alışa zamanla Cenâb-ı Hakk’ın verdiği malı, O’nun yolunda gönül hoşnutluğuyla harcayan ve adeta vermeye doyamayan birer “infak tiryakisi” haline gelmişlerdir. (12:15)

-Kur’an-ı Kerim, saçıp savuranlara “şeytanların kardeşleri” demektedir. Zira, savurgan kimseler, küfran-ı nimet, nankörlük, haddi aşma ve israf çizgisinde İblis’e yoldaş, şeytanlara kardeş olmaktadırlar. Onlara mukabil, meleklerin kardeşleri ve ruhânîlerin yoldaşları olan cömert insanlar da var. Bu fedakâr ruhlar sayesindedir ki, bugün dünyanın onlarca ülkesinde okullar ve müesseseler açılıyor. (15:45)

-Mesâî meselesinde, hizmet mahallinde geçirilen zaman tabii ki önemlidir; fakat, adanmış bir ruh, üzerine aldığı vazifeyi en başarılı bir şekilde yerine getirmek için gerekirse gece-gündüz çalışıp duran, âdeta yaptığı o işte fâni olan, oturup kalkıp sorumluluk sahasında bir arıza çıkmaması ve falso yaşanmaması için gayret sarf eden, mesleğinin adamı ve işinin âbide şahsiyetidir. (19:29)


Soru: 2) Eserlerde; toplumun ilerlemesi ve huzura ermesi için “mesâîlerin tanzimi”, “emniyetin tesisi” ve “teavün düsturunun teshili”ne ihtiyaç olduğu; bunların da ancak dinin evâmir-i kudsiyesi, takvâ ve salâbet-i diniye ile gerçekleşeceği ifade ediliyor. Özellikle mesâî meselesinde, takva ve salâbet-i diniyenin tesirini lutfeder misiniz? (22:00)



-Hizmet mahallinde zamanın iyi tanzim edilmesinden vazifenin hakkının verilip verilememesine kadar bazı meseleler vardır ki, insan onlardan mesuldür; ahirette hesaba çekilecektir. Dolayısıyla, dinin emir ve yasaklarına karşı fevkalâde duyarlı olmak, mükâfattan mahrumiyet veya cezayı gerektiren davranışlardan uzak kalmaya çalışmak takvanın bir yanını teşkil etmektedir. Ayrıca, tekvinî emirlere riayet etmek, yani, Allah’ın kainatta câri sünnetine (kanunlarına) uygun davranmak da takvanın önemli bir buududur. Bu açıdan, sorumluluk dairemizle alâkalı muhtemel problemleri önceden düşünmek ve bunlara çözüm yolları geliştirmek de takva anlayışımızın gereğidir. (22:33)

-Bir mü’minin hayatı her zaman çok ahenkli olmalıdır. O, ne zaman ne yapması gerektiğini, nelerle meşgul olması ve hangi işlerle uğraşması lazım geldiğini önceden bilmeli ve ona göre davranmalıdır. O, hem Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluk vazifelerini hem diğer insanlarla alâkalı sorumluluklarını hem de kendi şahsî işlerini ve bunlardan hangisini ne zaman yapacağını mutlaka önceden tayin etmeli; her haliyle bir düzen ve intizam örneği sergilemelidir. Zaman tanzimi ve iş taksimini çok iyi yapmalı; hiçbir anını boş geçirmemeye çalışmalıdır. (25:09)

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in fetânetinin ayrı bir derinliği de hangi işi kimin yapacağını çok iyi bilmesi ve bir vazife için tayin ettiği insanı daha sonra değiştirme mecburiyetinde hiç kalmamasıdır. Mü’minler de aralarında işlerin taksimini dikkat ve itina ile yapmalı; kim hangi işte başarılı olacaksa, onu orada istihdam etmelidirler. (26:30)

-Kur’ân, hayat düsturu olarak teâvün ve tesânüdü (yardımlaşma ve birbirine dayanma) esas almakta; “İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Mâide, 5/2) buyurmaktadır. Evet, mü’minler, bütün sâlih amellere ve takva dairesine yapışma hususunda birbirlerine yardımcı olmalı ve birbirlerine dayanarak dini yaşamaya çalışmalıdırlar. (30:25)

-İster devlet dairelerinde isterse de özel kuruluşlarda ya da hizmet müesseselerinde belirlenen mesâîye mutlaka riâyet edilmelidir. Bir toplantıya bile tayin edilen saatte gitmemek ahde vefasızlık ve sözünde durmama manasına gelir; hak katında mesuliyeti vardır. (33:06)

-Toplantı ve programlarımızın verimli olabilmesi için, görüşülecek mevzuların önceden belirlenmesi ve görüşmelerin ciddiyetle not edilen o maddeler üzerinden gerçekleştirilmesi lazımdır. Zira, üzerinde durulacak konular, irticâlînin dağınıklığına emanet edilirse, konuşma çerçevenin dışına taşar, söz uzar gider ve çoğu zaman işin içine hissiyat da girer. Bu itibarla, disiplinliler hareketinin gönüllüleri, her şeyde bir nizam ve disiplin gözettikleri gibi, vaktin güzel değerlendirilmesi mevzuuna da çok dikkat etmeli; toplantılarda ve hatta telefon konuşmalarında zaman ve kelam israfı yapmamaya azami özen göstermelidirler. (35:55)