Toplumda Çoğulculuk ve Ailede Beraberlik

Toplumda Çoğulculuk ve Ailede Beraberlik

Soru: Çoğulculuk (plüralizm), globalleşen dünyada sıkça
gündeme gelen bir konu ve genellikle önemli bir değer olarak kabul ediliyor.
İnanan insanların içtimaî hayatında çoğulculuğun yeri nedir? İzâfîye
(rölativizm) felsefesinin vartalarına da düşmeden çoğulculuk anlayışımız nasıl
olabilir?



-Çoğulculuk, İslam’ın ilk dönemlerinde isimsiz bir müsemma olarak doğrudan
doğruya hayatın içinde olmuş; insanların hissiyatları, mülahazaları ve
düşünceleri saygıyla karşılanmıştır. (01:05)

-Müslümanların kendi
ülkelerinde çoğulculuğa gelince; neyin nasıl düşünüleceği, neyin nasıl
tartışılacağı konusunda, endâze ve mihenk şunlardır: “Edille-i şer’îyye-i
asliye” dediğimiz Kitab, Sünnet, icma ve kıyas; bunların mütemmimi durumundaki
“edille-i şer’iyye-i tâliye” olan örfler, adetler ve gelenekler…
(02:20)

-En müstesna bir toplumda bile mutlak bir vahdet söz konusu
değildir. Orada da çok farklı fikir, kanaat ve uygulamalar görmek mümkündür.
Engin bir devlet adamı ve çok geniş bir düşünce sahibi olan Hz. Ömer’den Ebu
Zerr hazretlerine, Hz. Ebu Bekir’den Hz. Bilal-i Habeşi’ye kadar çok farklı
düşünen insanlar mevcuttur. Aynı menhelu’l-azbi’l-mevrud’tan beslenmeleri, hep
aynı kaynağa müracaat etmeleri, aynı manevi gıdayı almaları ve aynı hedefe doğru
yürümeleri açısından belli bir ölçüde yorumları yakın olsa da, her şeye rağmen
aralarında farklılıklar bulunduğu da bir gerçektir. İşte bu, bir yönüyle tabii
olarak bir çoğulculuktur. Ne var ki, o zaman itibariyle bu meselenin üzerinde
bir çoğulculuk olarak durulmamıştır. Buna isimsiz bir çoğulculuk müsemması
nazarıyla bakılabilir. (03:20)

-Kendi bünyemizde tabii bir çoğulculuğun
mevcut bulunduğunu kabullenerek bunu Allah’ın bir lütfu olarak görmemiz lâzım.
Bununla beraber, mezkur “edille-i şer’iyye-i asliye” mihenklerine her meseleyi
vurmak ve o endâzeden geçirmek suretiyle, tereddüt duymayacağımız bir doğru olup
olmadığını da tespit etmek durumundayız. Ne var ki, hissiyatımızın,
idraklerimizin, yorum kabiliyetlerimizin çeşitliği nisbetinde her zaman makbul
bazı farklılıklarımızın olabileceğini de göz ardı etmemeliyiz.
(05:10)

-Hadiste, “Cennetin göbeğine otağını kurmak isteyenler, cemaati
iltizam etsin, topluca yaşamaya baksın ve ayrılmasınlar” buyrulmaktadır. 
Evet, insanın, kendi hissiyatına, anlayışına, kabiliyetlerine, farklı
düşüncelerine, yetiştiği kültür ortamının farklılıklarına rağmen, müminler
topluluğu içinde, insanlar arasında onlardan biri olarak yaşamaya çalışması bir
yönüyle ibadettir. Böyle bir teşebbüste, farklı anlayışların, farklı
karakterlerin, farklı tevil kabiliyetlerinin dürtüleriyle yaşama meselesi söz
konusudur. (07:05)

