Yaşatma İdeali.

Yaşatma İdeali.

Soru: Bugün bizim her şeyden önce “yaşatma ideali”ne sahip nesillere ihtiyacımız olduğu ifade ediliyor. Enaniyet ve bencillik asrı da denilen çağımızda “yaşatma ideali”ne sahip bir insan olmak ve öyle nesiller yetiştirmek ne ölçüde mümkündür? Kur’an-ı Kerimde, Ashâb-ı Kirâm’ın yüksek ahlakı arasında dikkat çekilen “îsâr” hasleti ile “yaşatma ideali” arasında nasıl bir münasebet söz konusudur?

-Namaz, oruç, hac ve zekât gibi mükellefiyet ve ibadetlerde bir kısım meşakkatler bulunsa bile dinde asla zorluk yoktur; İslam “yüsr” (kolaylık) üzere vaz’ edilmiştir. Fıtratları ve karakterleri gözetmeden, onu şiddetlendiren ve ağırlaştıran, dinin ruhuna zıt bir iş yapmış olur. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, “Bu din kolaylıktır. Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek dini geçmeye çalışmasın; (insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır.” mealindeki hadis-i şerifiyle bu hakikate dikkat çekmiştir. Öyleyse, insanlara güçlerini aşkın sorumluluklar yükleyerek, dini yaşanmaz hâle getirmemek gerekir. Kolaylık üzere bina edilmiş ve müsamahaya dayalı gelmiş bu dinde pek çok af alanı bulunduğunu hep hatırda tutmak icap eder. (01:07)

-Din kolaylık üzere vaz’ edilmiş olsa da bilhassa fikir işçileri ve beyin mimarlarının, Necip Fazıl’ın ifadesiyle öz beynini burnundan kusacak ölçüde bir gayret ortaya koymaları gerekmektedir. Gözlerinin içine bakılan, sözlerine kulak verilen ve adımları takip edilen bu kıvam insanlarının işin zor yanlarına katlanmaları ve yaşamaktan daha çok yaşatma peşinde bulunmaları icap etmektedir. (02:55)

-Kullana kullana kabullendiğimiz “ideal” kelimesi hedef, gâye, mefkûre ve gâye-i hayâl gibi mânâlara gelmektedir; Ziya Gökalp “ideal” yerine “mefkûre” kelimesini, Hazreti Pir de “gâye-i hayâl” tabirini tercih etmiştir. Aslında bu kelimelerin hepsiyle hemen hemen aynı mânâ ifâde edilmekte; insanın, bir gâyeye bağlanması, bir dâvâya adanması, yüksek bir hedefe kilitlenmesi ve oturup kalkarken, yerken içerken bile o gâyeyi, o dâvâyı ve o hedefi düşünmesi nazara verilmektedir. (03:48)

-Hazreti Üstad, “Gâye-i hayâl olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.” buyurmaktadır. Evet, hiçbir gâye-i hayali bulunmayan, bulunsa da ona göre zihnî hazırlığını tamamlamamış olan fertler ise, egoizmanın ağına düşmekten, nefsanî arzuların sürüklemesi ile hareket etmekten ve sadece yemeyi-içmeyi, rahatı ve eğlenceyi hedef hâline getirmekten kurtulamayacaklardır. Böyleleri sürekli ben merkezliliğin karakteristik hırıltılarıyla kibir, ucub, makam düşkünlüğü ve iktidar hırsını seslendirecek, herkesi hafife alıp âleme hep tepeden bakacak, hemen her zaman heva ve heveslerine göre hareket edecek ve ruhlarında içtimaî sorumluluk hissini hiç mi hiç duyamayacaklardır. (04:00)

-Türkçe Olimpiyatları’nda seyrettiğimiz “Mars’tan Gelen Talebe” yeryüzünde her yere gidilmiş olur ve gönlümüzün ilhamlarını gönüllerine boşaltacağımız kimse kalmazsa, yıldızlara merdiven dayama ve mesajımızı güneş sisteminin ötesine bile ulaştırma ufkunu göstererek yaşatma ideali adına çok önemli hususlara tercüman olmuştu. (04:16)

