Sulh Her Zaman Hayırlıdır!..

Sulh Her Zaman Hayırlıdır!..

Soru: 1) Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)
Efendimiz’in aralarında bir niza vuku bulan kimseleri -kendilerinden bir talep
gelmese de- uzlaştırdığı rivayet ediliyor; geçmişimizde de bilhassa borç,
tazminat ve ta’zir cezaları için “muslihûn” denen kimselerden müteşekkil sulh
heyetlerinin yaygın olduğu anlatılıyor. Bugün ailevî meselelerden içtimaî
problemlere kadar pek çok konuda bu muslihûn heyetlerinin eksikliğinden
bahsedilebilir mi? Şayet böyle bir eksiklik söz konusu ise, bu nasıl
giderilebilir?

 

-“Sulh” kelimesi, ıslah etmek, onarmak, anlaşmak, barışmak ve fesadı ortadan
kaldırmak mânâlarına gelmektedir. Herhangi bir anlaşmazlığı gidermek için iki
kişi veya iki taraf arasında yapılan sözleşmeye de “sulh” denmektedir. (01.12)

-Osmanlı döneminde sulhun sistemli bir şekilde uygulanmasında önemli bir
yere sahip olan “uzlaştırıcılar” bazı kayıtlarda “muslimûn muslihûn”,
bazılarında ise sadece “muslihûn” veya “muslimûn” unvanıyla zikredilmektedir ve
bunlar en az üç kişiden oluşmaktadır. Ne var ki, bu heyetlerin devlet tarafından
tam organize edilip her tarafta yaygınlaştırıldığının ve bu şekilde bütün
problemlerin üzerine gidildiğinin söylenmesi mübalağa olur.
(02.08)

-Cenâb-ı Hak, -mealen- “Eğer karı kocanın birbirinden
ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir
hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf işi düzeltmek
isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah alîm ve
habîrdir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır).” buyurarak toplumun
en küçük yapı taşı aileden başlamak üzere insanların arasının bulunması için
hakeme başvurulması gerektiğini nazara vermektedir. (03.00)

-“Eğer bir
kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe
ederse, bazı fedakârlıklarda bulunarak sulh olmak için gayret göstermelerinde
mahzur yoktur. Sulh elbette daha hayırlıdır. İnsanın özünde kıskançlık duygusu
vardır; nefisler menfaatlerine düşkün yaratılmıştır. Eğer siz iyi davranıp arayı
düzeltir, kadınların hakkını çiğnemekten sakınırsanız unutmayın ki Allah,
yaptığınız her şeyden haberdardır (İyi davranışlarınızın karşılığını size
fazlasıyla verecektir).” (Nisâ, 4/128) ayet-i kerimesi her zaman için sulh
yolunu göstermektedir. (03.45)

-Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem), “İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi), günü gelince
yine o gurbete avdet edecektir. Gariplere müjdeler olsun!..” buyurmuş; sonra da
“Onlar, bozguncuların yakıp yıktıklarını yapıp ıslah etmekle uğraşan,
müfsitlerin tahriplerini hızlandırdıkları dönemde dahi îmar ve ıslah hamlelerini
sürdüren kimselerdir.” diyerek garipleri tavsif etmiştir.
(04.57)

-Emniyet güçlerinden sivil toplum örgütlerine kadar toplumun her
kesiminin kendi üzerine düşeni yapması neticesinde, bütün yollar kullanılarak
sulhe yürünmelidir. Tehditlere kulak asılmamalı; toplumun birbiriyle kaynaşması
için her fırsat değerlendirilmelidir. İnsanların gönüllerinin fethine vesile
olabilecek “Eşref saat seyahati”, “Çarşamba hamlesi” ve “Salı şöleni” gibi
aktiviteler icat edilmeli; sürekli sulh ve dostluk köprüleri kurulmalıdır.
(08.35)

-Sulh ve emniyetin temininde ahiret inancının çok büyük bir
tesiri vardır. (11.40)

-İki kişi, eski bir miras meselesinden dolayı
Peygamber Efendimiz’e müracaat ederler; fakat, onlardan hiçbiri dâvanın
çözülmesi için gereken delilleri ortaya koyamaz. Bunun üzerine, Rasûl-ü Ekrem
Efendimiz, “Siz bana gelip dava açıyorsunuz. Belki sizin bazınız bazınızdan daha
düzgün ve beliğ bir şekilde ifadede bulunabilir. Ben de işittiğime göre hüküm
veririm. Şunu iyi biliniz ki, zahir delillere istinaden kime hakkı olmadığı
halde kardeşinin malını vermiş olursam o, bunu almasın. Zira, bu durumda ben ona
Cehennem’den bir ateş parçası vermiş olurum.” deyince, o iki insan da ağlayarak
“Benim hakkım kardeşimin olsun!” derler. (13.50)

