314. Nağme: Hadiselerin Dili ve Konuma Göre Sorumluluk

314. Nağme: Hadiselerin Dili ve Konuma Göre Sorumluluk

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, 13 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde arz edeceğimiz günün sohbetinde özellikle şu konuları açıklıyor:

*İster fert, ister aile, isterse de toplum planında meydana gelen hadiseleri sadece görünüşleri itibarıyla değil, aynı zamanda arka planlarıyla da düşünmek ve onların verdiği mesajları anlamaya çalışmak lazımdır. Hiçbir hadisenin tesadüf eseri olmadığına inanmalı; “Niye bana/bize?” dememeli ve “Acaba hangi davranışla buna sebebiyet verdim/verdik?” mülahazası üzerinde durmalıdır.

*Ehl-i dünya, kaderden bir tokat yiyince “Niye hep bana?” diyor; hatta enbiya-yı izamı bile kendi anlayışlarına göre konuşturuyor. Oysa, günümüzde çok yaygınca telaffuz edilen “Ne ettim ki, bunlar benim başıma geldi? Neden bu belalar hep gelip beni buluyor? Niye bu sıkıntılar?” gibi kaderi ve ilâhî kazayı tenkit manasına gelen ifadeler, gafilce sözlerdir. Birer denge insanı olan peygamberler katiyen öyle düşünmeyecekleri gibi, mü’minler de asla öyle gafilce sözleri seslendirmemelidirler.

*Her türlü musibet ya bir günaha kefaret veya mü’minin derecesini artıran bir vesile ya da teyakkuza davet eden bir sinyaldir. Bir hadis-i şerifte, “Müslümanın başına gelen hiçbir yorgunluk, hastalık, keder, üzüntü, eziyet, gam ve hatta ayağına batan diken yoktur ki Allah onunla günahlarından bir kısmını bağışlamasın.” buyurulmaktadır. Evet, aslında çok küçük musibetler bile birer ikazdır ve her hadisenin bir sinyal yanı vardır. İnsan o ikazı anlayabilir, Allah’a teveccüh eder ve o belaya kefaret olabilecek bir hayır ortaya koyarsa, bunlar, Allah’ın inayetiyle daha büyük kaza ve belaların def edilmesine vesile olur.

*Hazreti Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İmam (idareci) çobandır ve güttüğünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanıdır, elinin altındakilerden mesuldür. Kadın, evinin çobanıdır, yeddiklerinden mesuldür. Hizmetçi de, efendisinin malından mülkünden sorumludur.” buyurmaktadır. Bu açıdan bakılınca, muhtar köyünden mesul olduğu gibi devletin başındaki insan da bütün halkın mesuliyetini uhdesine almıştır; herhangi bir kurumun ya da birimin idarecisi ise, bilhassa kendi dairesinden sorumludur. Herkes şahsî kusurlarının, özellikle kendi vazife ve sorumluluk dairesinde bir kısım menfi hadiselere sebebiyet verebileceğine inanmalı, bundan korkmalı ve temkinli yaşamalıdır.

*Hazreti Ömer Efendimiz döneminde büyük bir kıtlık olmuştu; Mü’minlerin Emiri, sürekli gizli-açık, sesli-sessiz münacaatta bulunur ve ağlardı. Bazen bütün bütün hıçkırığa boğulur; “Allahım! Öyle zannediyorum ki, yağmursuzluk ve kıtlık benim günahlarım sebebiyledir. Ne olur, benim yüzümden Ümmet-i Muhammed’i mahvetme.” diyerek adeta inler ve hüzünle tir tir titrerdi. İşte bu hal, bir basiret ifadesidir; Allah’tan kopmamış olmanın emaresidir.

*Kopuklardır ki, onlar olup biten olumsuz hadiselerde hep atf-ı cürme sarılır, suçu başka sebeplerde arar ve başkalarını suçlarlar. Hiçbir zaman, “Bu problem benim kusurumdan kaynaklandı!..” demez ve hâdiselere bu perspektiften bakmazlar. Dolayısıyla da, istiğfar etme ihtiyacı duymaz, hatalarını telafi etme heyecanı yaşamaz ve Allah’a tazarruda bulunmazlar. Meseleyi kendilerine bağlamadıkları için asıl suçluyu asla bulamaz, başkalarında günah arama vebalinden de hiç kurtulamazlar.

*İsyan deryasında boğulduğuna inanan ama Rahman’ın rahmetine ümit bağlayan bir Hak dostu ne hoş söylüyor: “Bu günahlarla tartarsa beni Rahman (Deyyân) / Kırılır arsa-yı mahşerde arş-ı mizan!”

*İnsanın kendi haddini, konumunu, sorumluluklarını ve hangi dairelerin kendisiyle doğrudan alâkalı olduğunu belirlemesi, o dairelerdeki terslikleri şahsî hatalarına bağlayarak içinde Cenâb-ı Hakk’a sığınma duygusunu tetiklemesi ve kusurlarını giderme maksadıyla uykuda olan heyecanlarını tahrik etmesi zımnî bir istiğfar ve bir tevbedir.

*“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan, hidayeti tabiatınız haline getirdikten sonra dalâlete düşmüş kimseler size zarar veremez.” (Mâide, 5/105) ayeti, derin manalarının yanı sıra, her olumsuz hadisede önce kendimizi sorgulamamız gerektiği dersini de veriyor.