-Küreselleşen bir dünyada yeryüzünün hemen her yanında gürül gürül bir ses haline gelmezseniz, bulunduğunuz yeri bile size haram ederler. Sesinizi soluğunuzu dünya çapında bir koro ve milletinizi her yanda sevilen bir toplum haline getirmelisiniz. Öyle ki, yerkürenin herhangi bir yerinde size bir fiske vurulduğu zaman bütün dünyanın inlemesini temin etmelisiniz. (05:32)

-Yaşatma ideali taşıyan insanlar büyük plan ve projeler peşinde olmalı; o ufku çevreleriyle de paylaşmanın yollarını aramalıdırlar. Zira, mefkure insanı bir sevgi kahramanıdır. O, bütün varlığa karşı derin bir alâka duyar; herkesi ve her şeyi şefkatle kucaklar.. ülke ve insanını aşk ölçüsünde bir sıcaklıkla bağrına basar.. toplumun değişik kesimleri arasındaki uçurumları muhabbetle doldurur, geliştirdiği empati köprüleriyle herkesi buluşturur. Bir yandan kendi dinine ve hayat felsefesine sımsıkı sarılsa da diğer taraftan başka dînî telâkkilerin, felsefî görüşlerin mevcudiyetini bir realite olarak görüp, “herkesi kendi konumunda kabul ve herkese saygı” anlayışıyla sürekli beraber yaşamanın yollarını araştırır. Hiç kimseyi etnik menşe, din, inanç, mezhep ve düşünce farklılığı gibi hususlardan ötürü hor görmez, incitmez. Kendi köyü, kasabası, ili ve ülkesi çerçevesinde başlattığı dostluk dairesini genişletebildiği ölçüde genişletir ve nihayet bir “dünya komşuluğu” tesis etmeye çalışır. (07:27)

-Yaşatma ideali kahramanlarının temel mefkuresi Hazreti Üstad’ın şu sözüyle özetlenebilir: “Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” Evet, bir mefkûre insanı, Allah ona ne vermişse, hepsini O’na yaklaşma, hep O’nu duyurma, sürekli O’nu anlatma ve daima O’nun yolunda olma istikametinde kullanır. Kendi kurtuluşunu başkalarını kurtarmada arar, bütün hareketlerini ruhunun derinliklerinde mefkûreleştirebildiği bir mes’uliyete bağlar; ferdî sorumluluk sınırlarını aşkın bir merhamet irâdesi ve bütün insanlığı kucaklayacak enginlikte bir şefkatle yitirdiğimiz ruh ve mânâyı ihya etmeye çalışır. (10:15)

-İnsanın Hakk katındaki kıymeti, himmetinin yüceliğiyle ölçülür. Himmet yüceliğinin en bariz emaresi ise, insanın, başkalarının mutluluğu adına şahsî haz ve zevklerinden fedakârlıkta bulunmasıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, Ashab-ı Kirâm’ın yüksek ahlakının bir derinliği olarak “îsâr” hasletine dikkat çekmekte ve –mealen– “…kendileri muhtaç olsalar bile kardeşlerine öncelik verir, onların ihtiyaçlarının giderilmesini yeğlerler.” (Haşir sûresi, 59/9) buyurmaktadır. İnsanın, başkalarını kendisine tercih etmesi mânâsına gelen “îsâr”; ahlâkçılara göre, toplumun menfaat ve çıkarlarını şahsî çıkarlarından önce düşünmek.. tasavvuf erbabınca ise, en hâlisâne bir tefânî (birbirinde fâni olmak) düşüncesiyle topyekün şahsîliklere karşı bütün bütün kapanıp, yaşama zevkleri yerine yaşatma hazlarıyla var olmanın unvanı kabul edilegelmiştir ki “yaşatma ideali” derken kastettiğimiz mana da işte bu yüce hasletin hem daha engince hem de bütün insanlığı kuşatacak şekilde temsil edilmesinden ibarettir. (12:48)