-Küreselleşen bir dünyada çoğulcu olmaya gelince:
Bizimle aynı kaynaktan beslenen insanların bir yönüyle bir ittisal noktası, bir
hayt-ı vuslat bulabileceğimiz farklı mülahazalarına, içtihadlarına,
istinbatlarına, tahriclerine ve tercihlerine mukabil, dünyaya açılınca çok
değişik inanç, düşünce ve kültürün çocuklarıyla karşı karşıya kalacağız. Böyle
bir durumda, bazı şeylerden taviz vermek ve kendimizi aşınmalara maruz bırakmış
olmak gibi bir husus kat’iyen söz konusu olamaz. Burada alınacak tavır şöyle
özetlenebilir: Bir yönüyle insanlara karşı alakamız iki yönden ele alınabilir:
Onları bazı düşünceleriyle kabul etmemiz, bazı düşüncelerine karşı da itiraz
kayıtları ve muhalefet şerhleri düşmemiz. Onlar da bize karşı muhalefet şerhleri
koyabilirler. Çok defa da belki bu farklı yanları, bidayette öne çıkarmamak
suretiyle, onlarla münasebetler devam ettirilebilir. “Var”ları, -sonra üzerinde
konuşulmak üzere- muvakkaten “yok” hükmünde görebiliriz. İnsanlarla alakamızın
diğer bir yönü ise, Cenab-ı Hakk’ın insana, insan olarak atfettiği değer
açısından, onlarla münasebet içinde bulunmamız şeklindedir. (10:45) 


-Eğer bizler de bir avuç havari gibi, dünyanın dört bir yanına çok hızlı
bir şekilde gidebilseydik ve o ilk Müslümanlar gibi, Kur’an akliliğini,
mantıkiliğini muhafaza ile beraber yeryüzünün dört bir yanına göçler tertip
edebilseydik, dünyanın değişik yerlerinde öz değerlerimizin daha doğru şekilde
algılanmasına vesile olabilirdik. (13:20)

-Nerede nasıl olacağımız,
insanları nasıl karşılayacağımız, onlara kucağımızı nasıl açacağımız, bağrımıza
nasıl basacağımız hususu, değişik dönemler itibariyle farklılık arz edebilir.
Kendi değerlerimizden fedakârlıkta bulunmadan, kimliğimizden taviz vermeden ve
herhangi bir aşınmaya maruz kalmadan, bütün insanlara birer insan olarak değer
vermek, farklılıkların mevcudiyetini de bir vakıa ve bir realite olarak kabul
etmek, biraz realistçe ve rasyonelce davranmak suretiyle, Allah’ın izni ve
inayetiyle küreselleşmenin hakkını verebiliriz. (14:10)

-Burada şu
hususlara dikkat etmek gerekir: İnsanların da bizim düşünce dünyamıza katkıları
olabileceği mülahazasıyla, küreselleşmeden azami derecede istifade etme; onlara
bazı şeyleri dayatmama; onları reaksiyonelliğe ve tepkiye sevkedecek
davranışlardan uzak durma; inancımızı ve düşüncemizi, onları rahatsız etmeyecek
şekilde ve üslubunca ortaya koyma. (17:13)

-Kendi dünyamızda yapacağımız
şeyleri yaparken, orada çok zorluk çekmeyebiliriz. Fakat başka dünyalara
açıldığımız zaman, İslam’ın evrenselliğine sığınmamız icab edecek. Hadd-i
zatında, bizim alıp değerlendirdiğimiz veya bize sunulan temel disiplinlerin
ruhunda bu evrensellik vardır. Ne var ki neş’et ettiğimiz ortam ve blokaj,
onların inkişaf etmesine müsait olmayabilir. Dünyaya açıldığımız zaman, zaruret
ve ihtiyaçların o hususlarda da inkişaf etmemize vesile olması söz konusudur. O
mevzudaki darlık, İslam’ın evrenselliği ile alakalı değil, bizim neş’et
ettiğimiz ve yetiştiğimiz muhitin bize kazandırdığı veya bize dayattığı darlık
ile alakalıdır. Kaynaklarımızı yeniden gözden geçirmemiz, yeni muhataplarımıza
karşı genel davranışlarımızı, tavırlarımızı yeniden ayarlamamız, evrensel ve
âlemşumül olmayı yakalama adına önemli hususlardır. Başka bir deyişle,
mahiyetimizde çekirdek halinde bulunan “evrensellik”, bir im’ân-ı nazar ve
yoğunlaşmaya, bir fikir cehdine bağlı olarak ve kaynaklarımızı yeniden gözden
geçirme azminin ortaya konmasıyla, inkişaf edecektir. (22:07)