-Ahiret inancı, söz
kesen bir mülahazadır. Kur’an-ı Kerim, hemen her mevzuyu anlatırken sözü bir
şekilde ahirete getirmekte ve ötede her şeyin hesabının verileceğini tekrar
tekrar hatırlatmaktadır. (18.00)

 

Soru: 2) Bir hadis-i şerifte, hesabı görülmemiş haklarla
ahirete yürüyen iki mü’minin hali tablolaştırılarak, mahşerde Cenâb-ı Hakk’ın o
iki mü’minin arasını bulacağı, Cennet’e bedel olarak hak sahibinden diğerini
bağışlamasını isteyeceği anlatılıyor. Sonra da, “Allah’tan korkun! Kötülük
yapmaktan sakının, birbirinizin arasını bulun. Çünkü Allah, kıyamet günü
mü’minleri sulh ettirecektir.” buyuruluyor. Meseleye bu açıdan bakılınca, ıslah
için “Allah ahlâkı” denebilir mi? (19.20)

 

-Esmâ-i Hüsnâ arasında “muslih” ismini göremiyoruz; fakat, bu Zât-ı
Ulûhiyetin “muslih” isminin bulunmadığı manasına gelmez. Zira, biz Cenâb-ı
Hakk’ın isimlerinin bütününü bilmiyoruz; büyük ölçüde dünya hayatına bakan,
başka bir ifadeyle “eşya, hadiseler, kainat ve Allah” yörüngesinde tecelli eden
isimlerin bazılarını biliyoruz. (19.53)

-Bir gün, Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla beraber otururken bir ara gülümser.
Orada bulunanlardan Hazreti Ömer, “Ey Allah’ın Rasûlü! Seni güldüren nedir?”
diye sorar. Efendimiz şöyle buyurur: Ümmetimden iki kişi Allah’ın huzurunda diz
çökerler; biri diğeri için, “Ey Rabbim! Bundan benim hakkımı al, dünyada bana
haksızlık yapmıştı.” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ hak yiyen zâlime “Kardeşinin
hakkını ver!” diye seslenir. O kişi (zâlim) de “Ey Rabbim! Sevaplarımdan bir şey
kalmadı ki.. ne vereyim?” der. Bunun üzerine mazlum, “Ya Rabbi! O takdirde benim
günahlarımdan bir kısmını yüklensin!” talebinde bulunur. Bu sırada
Peygamberimiz’in gözleri yaşla dolar ve “O gün büyük bir gündür. O gün, insanın
günahlarını başkalarının yüklenmesine muhtaç olacağı bir gündür!” buyurur.

Peygamberimiz bu hüzünlü tablonun arkasından hadisenin devamını şöyle
nakleder: Mazlumun, kendi günahlarının zalime yüklenmesini istemesi üzerine
Cenab-ı Hak mazluma hitaben buyurur ki, “Başını kaldır, cennetlere bak!” Mazlum
başını kaldırıp o tarafa bakınca hayret ve sevinçten, “Ey Rabbim! Gümüşten
şehirler, incilerle süslenmiş altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi
Peygamber’e aittir, hangi sıddîk ya da şehid için hazırlanmıştır?” der. Bu defa,
Mevlâ-yı Müteâl şöyle buyurur: “Bunlar senin zannettiğin zümreler için değil,
ücretini verenler için hazırlanmıştır.” Bunun üzerine mazlum: “Ey Rabbim!
Bunların ücretine kimin gücü yeter ki?” der.

Allah Teala, “Şu anda ancak
senin gücün yetebilir.” buyurur. Mazlum hayretle: “Nasıl ey Rabbim! Bende onlara
verecek ücret nerede!.. Ben onların bedelini nasıl ödeyebilirim?” deyince,
Cenab-ı Hak “Kardeşini affetmekle, ondaki hakkını almaktan vazgeçmekle.”
buyurur. Bu müjde karşısında mazlum da “Affettim Rabbim! Hakkımı almaktan
vazgeçtim.” der. Bu defa Cenab-ı Hak mazlum kişiye hitaben: “O halde tut
kardeşinin elinden ve onu Cennet’e koy!” diye emreder.

Rasûl-ü Ekrem
Efendimiz kıyamet günü gerçekleşecek bu olayı naklettikten sonra, “Allah’tan
korkun! Kötülük yapmaktan sakının, birbirinizin arasını bulun. Çünkü Allah,
kıyamet günü mü’minleri sulh ettirecektir.” buyurmuşlardır.
(23.00)

-Allah, dostlarını zayi etmez. (27.53)