319. Nağme: Gayretullah’a Dokunacak Yumruğu Kulak Çekerek Savmak da Şefkattir

319. Nağme: Gayretullah’a Dokunacak Yumruğu Kulak Çekerek Savmak da Şefkattir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Sevgili dostlar

İşin doğrusu evvelki akşam çok dar dairede yapılmış olan bu sohbeti yayınlayıp yayınlamama mevzuunda tereddüt yaşadık; cümlelerden maksadın ötesinde farklı manalar çıkarılabileceği endişesini taşıdık. Fakat, meselenin ehemmiyeti, işin nezaketi ve böyle tatlı bir ikazın gerekliliği tereddütlerimize ağır bastı.

“Zulme zulümle karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası da şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü’min zâlime tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “gayretullah”ın tokadı iner; bunu da şefkatliler hiç istemezler.”

İşte bu paragrafla özetlenebilecek olan 20:54 dakikalık hasbihalde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özellikle şu mevzulara değindi:

*Hazreti Sâdık u Masduk (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz kıyametin alametlerinden bahsederken “Âhir zamanda bir duman zuhûr edecek; kâfirleri öldürecek ve mü’minleri de zükâm (zükkâm da denir ki nezle, soğuk algınlığı manasına gelir) yapacaktır.” buyurur. Demek ki, âhir zaman fitneleri, ilhad ve küfür dünyasının insanını manâ plânında bütün bütün öldürürken, Müslümanların da manevî nezle olmalarına ve inançsızların yaşadıkları gibi yaşamalarına sebebiyet verecektir.

*Âşık Ruhsati şöyle der:

“Bir vakte erdi ki bizim günümüz,
Yiğit belli değil mert belli değil;
Herkes yarasına derman arıyor,
Deva belli değil dert belli değil.”

İşte her şeyin böylesine belirsizleştiği bir dönemde belli disiplinlere bağlı yaşamak gerçekten çok zordur.

*Bir dönemde dosdoğru hizmet edenlere, Hak ve hakikat yolunda gidenlere sadece ehl-i dalalet, ehl-i küfür ve ehl-i ilhad saldırıyordu. Öyle bir dönem geldi ki adeta saldırganlık virüsü sardı ortalığı ve inananlara da bulaştı; artık mü’minler de mü’minlere saldırıyorlar.

*Böyle bir dönemde bile dengeli yürümek, insanî tavrı koruyabilmek; bir manada derviş ruhu taşıyarak, el kaldıranlara el kaldırmamak, ağzını kirli şeylerle kirletenlere karşı ağzını temiz tutmak, diş gösterene diş göstermemek ve hep şefkatle muamele edebilmek çok önemlidir.

*“Mukabele-i bilmisil”de bulunmaya din cevaz vermiştir. Fakat, öyle zaman olur ki, bir kötülüğe karşı siz aynıyla mukabele ettiğinizde çok daha olumsuz hadiselere sebebiyet verebilirsiniz. Bu açıdan, o ruhsatı günümüzün insanları kullanmamalı. Ondan dolayı, Hazreti Pir, “mukabele-i bilmisil” için “kaide-i zalimâne” tabirini kullanıyor. Hadis-i şerifin ifadesiyle, “Zarar verme yoktur; zarara zararla mukabele de yoktur.” Hatta, Doktor İkbal der ki, “Dua dua yalvardım; tel’ine bedduaya amin demedim!” Günümüzde bu düstur ve disiplinlerle hareket etmek lazımdır; günümüzün bu ölçüde bir şefkat, denge ve ahenge çok ihtiyacı vardır.

*Bu anlatılanlar mahfuz olmakla beraber, “cevaz” çerçevesinde bir hususu arz etme lüzumunu duyuyorum: Size kötülük yapan insanları, bütün bütün serazat ve “her şeyi yapabilirsiniz” şeklinde de bırakmamalı. Onları bu halleriyle, en küçük bir mukabeleyle dahi mukabelede bulunmadan, o problemleriyle baş başa bırakırsanız, mukabelede bulunan bulunur onlara. İşte, önce anlatılanlar nasıl bir şefkatse, bu da yine sizin şefkat telakkînize aykırıdır.

*Bir zat, çeşmenin başında kovasını doldururken, sonradan gelip atını/katırını sulamak isteyen bir başkası ona haksız yere bir tokat aşk etmiş. Mazlum insan, belki gözyaşları içinde kovasını yarım doldurmuş ve hüzünle Pirinin yanına gelmiş. Onun halini görüp hadiseyi öğrenen Hazret, heyecanla “Aman” demiş, “Derhal oraya git ve o zata bir mukabelede bulun!” Mazlum, koştura koştura çeşmenin başına varmış. Fakat, bir de ne görsün; bineği bir tekmeyle sahibini yere sermiş, adam kıvranıp duruyor.

