249. Nağme: İnsan Balyozla Düzeltilmez!..

249. Nağme: İnsan Balyozla Düzeltilmez!..

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Kıymetli arkadaşlar,

Bu nağmede 09:15 dakikalık bölümünü paylaşacağımız ikindi hasbihalinde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi şu konuları açıklıyor:

***Daha baştan karakterlerin okunması ve kaymaya sebebiyet verebilecek faktörlerin önünün alınması lazımdır.

***Bazı kimselerin paraya karşı hiç zaafları yoktur; onları altınların içine koysanız, “Keşke birisi bunları alsa da beni bu işten kurtarsa!” der. Bazıları da vardır ki, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in ifadesiyle, “iki dağ altını olsa, üçüncüsünü de ister.” Kimi insanlar ise, cismaniyete ait arzular karşısında sağlam durabilirler. Fakat bunların hepsinin başka alanlarla alakalı zaafları olabilir. Mesela, bir insan veli de olsa alkışlanıp takdir edilmeye ve şöhrete karşı bir zaafı bulunabilir. Bu açıdan da şahısların çok doğru okunması ve onların, zaaflarının esiri olmamaları istikametinde bir yol tutulması gerekmektedir.

***Bir zaaf emaresi gösterildiği an, o insanın onuruna dokundurmadan, kuvve-i maneviyesini sarsmadan, onu ümitsizliğe atmadan, küstürmeden ve darıltmadan, halihazırdaki hizmetine muadil zaafına kapalı başka bir vazife verilmeli.

***Hazreti Ömer (radiyallahu anh) bir gece şehrin asayişini kontrol için dolaşırken, içinde günah işlendiğini öğrendiği bir evin duvarından atlamış ve içeridekileri azarlamıştı: Ev sahibi ihtiyar, “Ya Emire’l-müminin!. Ben Allah’ın bir emrine muhalefet etmişsem de sen O’nun üç emrine birden muhalefet etmiş bulunuyorsun. Allah Teâlâ, ‘Kimsenin gizli hallerini araştırmayın’ (Hucurât, 49/12) buyurduğu halde, sen benim gizli halimi araştırdın. Allah Teâlâ, ‘Evlere kapılardan gelin’ (Bakara, 2/189) dediği halde, sen benim evime duvarından girdin. Allah Teâlâ, ‘Kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin almaksızın ve onlara selam vermeden girmeyin’ (Nur, 24/27) buyurduğu halde, sen benden izin almadan evime girdin.” demişti. Bunun üzerine, Hazreti Ömer (r.a) özür dilemiş ve gözyaşları içerisinde oradan ayrılıp gitmişti. Birkaç gün sonra Hazreti Ömer (r.a) sohbet ederken, adam gelip cemaatin arka tarafında kendini gizleyerek oturdu. Onu gören Ömer Efendimiz çağırıp yanına oturttu ve kulağına eğilerek, “Allah’a yemin ederim ki, o gün sende gördüğüm şeyi hiç kimseye söylemiş değilim” dedi. İhtiyar da Hazreti Ömer’in (r.a) kulağına “Ben de Hazreti Muhammed’i hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, o günden sonra o işi bir daha yapmış değilim!” cevabını verdi.

***Şam’da akıllı ve güçlü-kuvvetli biri vardı; Şam temsilcisi olarak zaman zaman Hazreti Ömer’e gelirdi. Bir ara gelmez oldu. Hazreti Ömer merak ederek onun niçin görünmediğini sordu. “Ey Mü’minlerin Emiri! O içkiye daldı” denildi. Bunun üzerine Hazreti Ömer katibini çağırtarak Mü’min Sûresi’nin ilk üç ayetini ihtiva eden şu mektubu yazdırdı: Hattab oğlu Ömer’den falan oğlu falana! Selam üzerine olsun! “Hâ, Mîm. Bu kitabın vahyolunup bölüm bölüm indirilmesi, azîz ve alîm Allah tarafındandır. O, aynı zamanda günahları bağışlar, tevbeleri kabul buyurur, ama cezalandırması da çetin olup, lütuf ve ihsanı pek geniştir. O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş yalnız O’na olacaktır.” Sonra da orada bulunanlara dönerek “Allah Teâlâ’ya bu kardeşinizin tevbesini kabul etmesi ve onu doğru yola iletmesi için dua ediniz” buyurdu. Hazreti Ömer’in mektubu kendisine verildiğinde, adam “Evet Allah tevbeleri kabul edip günahları bağışlar. Onun azabı şiddetlidir. Hazreti Ömer beni O’nun azabından sakındırmış ve bana Allah’ın mağfiretini va’detmiştir” dedi. Adam mektubu tekrar tekrar okudu ve ağladı. Sonra da tevbe ederek bir daha ağzına içki koymadı. Bunu öğrenen Hazreti Ömer şunları söyledi: “Kötü yola düşen bir kardeşinizi gördüğünüzde ona nasihat ediniz ve kendisini bağışlaması için Allah’a dua ediniz. Sakın onu Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyiniz ve onun aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız.”

***İman hizmetine çok emeği geçmiş büyük bir insandan dinlemiştim: O, bir gün birkaç hususu haber vermek ve bir meseleden dolayı bir insanla alakalı şikayetini arz etmek için Bediüzzaman hazretlerine gidiyor. Tam söze başlayacağı sırada, Hazreti Üstad -o kendine has red ifade eden tavrıyla- “Kardeşim ben bir şey bilmiyorum” diyor. O zat, bir süre sonra bir fırsatını bulup tekrar söz alıyor; Üstad yine, “Kardeşim ben bir şey bilmiyorum” diyor. Bir kere daha deneyince yine aynı cevapla karşılaşıyor: “Kardeşim ben bir şey bilmiyorum.” Üstad hazretleri bu türlü davranışlarıyla, su-i zanna, gıybete ve insanlar hakkındaki kesin bilgiye dayanmayan hükümlere karşı tavır almak gerektiğini ortaya koymuş, insan kaybetmeme adına nasıl davranılması lazım geldiğini göstermiştir.

***İnsanların cehenneme kaymalarına meydan vermeyecek şekilde kucaklayıcı olmak mesleğimizin bir esası olan şefkatin gereğidir.

***Te’dib (terbiye edip edeplendirme), kovma şeklinde ortaya konmamalı; o, yerinde sağlam tutma, karakterine göre besleme ve kurumasını engelleme olarak anlaşılıp uygulanmalı.

***Balyozla ya da tokmakla insan düzeltilmez; düşene bir de siz vurursanız, beyin kanamasından ölüp gitmesine sebebiyet vermiş olursunuz. Balyozla toplum düzeltilseydi, biz Tanzimat’tan bu yana elli defa balyoz yedik, düzelirdik olur biterdi.