Soru: Özellikle bayanlar açısından aile hayatı ile kariyer
arasındaki denge nasıl olmalıdır? Farklı üniversitelerden kabul alan çocuklu
veya çocuksuz eşlerin, akademik çalışmalarını devam ettirebilmek için ayrı ayrı
yerlerde yaşamaları uygun mudur? Çocuğun anne-baba üzerindeki hakları
zaviyesinden de değerlendirmek gerekirse, bu konuda neler tavsiye edersiniz?
(25:44)



-Hayatlarının ileriki safhasında anne-babasını terk eden, “anne-baba”zede
kimseler, kim bilir belki belli bir dönemde şuuraltı müktesebatları itibariyle
yalnızlığa itilmiş çocuklardır. (27:10)

-Tarih boyunca kültürümüzde
kadın, daha ziyade çocuklarıyla meşgul olmuştur. Bu husus, “kadın çalışamaz”
manasına gelmemelidir. İster Devr-i Risalet-Penâhi’de (savaşlara bile iştirak
etmek şeklinde), ister Emevi döneminde, ister Abbasi döneminde, ister Osmanlı
döneminde (saraydaki kadınlar bile, çok önemli fonksiyonlar edâ etmişlerdir)
kadınların hayatın içinde olduklarını görmekteyiz… Kadının hayatın içinde
olması meselesini istiskal etmemek lazım. Ne var ki, o aynı zamanda inandığı
dinin kurallarına, yaşadığı hayatta da riayet etme mecburiyetindedir.
(28:20)

-Çalışacağı yerlerde ortam müsaitse ve yaptığı işlerde dinin
temel disiplinlerine aykırı bir durum bahis mevzuu değilse, kadının çalışmasında
bir mahzur yoktur. Ne var ki, “mesainin tanzimi”ne, “a’mâlin taksimi”ne ve başta
toplum nazarında bir molekül olan aile içindeki karı-koca arasında “teâvun
düsturunun teshili”ne ihtiyaç vardır. (29:30)

-Karı-kocanın kendi
aralarında anlaşmaları, ailevî mukavele yapmaları ve belli disiplinler
belirlemeleri neticesinde, aile ile alakalı vazifeleri aksatmamak ve çocukların
hukuklarına da riayet etmek şartıyla, kadın da inandığı gibi yaşayabileceği bir
zeminde çalışıp hizmet edebilir. (32:15)

-İnsan çok temayülleri olan bir
varlıktır. Onun bir kısım zaaflara açık olduğu inkâr edilmemeli ve görmezlikten
gelinmemelidir. O, eli ayağı, gözü kulağı, dili dudağı, zihni ve hayaliyle
levsiyat içine girmeye öyle müsaittir ki, “İsyan deryasına yelken açmışam /
Kenara çıkmaya koymuyor beni” beytinde dendiği gibi, -hafizanalah- dikkatli
yaşamazsa iffet sahilinden ayrılır da bir daha geriye dönemez. Bu husus hem
kadın hem de erkek için geçerlidir. Rica ederim, realiteleri görmezden
gelmeyelim. Realite planındaki iffetlere göre davranmaya bakalım ve hayali
iffetlere hüküm bina etmeyelim. (35:05)