*Şefkatin bir müsbet yanı vardır; o, mesleğimizin de bir esası olduğu üzere doğrudan doğruya herkese ve her varlığa merhamettir. İnsanın mü’minlikten nasibi mahlukâta şefkatiyle mebsûten mütenasiptir (doğru orantılıdır); içindeki şefkat ne kadar enginse, imanı da o kadar derindir. Zannediyorum, ekosistemin en önemli koruyucuları, falan filan tabiatçı değil, mü’minlerdir.Hazreti Üstad’ınsineklerden karıncalara, hatta farelere kadar hayvanata ve topyekün mahlûkata bakışı/tavrı bu konuda çok önemli misaldir.

*Şefkatin izâfi ya da negatif diyebileceğimiz bir yanı/çeşidi daha vardır: Birisi size bir yumruk vurdu. İmkanı varsa, parmağınızın ucuyla hafif dokunun ona.. ta mesele “gayretullah”a dayanıp da bulacağını Allah’tan bulmasın.

*Bir deve kervanı yola koyulmuş giderken fakir bir derviş önlerine çıkar ve kervancıbaşına kendisini de aralarına almaları ricasında bulunur. Kervancıbaşı adamcağızın isteğini kabul eder ve beraberce yola revan olurlar. Bir zaman sonra haramiler kervana saldırır ve gariplerin bütün eşyalarını alırlar. Bir aralık, eşkıyânın reisi, dervişe de malı olup olmadığını sorar. Hak dostu, “Benim hiç param yok, ama kervancıbaşının bürümcek bir gömleği vardı, onu almayı unutmuşsunuz.” der. Haramîler hemen koşar, kervancıbaşının heybesini yeniden arar ve pek değerli gömleğine de el koyarlar. Uzun süre hiçbir şey söylemese de dervişe karşı kervancıbaşının gönlü çok kırılır. Öyle ya; onca iyiliğine mukabil maruz kaldığı tavır kolay kolay kabul edilebilecek cinsten değildir. Bütün sermayelerini kaybeden mazlumlar, çaresiz bir halde bekleşirlerken devletin askerleri çıkagelir ve haramilerin hepsi derdest edilir. Nihayet, gasbedilen mallar sahiplerine geri verilir. İşte o zaman kervancıbaşı dervişe yaklaşır ve der ki, “Baba aşkolsun! Ben sana o kadar iyilik yaptım, sen de tuttun, benim biricik gömleğimi de şakîlere haber verdin.” Hak dostunun cevabı düşündürücüdür: “Oğul, niyetim sana kötülük yapmak değildi; bu haramiler halka o kadar gadretmişlerdi ki, baktım zulümlerinin gayretullaha dokunmasına dört parmak kalmış.. senin gömleğinin işte o dört parmak yerine geçmesiydi muradım.”

*İşte ehl-i imanın anlatılan menkıbedeki akıbete maruz kalmaması için haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, zulmeden mü’mine tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “gayretullah”ın tokadı iner; bunu da şefkatliler hiç istemezler.

*Hazreti Pir’in hayata veda edip ruhunun ufkuna yürümesi ile onu hiç dinlemeyen, bir yönüyle mahkeme mahkeme sürgüne gönderenlerin idari hayattan mahrum edilip çok farklı bir şeye yürümeleri arasında iki ay gibi bir süre var. O kadar tembihte bulunuyor.. hem de çok taltif, tekrim ve tebcille.. “İslam kahramanı” sözleriyle.. “Aman şöyle yapın, böyle yapın!..” Hiç dinlemiyorlar. O Hazret her şeye rağmen onlara dua ediyor. Bir Hak dostundan dinlemiştim. Diyor ki “Bu sistem çok kötüye gidiyor. Biz hep aleyhinde beddua ediyoruz. Fakat Hazreti Pir-i Muğan lehlerinde ‘Allahım, bunlar ayakta kalsın’ diye dua ediyor. O tutuyor bunları.” Onun için o Hazret’in gitmesiyle dua edenleri de kesiliyor; iki ay sonra onlar da gümbür gümbür yıkılıyorlar. Dinlemiyorlar, haksızlık yapıyorlar ve gidiyorlar.

*İnsanların kendi kazdıkları kuyuya düşmemeleri ve onların işlerinin de bütün bütün gayretullaha kalmaması için, yaptıkları zulümlere karşılık sadece parmak ucuyla dokunmak suretiyle bir mukabelede bulunarak, “Evet, biz de bu kadar mukabelede bulunuyoruz!” diyerek.. bazı dediklerinin aksine bir kısım şeyler ortaya koymak suretiyle.. Hizmet’in umumuna zarar vermeden, fakat şefkatin bir gereği olarak.. böyle bir izafi şefkate ihtiyaç var.

*Öyle mesâvîler irtikap ediliyor ki bilemezsiniz. