Pişmanlık, Tevbe, Endişe ve Ümit

Pişmanlık, Tevbe, Endişe ve Ümit

Soru: Hâl-i hazırda mücrim ve gelgitler yaşayan bir insanın –şayet menkıbesi doğruysa– Fudayl İbn Iyaz hazretleri gibi ya da bazı büyüklerin hayatlarında anlatıldığı şekliyle şok bir hadise neticesinde inayetin ziyadesine mazhar olacağını ve istikameti bulacağını düşünmesi doğru mudur? Böyle bir mülahazanın dengesi hangi hususlara bağlıdır?


-Tasavvufun daha adı yokken onu bir zühd çizgisi şeklinde değerlendirip hayat felsefesi haline getiren o ilk sofiler hakkında değişik menkıbeler anlatılmaktadır; o hadiselerin bazılarının yakıştırma olma ihtimali vardır. Fakat şüphesiz, hata ve günahlar karşısında o Hak dostlarının gönülleri büyük bir nedamet hissiyle dolmuş ve onlar tevbe kurnaları altında arınmak için ölesiye gayret göstermişlerdir. (01:03)

-Fudayl İbn Iyaz ve Bişr-i Hafî de bir anda ciddi bir şekilde Allah’a yönelişi gerçekleştirip tevbe, inâbe ve evbe kanatlarıyla insanlığın zirvesine yükselen Hak âşıkları arasında zikredilirler. (02:22)

-Günahın en kötüsü de işlenmiş olsa Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemelidir. Ne var ki, insan günahını her hatırladığında onu yeni işlemiş gibi pişmanlık duymalı, mahcubiyetle iki büklüm olmalı ve tevbeyle Allah’a sığınmalıdır. (04:45)

-Bediüzzaman hazretleri, içinde yaşadığı dönemin ağır şartları altında, hakiki takvâyı elde etmenin çok zor olduğunu görmüş; takvâ mülahazasını ortaya koyarken, insanların ümidini bütün bütün kırmamak, takvâ dairesinin kapısını tamamen kapalı göstermemek ve –ihtimal– hizmet dairesini daha geniş tutmak için farzları yerine getiren ve büyük günahlardan uzak duran kimselerin müttakilerden sayılacağını ifade etmiştir. “Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrât kazanmaktır. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur.” buyurmuştur. (08:45)

-Günaha girmeme düşüncesiyle insanlardan uzak yaşamak ve topluma karışmamak bir yönüyle kabul edilebilir görünse de, böyle bir mülahaza bir başka açıdan egoizmanın değişik şekilde tezahürüdür ve büyük bir bencilliktir. Zira mü’min, diğer insanların ebedî saadete ulaşmalarını da düşünmek zorundadır ve kurtuluşunu başkalarını kurtarmaya bağlamalıdır. Ayrıca, hayatın her biriminde doğru temsilcilere ihtiyaç vardır. (10:50)

-İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanların arasına karışan, onların eza ve cefalarına katlanan mü’min, halktan uzak duran ve onların eziyetlerinden emin olmaya çalışan mü’minden daha faziletlidir.” Bu itibarla, takva dairesinin genişlik ve darlığı, insanları kurtarma mülahazası açısından belirlenmelidir ki Hazreti Üstad’ın takva tarifinde bu nükte vardır. (14:15)

-Bütün büyükler kendilerini mücrim ve fasık görmüşlerdir; fakat asla ümitsizliğe kapılmamış, gufran kapısından hiç ayrılmamış ve kurbet arayışından dûr olmamışlardır. (18:47)

-Hiç kimsenin ameli Cennet’e girmek için yeterli bir sebep değildir; amel, sadece kapının tokmağına dokunma demektir. (21:42)

-Allah insanı affetse de, insan -bir kere günaha girmişse- kendini asla affetmemeli; o günah her aklına gelişinde bir kere daha “offf” deyip nedametle inlemelidir. (23:08)

-İbrahim İbn Edhem ve Hazreti Ebu Bekir efendilerimizin yakarışları, bütün büyüklerin yapmış oldukları iyilikleri ve salih amelleri çok yetersiz gördüklerini ama –varsa– günah ve kusurlarını gözlerinde büyütüp kendilerini kuyunun dibinde kabul ettiklerini gösteren iki güzel misaldir. (25:34)

-Allah’tan korkmayandan korkulur. Hikmetin ilk disiplini Allah korkusudur. (32:13)