312. Nağme: Çılgınlık Dönemleri ve Din Kisveli Cinayetler

312. Nağme: Çılgınlık Dönemleri ve Din Kisveli Cinayetler

Sevgili dostlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, yeni sohbetinde insanlık âleminin belli fâsılalarla adeta hezeyan devirleri yaşadığını anlattı; o dönemlerde yaşanan çılgınlıkların sebeplerine ve arka planlarına işaretlerde bulundu. Fâili kim ve hedefi ne olursa olsun, her intihar saldırısının çok buudlu bir cinayet olduğunu belirten kıymetli Hocamız, 19:32 dakikalık bu hasbihalde özellikle şu hususları vurguladı:

*Cenab-ı Hak, bir âyet-i kerimede şöyle ferman buyuruyor: “Allah bir beldeyi, o belde ahalisi ıslahçı oldukları müddetçe helâk edecek değildir.”(Hud Sûresi, 11/117) Bu ayet-i kerimede belaların def’ine vesile olan insanlar “muslihûn” sözcüğü ile anlatılıyor. “Muslihûn” isim cümlesidir. İsim cümlesi Arapça’da devam ve sebat ifade eder. Öyleyse “muslihûn”, aralıksız; yani yatarken-kalkarken, yerken-içerken, “İfsat içinde boğulan şu insanlığın hâli ne olacak?” diye düşünen, insanlığın insanlık zirvelerine çıkmasını planlayan, bu hususta projeler üreten, onları tatbikata koyan ve âdeta bunun haricinde hiçbir derdi, davası olmayan garipler demektir. İşte böylesi insanlar olduğu müddetçe, Allah o ülkeyi helâk etmeyecektir. O hâlde bu âyete istinaden şöyle denebilir: “Kur’ân’ı dert edinmiş, insanlığın salâhını düşünen, bunu hayatının gayesi bilip, kadın-erkek bu uğurda mücadele eden bir zümre varsa, Allah o ülkeye semavî ve arzî belâlar vermeyecektir.” Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri’nin İzmir ve Erzincan depremleriyle alâkalı olarak şöyle dediği anlatılır: “Ya oralarda hiç hizmet eden yoktu veya onlar çok az, mağlup durumda idiler.”

*Necmeddin-i Kübrâ hazretleri, kendi dönemindeki belaların sebepleri sorulunca diyor ki: “Onlara sebebiyet veren bizim çizgi kaybımızdır, biz çizgimizi koruyamadık. Biz birbirimize ve dünya derdine düşünce Allah da zalimleri bize musallat etti. Biz cezamızı çektikten sonra Allah zalimin de hakkından gelecektir.”

*Ümmet-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) cezalandırılmayı hak ettiğinde Allah (celle celâluhu), onlara karşı tedip unsuru olarak zalimleri kullanır. Evet, zalim, Allah’ın kılıcıdır. Önce onunla intikam alır; sonra da döner ondan intikam alır. Yani zalim de zulmünde pâyidâr olmaz; ancak evvelâ Allah (celle celâluhu) bu zalimleri Müslümanların üzerine musallat eder. Sonra da tutar onları sarsar ve yerin dibine batırır.

*Meşrû ve hak olan bir hedefe ulaşmanın vasıtaları da yine hak ve meşrû olmalıdır. İslâmî çizgide olanlar için her işte gâye-i hayâlin meşru olması bir hak, o hakka ulaşmada başvurulacak vesilelerin meşrûiyyeti de bir vecibedir. Hakk rızası ve Hakk’a vuslat, ihlas ve samimiyet olmadan elde edilemeyeceği gibi, İslâm’a hizmet ve Müslümanları gerçek hedeflerine yönlendirmek de kat’iyen şeytânî yollarla gerçekleşemez. El âlem vahşice davranabilir; fakat mü’minler istikametten ayrılamazlar/ayrılmamalıdırlar.

*Hele bir cinayet ‘kutsal’ sayılarak ve din adına yapılıyorsa, bu çok daha tehlikelidir ve -şayet ilaçlarla ve beyin kontrolüyle gayr-i iradî yapmamışlarsa- fâillerinin ötede iflah olmaları mümkün değildir. Canlı bombalar, o işi dini ikâme için yapsalar ve ölüme “Lâilahe illallah” diyerek gitseler bile önce kendileri “cübb” diye cehenneme düşerler. Çünkü, İslam’da gerek sulh gerekse savaş halinde yapılması icap edenler belli kanun ve disiplinlere bağlanmıştır. Sulh halinde kimse kendi kendine harp ilan edip bir insanı öldürme kararı alamayacağı gibi, sıcak savaş esnasında da karşı cephede bulunan çocuk, kadın ve yaşlıları öldürme hakkına sahip değildir. Bu itibarla, hangi açıdan ele alınırsa alınsın, intihar saldırılarını, canlı bombaları ve benzeri terör hadiselerini Müslümanlıkla telif etmek asla mümkün olamaz.

*Bir savaşta Üsâme b. Zeyd Hazretleri, düşman saflarında bulunan birisiyle savaşırken, tam onu öldüreceği esnada o kişi, kelime-i şehâdet getirir. Ancak Hazreti Üsâme, adamın içinden gelerek değil de kılıç korkusuyla bunu söylediğini düşünerek onu öldürür. Hazreti Üsâme gibi büyük bir sahabînin hislerine kapılıp gayz ve nefretle bir insanı öldüreceğine ihtimal verilemez. Demek ki, meselenin temel esprisini bilemiyordu. Çünkü o dönemde her şey ter ü taze olarak bildiriliyor ve sahabe tarafından da hemen hayata geçiriliyordu. Allah Rasûlü (aleyhissalâtu vesselâm) bildirmeyince onlar nereden bileceklerdi ki! İşte bu durum haber verildiğinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Yarıp kalbine mi baktın?” diyerek Hazreti Üsame’ye öyle itap etmişti ki, Allah Rasûlü’nün bu cesur komutanı ve Hazreti Zeyd b. Harise’nin mahdumu olan Hazreti Üsame, “Keşke şu ana kadar Müslüman olmasaydım.” demişti. Bunun mânâsı şuydu: “Keşke bu hâdiseden sonra Müslüman olsaydım da Efendim’in bu itabına maruz kalmasaydım.”

*Âhirzaman da fitnelerin kol gezeceği bir çılgınlık dönemidir. Böyle bir dönemde aklı başında ve Allah’a gerçekten inanmış insanlar, tesis ettikleri dengeyle mevcut hezeyanları tadil etmeye bakmalı; “Acaba ne yapsak ki bu şiddet ve hiddeti kırabilsek ve yeniden bir denge tesis edebilsek?” demeli ve bu istikamette gayret göstermelidirler.