313. Nağme: Gelecek Nesilleri de Düşünen Engin Vicdan

313. Nağme: Gelecek Nesilleri de Düşünen Engin Vicdan

Değerli arkadaşlar,

16:30 dakikalık bugünün sohbetinde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özellikle şu konuları anlatıyor:

*Mefkûre insanı, bir taraftan Allah’ın rızasını kazanma, diğer taraftan da gaye-i hayalini gerçekleştirme uğrunda çalışırken meseleleri sadece kendi dönemine bağlı götürmemelidir. Her şey bizimle başlamış ve bizimle bitecek değildir. Bu itibarla da dava adamı hep on, yirmi, hatta yüz sene sonra gelmesi muhtemel bir altın nesil için planlar yapmalı ve atacağı adımlarda onları da hesaba katmalıdır.

*Günübirlikçilik ile geleceğe ait problemlerin üstesinden gelinemeyeceği gibi günümüzdeki problemleri aşmak da mümkün değildir.

*20. asırda bir kısım “izm”lerin kendi sistemlerini insanlara kabul ettirmek adına başvurdukları kaba kuvvet, dayatma ve baskıların nasıl bir netice ile sonuçlandığı herkesin malumudur. Bu uğurda, bir ülkede kırk-elli milyon insan öldürülmüş ve sistem âdeta o öldürülen insanların kafatasları üzerine kurulmaya çalışılmıştır. Ancak bu zulüm, baskı ve kaba kuvvet, geride sadece kin ve nefret bırakmıştır. O kadar şiddet, dehşet ve baskıya rağmen aradan daha yüz sene geçmeden, kurulmak istenen o sistem de çözülüp dağılmaya mahkûm olmuştur.

*Kur’an, geçmişlerimize dua etmemizi tavsiye buyurarak bizde onları hayırla anma duygusunu uyarır. Bu cümleden olarak bir ayet-i kerimede şöyle denilir: “Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek mü’minler), ‘Ey kerim Rabb’imiz! Bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi affeyle! İçimizde mü’minlere karşı hiçbir kin ve gıll u gış bırakma! Duamızı kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!’ derler.” (Haşr, 59/10) Aslında, bu ayet bizim için de bir yol haritası belirlemekte ve bize adeta “Sizden sonrakilere sizi hayırla yâd ettirecek bir hayat ve kalıcı eserler ortaya koyun!” mesajı da vermektedir.

*Ecdadımız tarihin hiçbir faslında kimsenin diline ve dinine karışmamış; kimsenin iktisadî, idarî, siyasî, kültürel hayatına müdahale etmemiş ve kimseye kendi dillerini, değerlerini dayatmamıştır. Bazen “Keşke gittikleri yerlerde dinimizi telkin etselerdi ve dilimizi öğretselerdi!” diye aklımdan geçmiyor değil. Fakat histen sıyrılıp mantıkla günümüze bakınca “Elhamdulillah, onlardan Allah ebeden razı olsun. Dilimiz, dinimiz, kültürümüz, ruh ve mana köklerimizden süzülüp gelen usareler başımızın tacı. Fakat bugün hicapla başımızı eğmiyoruz. Baskı yapmamışız.. kimseye değerlerimizi dayatmamışız.” diyorum.

*İttihatçıların üç büyüklerinden birinin kaba kuvvete başvurması ve yerli halka işkence etmesi Lawrence’lerin rahat gezip dolaşmasına imkan hazırlamıştır. Zaten son dönemde Avrupa’dan medet isteme meselesi bizde huzuru kaçan bazı kimselerin onlara müracaatı sonucu olmuştur. Biz bütün tebaaya karşı adalet-i mahza ile, tam bir adaletle muamele etseydik ve hep insanca davransaydık, hiçbir problem olmayacaktı.

*Sulh hayırlı bir hadisedir; o yolda yürümek lazım. Kucaklamak, herkese şefkat bağrını açmak ve hep tekrar edegeldiğimiz şu esasa uygun yaşamak lazım: Gönlünüzde herkesin oturabileceği bir sandalye bulunmalı.. ve insanlar sizin gönlünüze girdiği zaman, hiç kimse ayakta kalma endişesine kapılmayacak ölçüde engin bir vicdanla karşılaşmalı.

*“Allah insanlara zulmetmez, insanlar bir mazlumiyete maruz kalmışlarsa kendileri kendilerine etmişlerdir.” (Yunus, 10/44) İşin doğrusu; biz kendimize ettik, nefret-kin yoluna gittik!..

*Gurub ediyor bir bir bütün eşyâ, bu açık,
Gariptir bizler kendimizi ebedî sandık;
Bu fânî dünya güzelliklerine aldandık,
“Eyvah ki bu bazicede bizler yine yandık.”