Paranoyaların Gereği, Gayr-ı Meşru Sevginin Neticesi ve İradenin Güçlenmesi

Paranoyaların Gereği, Gayr-ı Meşru Sevginin Neticesi ve İradenin Güçlenmesi

Çay Faslından Hakikat Damlaları:

1. On Elimiz de Olsa Hizmete Ancak Yeter!..

-Sürekli iyi düşünmek, güzel görmeye çalışmak ve iyi şeyleri ikâme etmeye bakmak lazım. Yoksa bazı kimselerin yaşadıkları paranoyalara paranoya ile mukabele eder, “Falanlar bize karşı şöyle duruyorlar. Onlar bizim hakkımızda şöyle düşünüyorlar. Biz de şunu şöyle, bunu böyle yapalım!” vehimlerine binaen benzer paranoyalara bağlı stratejiler üretmeye kalkarsak, bu bizi öyle meşgul eder ki yapmamız gerekli olan hizmetleri yapamayız. (00:38)

-Biz başkalarının paranoyalarına hiç aldırış etmeden doğru bildiğimiz işleri yapmaya devam etmeliyiz. Doğru bildiğimiz işlerin başında, Allah’ı kullarına sevdirmek, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’i herkese tanıtmak ve elimizden geliyorsa insanların hepsini Cennet’e yönlendirmek gelir. İşte biz bu doğruları gerçekleştirmeye kilitlenmeliyiz. (01:53)

-İlahî Beyan’da raûf ve rahim olarak tavsif edilen Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları ebedî hüsrandan kurtarma dâvasına o kadar gönülden bağlanmıştı ki, Kur’ân-ı Kerim, O’nun bu konudaki ızdıraplarını, “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” (Kehf, 18/6) diyerek dile getirmektedir. Hem ta’dil ve tembih hem de takdir ve iltifat ifade eden bir başka ayet-i kerimede de Cenâb-ı Allah, Rasûl-ü Ekrem’ine “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin” (Şuara, 26/3) şeklinde hitap etmektedir. Benzer ayetler mü’minlere beşerin ebedî saadetini düşünmekten kaynaklanan bir hüzün yolunu göstermekte ve bize yaşatma duygusuna kilitlenme gereğini işaret etmektedir. (02:56)

-El âlem sizin hakkınızda şöyle böyle düşünüyor ve kendi paranoyalarına göre değişik stratejiler oluşturuyorlar. Bazıları “Biz belli bir yol, belli bir yöntemle belli şeyler elde ettik. Bunlar da bir gün güç haline gelince aynı şeyleri yaparlar!” mülahazasını taşıyor olabilirler. Buna karşı da elli türlü alternatif oluşturabilirler. Fakat bunlar bizi bağlamamalı, kendi yolumuzdan alıkoymamalı. Bizim duygu ve düşüncemiz Allah’ı ve İnsanlığın İftihar Tablosu’nu sevdirme olmalı. (04:08)

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyor: “Allah’ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin!..” Fakat, biz bunu gerçekleştiremedik. Belli bir dönemde insanlığa fetret devrini biz yaşattık. Kendimize takılmaktan vazgeçerek dünyanın dört bir yanına açılarak İnsanlığın İftihar Tablosu’nu kendi ihtişamıyla tanıtamadık. Bir kabul etme ve “Bu çok büyük bir insan” deme bile çok önemlidir. Bunu derlerse, Allah onlara bir adım daha attırır ve “Muhammedun Rasûlullah” da derler.. der ve kurtulurlar. Ne var ki, insanlığa fetreti biz yaşattık. Belki onların da bunda tesirleri vardı; duyarsızlıklarının, önyargılarının, âbânın (yönlendiren, fikir veren, yol gösteren babalarının) ifsadının tesirleri vardı. Fakat, biz azıcık tanıtabilseydik, sözünü ettiğimiz kadar tavırlarımızla da İslam’ın güzelliklerini sergileyebilseydik, belki böyle karanlık bir dünyayla karşı karşıya kalmayacaktık. (04:50)

-Size yakın, hatta çok yakın, aynen sizin gibi düşünen, başını yere koyan, Allah karşısında iki büklüm olan insanlar sizin hakkınızda suizanlara düşebilirler. Fakat onlar ne düşünürlerse düşünsünler.. paranoyalarına bağlı ne türlü planlar yaparlarsa yapsınlar, bize düşen vazife, evvela Allah’ı ve Peygamberi sevip sevdirmek.. sonra da Allah’tan ötürü insanların birbirlerini sevmesini sağlayıp bir barış ortamı oluşturmaya çalışmaktır. Bunu gerçekleştirebilmemiz için öncelikle dağınıklıktan kurtulmamız ve elin âlemin medya yoluyla sürekli ortaya atıp insanları meşgul ettikleri iddialara, isnatlara, takılmamamız lazım. (09:15)

