300. Nağme: Kutsala Saygı ve Tepkide Denge

300. Nağme: Kutsala Saygı ve Tepkide Denge

Değerli arkadaşlar,

Bazı dönemlerde çoğu kimse sadece tarafgirlikle hareket edip kendi fikrini ve tarafını daha yüksek sesle savunma telaşına düşüyor; dolayısıyla da her köşeden bir ses yükseliyor, kimse kimsenin ne dediğine bakamıyor ve maalesef en önemli hakikatler arada kaynayıp gidiyor.

Hatırlayacağınız üzere, geçtiğimiz günlerde hakkında çokça konuşulan bir patlama meydana gelmiş ve hâdiseyi kimin yaptığı ortaya çıkmadan birisi kalkıp -korkunç bir kin ve nefretle- “Bütün Müslümanları öldürmek lâzım.” deyivermişti. Aynı hafta içerisinde ülkemizde de dini değerleri tahkir eden bir haddini bilmezle alakalı mahkeme meselesi, gündemi oldukça meşgul etmişti.

İşte o günlerde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bir hasbihalini “Kutsala Saygı” mevzuuna ayırmış ve çok önemli esasları dile getirmişti. İşin doğrusu, o sohbetin tamamını hiç vakit kaybetmeden neşretmeyi çok istemiştik; fakat, başta ifade ettiğimiz üzere hakikatlerin yine gürültüye kurban gitmemesi için beklemeyi tercih etmiş ve konuyla ilgili bir Kırık Testi (Kutsala Saygı) yayınlamakla yetinmiştik.

Artık üzerinde daha salim düşünülebileceği mülahazasıyla, bugün 19:16 dakikalık bölümünü ses ve görüntü dosyaları halinde arz edeceğimiz sohbette, muhterem Hocamız özellikle şu hususları anlatıyor:

*İnsanın, şahsına karşı yapılan hakaret ve saygısızlıklar karşısında dişini sıkıp sabretmesi, elden geldiğince mukabelede bulunmaması; başına atılan taşları dahi atmosfere çarpıp eriyen meteorlar gibi müsamaha atmosferi içinde eritip yok etmesi dinimizde çok önemli bir fazilet olarak görülmüştür. Ne var ki, “Allah hakkı”, “Peygamber hakkı”, “Kur’ân hakkı” dediğimiz öyle haklar vardır ki, bu haklara karşı hakaret ve saygısızlık irtikâp edildiğinde, bu mesele şahsî bir mesele olmadığından dolayı ferdin bu mevzuda affetme yetkisi yoktur. Mü’min böyle bir durum karşısında, onları görmezlikten gelemez, sineye çekemez, tepkisiz kalamaz. Ancak her işte olduğu gibi bu meselede de o, hep kendine yaraşır ve yakışır şekilde hareket eder, Müslüman karakterinin gereklerini yerine getirir, tepkisini mü’mince ortaya koyar, üslûbunu namusu bilir ve ondan asla taviz vermez.

*Zât-ı Ulûhiyet’e, O’nun esmâ ve sıfatlarına, peygamberlere, melâike-i kirama dil uzatan biri, bu değerlerle irtibatı olan bütün insanlara dil uzatmış, onları rencide etmiş olur. Hatta öldükten sonra dirilme ve uhrevî saadet gibi kutsala ait bazı hususlara ilişilmesi sadece İslâm dünyasını değil, diğer din mensuplarını da rahatsız eder. Zira özü itibarıyla, inanca dair bu tür meseleler başka dinler tarafından da kabul edilmektedir. Bu açıdan, dünyada bir buçuk milyara yakın Müslüman’ın yanında, ahiret inancına sahip diğer din mensuplarını da işin içine dâhil ettiğiniz zaman, toplam sayının dört-beş milyar insana ulaştığı görülür. Şimdi dört-beş milyar insanın saygı duyduğu, değer atfettiği, sinelerinde önemli bir yer verdiği bir kutsala karşı, birisi kalkar da nâsezâ, nâbecâ sözler söyler ve saygısızca davranışlarda bulunursa, bir yönüyle beş milyar insana saygısızca dil uzatmış, hakarette bulunmuş olur.