-Yermûk savaşında yaralı bir şekilde yerde kıvranan ve susuzluktan kavrulan Ashab-ı Kirâm’ın kendilerine verilen suyu, tam içmek üzere iken birbirlerine gönderişleri, nihayetinde de bir damla su içmeden şehid olmaları, îsârın ne güzel bir örneğidir. Bu ibretlik tabloyu Mehmed Akif Safahât’ında ne hoş anlatır:

“Huzeyfetü’l-Adevî der ki: Harb-i Yermûk’ün,
Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün.
İkindi üstü biraz gevşeyince, sanki, kıtâl,
Silâhı attım elimden, su yüklenip derhâl,
Mücâhidîn arasından açıldım imdâda,
Ağır yarayla uzaklarda kalmış efrâda.
Ne ma’rekeydi ki, çepçevre, göğsü kanadı yerin!
Hudâ’ya kalbini açmış, yatan bu gövdelerin,
Şehîdi çoksa da, gâzîsi hiç mi yok.. derken,
Derin bir inleme duydum… Fakat, bu ses nerden
Sırayla okşadım sîneler bütün bî-rûh…
Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecrûh.
Dedim: “Biraz su getirdim, içer misin, versem”
Gözüyle “Ver!” demek isterken, arkadan bir elem,
Enîne başladı. Baktım: Nigâh-ı merhameti,
“Götür!” deyip bana îmâda ses gelen ciheti.
Ne yapsam içmeyecek, boştu, anladım ibrâm;
O yükselen sese koştum ki: Âs’ın oğlu Hişâm.
Görünce gölgemi birden kesildi nevhaları;
Su istiyordu garîbin dönüp duran nazarı.
İçirmek üzere eğildim, üçüncü bir kısa “ah!”
Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan, nâgâh!
Hişâm’ı gör ki: O hâlinde kaşlarıyla bana,
“Ben istemem, hadi, git ver, diyordu, haykırana.”
Epey zaman aradım âh eden o muhtazarı…
Yetiştim, oh, kavuşmuştu Hakk’a son nazarı!
Hişâm’ı bâri bulaydım, dedim, hemen döndüm:
Meğer şikârına benden çabuk yetişmiş ölüm!
Demek bir amcamın oğlunda vardı, varsa, ümid…
Koşup hizâsına geldim: O kahraman da şehid.” (13:20)

-Hülyalarımızda tüllenen aydınlık yarınlara kavuşabilmemiz için, uzmanca plân ve projelerin yanında, hattâ ondan da önce, insanların ruhlarında “Yaşatma İdeali” gibi yüce bir mefkûrenin uyarılmasına ihtiyaç var. Evet, bugün bizim, şuna-buna değil; şahsî menfaat ve bencillikleri bir tarafa iterek Hak ve insanlık yolunda fânî olanlara.. “Ben olsam da olur olmasam da.. ailem, çoluk çocuğum, evim barkım olsa da olur olmasa da.. fakat, Allah milletimizin derbeder olduğu günleri göstermesin!” mülahazasını taşıyanlara.. toplumun ızdıraplarıyla kıvrım kıvrım kıvranıp hep inilti kovalayanlara.. elinde ilim meş’alesi, her yerde bir çerağ tutuşturup cehaletle, taassupla, görgüsüzlükle mücâdelede bulunanlara.. hâsılı, yaşama arzusunu unutarak yaşatma zevkiyle şahlananlara ihtiyacımız var!.. (15:03)

-Üstad’ın ifadesiyle, “tahrip esheldir, kolaydır”; zayıf, tahripçi olur. Bir binayı tamamlamak bazen yıllar alır, dünya kadar insanın emeğini gerektirir. Fakat, bir serseri çocuk tek kibritle yakıp kül edebilir o koca binayı. Yaşatma idealine sahip kahramanların işi ise tamirdir. Ne var ki, asırlardan beri her yanıyla rahnedâr olmuş -bütün surlarında gedikler açılmış ve burçları yıkılmış bir kaleye benzeyen- ferdî ve içtimâî bünyenin, bir hamlede tamir edilip canlandırılmasına, eski dinamizmine kavuşturulup cihanda bir denge unsuru hâle getirilmesine imkân yoktur; zira, tamir çok zordur. Bununla beraber, ona ait parçaları birer birer ihyâ ederek “bütün”e eski fonksiyonunu kazandırmak da pekâlâ her zaman mümkündür. (16:30)