-İhtimallere binaen planlar oluşturmaktan sakınmak lazımdır, zira onun arkasında çok büyük bir su-i zan vardır. Herkesin kötülük yapabileceği ihtimaline bağlı plan ve projeler oluşturmak çok ciddi bir su-i zan ihtiva eder. Su-i zan da bazen insanı tepe taklak götürebilecek bir günahtır. (11:05)

-Sözün özü: Kendi işimizle uğraşalım, başkalarının paranoyalara dayalı bir kısım kuruntularıyla meşgul olup himmetimizi, gayretimizi, efkârımızı dağıtmayalım. Hazreti Üstad buyuruyor ki: “İki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.” (12:02)

2. “Gayr-ı meşru muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir.” (12:33)

-Hazreti Pir, “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” kaidesine dikkatleri çekiyor. Evet, bazen birilerine karşı öyle bir alaka gösteririz ki, aslında onların nezd-i uluhiyette o alakaya liyakatleri yoktur. Fakat biz o mevzuda dengeyi koruyamayız, “ille de onlar” deriz ve hiç farkına varmadan onlardan şefkat tokatı değil de öyle nikmet tokatları (intikam, azap, kahır şamarları; içinde hiç merhamet bulunmayan hiddet silleleri) yeriz ki dünyaya geldiğimize de geleceğimize de bin pişman oluruz. (12:45)

-Dengede kusur etmemek lazım; herkes ne kadarsa, o kadar alaka göstermek lazım. Delice, divanece alaka gösterilecekse şayet, o Allah’â, İnsanlığın İftihar Tablosu’na, Hulefâ-yı Râşidîn’e ve derecelerine göre Ashab-ı Kirâm’a karşı gösterilmelidir. Toplumda ihya edilmesi gerekli olan duygular bunlardır. (13:35)

-Biz Allah sevgisi mahrum-zedeleriyiz.. biz Peygamber sevgisi mahrum-zedeleriyiz. Kaç insan gösterebilirsiniz eskiden olduğu gibi camilerde Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-enâm bahis mevzuu edildiği zaman bayılıp düşüyor, kalb masajı yapıp onu yeniden hayata döndürüyorlar. Hiç gördünüz mü böyle birisini!.. Evet, biz muhabbet mahrumu insanlarız. Allah sevgisini çaldılar bizden.. Peygamber sevgisini çaldılar. Sevgi kabiliyetimizi bütünüyle dünyaya ve kendimize bağladılar. Sevilmesi gerekli olanları sevilmesi gerektiği ölçüde derinlemesine sevemedik. O sevgiyi suiistimal ettik. Bazen birisi şöyle bir iyilik yapacak diye ona öyle bir sevgi duyduk ki bu da gayretullaha dokundu; Cenâb-ı Hak suratımıza bir şamar indirdi ve âdeta ‘Aklınızı başınıza alın.. onlar o kadar teveccühe, o kadar takdire layık değillerdi.’ dedi.” (14:12)

-Evet, bu mevzuda dengeyi koruyamadığımızdan dolayı gayr-ı meşru muhabbetin cezası olarak merhametsizce tokatlara müstahak olduk. Tokatlıyor Allah: Aklınızı başınıza alın; bu ölçünün insanları değil onlar!..” (15:28)

-Anlatılan gerçeklerin, vicdanlarda ma’kes bulmasının bir tek yolu vardır; o da, gönülden inanmak ve inandıklarını yaşayıp anlatmak. Cenâb-ı Hak Hazreti İsa’ya,

يَا عِيسى عِظْ نَفْسَكَ فَإنِ اتَّعَظَتْ بِهِ فَعِظِ النَّاسَ وَإلاَّ فَاسْتَحْي مِنِّي

Ey İsa! Önce kendi nefsine nasihat et; o, bu nasihatı tuttuktan sonra başkalarına hayırhâh olmaya çalış; yoksa benden utan.” buyurur. (16:24)

Soru: İradeyi besleyen kaynaklar nelerdir; insan hangi vesilelere başvurmalıdır ki iradesini kuvvetlendirebilsin ve bir irade insanı haline gelsin? (17:55)

-İrade her şeyden önce imanın gücüyle doğru orantılı olarak kuvvetlenir; dolayısıyla imanı, Allah’la münasebeti ve Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz ile irtibatı takviye etmek lazımdır. (18:12)