*Bir insanın ehli olmadığı bir alanla alâkalı ulu orta söz söylemesi kesinlikle doğru değildir. Mesela hiç felsefe okumamış bir insan, kalkıp bir felsefî ekolü tenkit etse, yerden yere vursa hem kendini gülünç duruma düşürür, hem de ilme ve ilmî usullere karşı saygısızlık irtikâp etmiş olur. Fakat bugün bakıyorsunuz, Kur’ân ve Sünnet’i bilmeyen, cihan tarihinde değişik inkılâplara imza atmış ve aynı zamanda beşinci asra gelinceye kadar geniş bir coğrafyada baş döndürücü bir rönesans yaşanmasına vesile olmuş bir dinden haberi olmayan bir insan, hakarete varan ifadelerle o din ve o dinin müntesipleri hakkında ulu orta konuşuyor, sonra da bunun adına “düşünce ve ifade özgürlüğü” diyor. Hâlbuki uzmanlaşmanın öne çıktığı günümüzde, bir insanın uzmanı olmadığı bir alanda ulu orta konuşması hem o alana hem kendisine hem de selim akla, selim mantığa, selim muhakemeye ve selim vicdana yapılmış bir saygısızlıktır.

*Bizim de söz, tavır ve davranışlarımızda her zaman çok hassas olmamız, bir söz söylemeden önce bu sözün nasıl geriye dönebileceğini çok iyi hesap etmemiz ve kalbimizin en mahrem noktasına ait hususları hemen dile dökmememiz gerekir. Evet, ağızdan çıkan sözlerin, art niyetli bazı kimselerce farklı yönlere çekilebileceği hiçbir zaman unutulmamalı ve hep muhatapların hisleri hesaba katılarak konuşulmalıdır. Zira eviniz kristalden ise başkasının evine zarar verebilecek hiçbir nesne atmamalısınız. Yoksa kendi elinizle kendi binanızın tahrip edilmesine sebebiyet vermiş olursunuz.

*Ne kadar isterdim, kutsala saygı mevzuunda keşke uluslararası bir mutabakat sağlanabilseydi! Bu hususta bazı mercilere sesimi duyurmaya çalıştım, ama galiba derdimi tam olarak anlatamadım. Günümüz dünyasında düşünce ve ifade hürriyeti, üzerinde çok durulan önemli kavramlar. Fakat maalesef dine, diyanete, kutsala hakaret etme ve sövme bazı kesimlerce düşünce ve ifade hürriyeti olarak görülürken başka sahalar için bu türlü çirkin söz ve beyanlar düşünce ve ifade hürriyeti olarak görülmüyor, aksine nefret suçu olarak kabul ediliyor. Esasen yeryüzünde emniyet ve güvenin temsilcisi olan hakikî bir mü’min, hiçbir zaman durduk yere başkasının aleyhinde söz söylemez, hele tahkir ve tezyife girme niyeti içinde hiçbir zaman olmaz, olmamalıdır. Ne var ki, düşünce ve ifade hürriyeti adına bazı alanlarda gezme ve dolaşmanın serbest bırakılıp, bazı alanlarda yasaklanması apaçık bir çifte standart, bir tersliktir. Bunun da inanan gönülleri derinden derine rencide ettiği bir gerçektir.

*Hâsılı, bugün, kutsala saygı düşüncesinin bütün insanlığa mal edilmesine ve insanlık adına herkeste bu duygunun uyarılmasına ciddî ihtiyaç var. Bu mesele, artık bütün milletlerin iştirak ettiği uluslararası kuruluşlar tarafından, üzerinde idare-i kelamda bulunmaya meydan verilmeyecek şekilde bir esasa bağlanmalı ve bu konuda söz kesen belli disiplinler vaz’ edilmelidir. Keşke bütün insanlık bu konuda anlaşabilse! Keşke herkes haddini bilse! Zira barış içinde birlikte yaşamanın önemli bir unsuru olan başkasının kutsalına saygı prensibine riayet edilmediği takdirde, küçülen ve büzüşen günümüz dünyasında bu tür saygısızlıklardan kaynaklanan meseleler daha korkunç ve daha büyük problemler hâlinde kendini gösterecektir.