-Bir kere daha ifade etmeliyim ki; bugün bizim, şuna-buna değil; şahsî ve ailevî mutluluğunu bir tarafa iterek, hayatını başkalarının dünyevî-uhrevî mutluluğuna bağlayan; peygamberâne bir azimle herkese açılan, herkesi kucaklayan ve kendini ihmal edecek ölçüde hep bir sahabi gibi yaşayan; tıpkı mumlar gibi, özündeki aydınlatma usâresiyle sürekli çevresini nura gark eden adanmış ruhlara ihtiyacımız var. Bu kahramanlar, “vira bismillah” demeli, “elif.. bâ..” heceleyen insanlardan başlayarak sonuna kadar o işi götürmeye çalışmalıdırlar. Evet, “elif.. bâ..” diyen insanlardan işe başlanmalıdır. Zira, dipten gelmeyen ve dibe bağlı olmayan hiçbir hareket istikbal vaad edici ve kalıcı değildir. (19:22)

-Milletimiz bir dönemde dünyada denge unsuru olmuşsa bundan sonra bir kere daha neden olmasın ki?!. Dün oldu, bugün neden olmasın ki?!. Hulefa-yı Râşidîn Efendilerimiz, Emevîler, Abbasîler, Selçuklular, Eyyubîler, Zengîler, Harzemliler ve daha başkaları farklı dönemlerde hak ve adaletin temsilcileri oldular. Malik bin Nebi’nin, “Eğer İslâm dünyasının şimalinde Osmanlı olmasaydı, bugün İslâm dünyası da olmazdı. Osmanlı olmasaydı, bugün yeryüzünde müslümanlık da kalmazdı.” diyerek yâd ettiği ecdâdımız da uzun bir dönem o âbideyi ikâme etmeye muvaffak oldu. –Şart-ı âdi planında– onların gösterdiği performansı ortaya koyma ve o kıvamı sergileme sayesinde Allah Teâlâ aynı muvaffakiyeti bugünün nesillerine de nasip edebilir. (21:04)

-Yaşatma idealine bağlı nesillerin yapacağı bu tamir aynı zamanda dünyanın da tamiri demektir. Bunu bugünkü insanlar belki anlayamayabilirler; nitekim yirmi otuz sene önce günümüzün karasevdalılarının “hicret” deyip dünyanın dört bir yanına açılmalarını ve bu mefkure muhacirlerinin faaliyetlerinin neler getireceğini de anlayamamışlardı. (24:18)

-Büyük projeler, bazen şahsî-ailevî menfaate ve yakını koruyup kollamaya takılıp kaldığından dolayı başarılı olamamış, hatta onun üzerinden boğuşmalar yaşanmıştır. Hazreti Üstad’ın “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.” ifadesi bu hakikati ifade etmektedir. Siyaset, idare, oluşum, organizasyon ya da hareket menfaat üzerine dönüyorsa, işin içinde canavarlık var demektir. Menfaat kavgası insanı canavar haline getirir; bu maraza yakalananların yol alması, hele gaye-i hayallerine ulaşması imkansızdır. (26:06)

-Sevgi dili öyle sınırlı bir anahtardır ki onunla açılmayacak hiçbir mütemerrit kilit ve kapı yoktur. Bize kötülükler karşısında bile iyilikten ayrılmama ve hasımları dahi candan dost yapabilecek tavırlar içinde bulunma hedefi gösterilmiş ve denmiştir ki, “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) (27:30)

-Gelin hepimiz Allah’tan biraz ızdırap dilenelim!.. Milleti düşünme ızdırabı.. boyunduruğu yere konmuş âlem-i İslamı düşünme ızdırabı… Izdırap, proje üretme ve onları gerçekleştirme mevzuunda çok önemli bir dinamiktir. (28:28)