– İrade, âlem-i emir içinde, vicdan mekanizmasının dört temel unsurundan birisidir. Bediüzzaman Hazretleri’nin sehl-i mümteni diye nitelendirebileceğimiz o enfes üslûbuyla ifade ettiği gibi, irade “Bir meyelan (eğilim) veya meyelandaki tasarruftur.” Hazreti Üstad, Kader Risalesi’nde iradenin güçlendirilmesiyle alakalı da şifre diyebileceğimiz bir cümle söylemekte, anahtar kelimeler serdetmektedir: “Dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.” (20:47)

-Şeddad bin Evs’den (radıyallahu anh) rivayet edilen hadisin “Seyyidü’l-İstiğfar” olarak anılan şu kısmı istiğfar için önemli bir duadır:

اَللّٰهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لاَ إِلـٰهَ إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَيَّ وَأَبُوءُ لَكَ بِذَنْبِي فَاغْفِرْ لِي ذُنُوبِي فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إلاَّ أَنْتَ

“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Senin kulunum. İman ve ubûdiyetimde gücüm yettiği kadar Senin ahd ü misâkın üzereyim. Yâ Rabbi! Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Senin bana in’âm ve ihsan buyurduğun nimetleri ikrar ve itirâf ettiğim gibi kendi kusur ve günâhlarımı da itirâf ediyorum. Rabbim! Sen beni afv ü mağfiret eyle. Zîra, Senden başkası günahları afv ü mağfiret edemez, yegâne Gafûr Sensin.” (Bu duayı her sabah dört kere söylemek sünnettir.) (22:27)

-İslâmiyeti bihakkın yaşama, mükellefiyetleri hassasiyetle yerine getirme ve imanı amelle derinleştirme de irâdeyi besleyen önemli kaynaklardandır. Bunun ötesinde, Hak inâyetinin, insanın gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili ve tutup yakalayan eli hâline gelmesi ise, onun teheccüd namazı gibi nâfilelerdeki titizliğine bağlıdır. (23:28)

-Şair der ki: “Bir bağ ki görmezse terbiye, tımar / Çalı çırpı sarar, haristan olur.” Gülistan, baharistan, bostan olması mümkün bir kalb/bir irade, terbiye görmezse, diken tarlasına döner. (24:47)

-İman ile küfür birbirinin tam zıddıdır. Bir insanda küfür sıfatları varsa, ondan imana dair bazı sıfatlar uzaklaşmış olur. Bu itibarla da küfrün en küçük iz ve emaresinden bile kaçmak lazımdır. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde,

ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ بِهِنَّ حَلاَوَةَ اْلإِيمَانِ: أَنْ يَكُونَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُما، وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ، وَأَنْ يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِي الْكُفْرِ بَعْدَ أَنْ أَنْقَذَهُ اللَّهُ مِنْهُ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِي النَّارِ

“Üç haslet vardır, bunlar kimde bulunursa, o, imanın tadını duyar: Allah’ı ve Rasûlünü her şeyden ve herkesten daha çok sevmek; bir kulu sırf Allah rızası için sevmek; Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm’ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak.” buyurmaktadır. (27:22)

-Evet, irade, bir eğilim veya eğilimde tasarruftur. Yani iki şeyden birini seçme durumunda bulunan bir insanın, o iki şeyden herhangi birini seçme cehd ve gayretini ortaya koymasıdır. Aslında bu, bir şart-ı âdidir ve tabiî bu şart-ı âdide, sebeple müsebbep arasında tenasüb-i illiyet prensibine göre bir münasebet de aranmaz. Yani cihanları aydınlatan bir elektrik şebekesinin düğmesine dokunma ile aydınlanma veya koskoca sistemlerin yıkılması veya teessüs edilmesinin, sizin bir üfürüğünüze bağlanması ve sırf sizin üfürüğünüzle o sistemin yıkılması veya kurulması gibi. İbadetlerimizin ve kulluğumuzun karşılığında içindeki bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içerken lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmaklarıyla (Muhammed Sûresi, 47/15) ebedî Cennet’in verilecek olması da böyledir. İnsan kendi kendine ebedî olamaz ama Allah’ın ebediyetinin gölgesi olarak ve Allah’ın ebedî kılmasıyla ahirette insan ebedî olacaktır. (28:37)

-İnsanın bir şart-ı adî olan iradesinin hakkını vermesi aynı zamanda dua yerine geçer. Samimi dua edene de Cenâb-ı Hak, icâbet buyurur. Kur’an-ı Kerim bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

“Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.” (Bakara, 2/186) (33:43)