292. Nağme: Sev ve Şefkat Et ki Gerçek Müslüman Olasın!..

292. Nağme: Sev ve Şefkat Et ki Gerçek Müslüman Olasın!..

Kıymetli arkadaşlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Bamteli çekimi yapmak üzere soru soracağımız esnada, elektronik tabloya bir hadis-i şerifin yansıdığını gördü: Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Kendin için istediğini, kardeşin (bir rivayette, başkaları) için de istemedikçe (kâmil) mü’min olamazsın!”

Bu hadisten hareketle Hocaefendi, sevmenin manasını, sevgi çeşitlerini, beşerin yaratılış hikmetini ve insanın kıymetini anlattı.

Sevmek için bilmek lazım geldiğine değinen Hocamız, hilkatteki manaları anlayan insanların Cenâb-ı Hakk’ın sanat eseri olmaları açısından her mahluka sevgi ve şefkatle bakacaklarını, hatta bazen ağaca sarılıp, çiçeği öpüp koklayıp “Bu da O’ndan!.” diyeceklerini ifade etti.

Şefkatin bir tabiî (insanın özünde bulunan) bir de iradî çeşidinin bulunduğunu dile getiren Hocaefendi, tefekkür, tedebbür ve tezekküre bağlı iradî şefkatin daha kıymetli olduğunu belirtti.

Alvarlı M. Lutfî hazretlerinin “Sakın incitme bir cânı / Yıkarsın arş-ı Rahman’ı” sözünü hatırlatan muhterem Hocamız şu hususları seslendirdi:

*Madem ‘Allah ahlakıyla ahlaklanın!’ buyuruluyor. Öyleyse, Allah şefkat ediyorsa, siz de şefkat edin. Allah’ın rahmeti gazabına sebkat etmişse, sizin de öfkeleriniz, hiddetleriniz, şiddetleriniz, nefretleriniz, kinleriniz mülayemet hissiniz altında preslenmeli, ezilmeli ve sesini çıkarmamalı. Sizin şefkatiniz, re’fetiniz, merhametiniz içinizdeki olumsuz duyguları baskı altına almalı; ‘Hayır efendi, konuşamazsın, burada ben varım!’ demeli.

*İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalatü vesselam) sahabîlerle oturduğu bir yerde yılan görüyorlar. Sahabeden bazıları o yılanın üstüne yürüyünce yılan bir deliğe kaçıp saklanıyor. Bunun üzerine Efendimiz “O sizin şerrinizden kurtuldu, siz de onun şerrinden kurtuldunuz!” buyuruyor. Yılan için “sizin şerrinizden kurtuldu” diyor.

*Cenâb-ı Hak kâinata nasıl, ne denli ve ne keyfiyetle tecellî etmişse, bütün bu tecelliler bir yönüyle insanda vardır. Bu vaziyetiyle insan, kâinatın bir nüsha-i kübrâsı, bir misal-i musağğarı mahiyetinde ve Allah’ın bütün esmâsının nokta-i mihrakiyesi şeklinde görülür. Bir yönüyle, Allah’ı tanımak için insana bakmak kâfidir. Binaenaleyh insan, Allah’ın bir mir’âtı/aynasıdır. Bu açıdan da her mü’min ve derecesine göre de diğer insanlar aziz bilinmelidir.

*Bir mü’min başkalarına bakarken meseleyi insan yörüngesinde ele almalı ve her şeyden evvel “insan” demelidir. Şu ırktan, şu bölgeden, şu coğrafyadan, şu anlayıştan demeden evvela “insan” deyip onu insan yörüngesinde ele almalıdır.

*Bir savaş sonrası esirler arasında çocuğunu arayan bir kadın, sağa sola koşuşturup durmaktadır; koşturup durmakta ve kendi çocuğu diye bazı çocukları alıp bağrına basmaktadır. Kendi çocuğu olmadığını görünce onu da bırakıp aramasını sürdürmektedir. Arayan bulur fehvâsınca nihayet o da çocuğunu bulur, onu bağrına basar ve koklamaya durur. İşte o esnada Allah Rasûlü, sahabilerine bu tabloyu gösterir ve “Şu anneyi görüyor musunuz? O, bağrına bastığı bu çocuğunu hiç Cehennem’e atar mı?” der. Ashab cevaben, “Atmaz yâ Rasûlallah.” derler. Bunun üzerine Allah Rasûlü de, “Allah kullarına karşı o anneden daha merhametlidir.” buyurur.

*Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin!”

*Zikredilen hadis-i şerifin bazı rivayetlerinde şu cümle de naklediliyor: “Yeryüzünde başkalarına merhamet ve şefkat kucağı açanlara Allah (celle celaluhu) da rahmet kucağı açar.”

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla 18:47 dakikalık bu sohbeti ses ve görüntü dosyaları halinde arz ediyoruz.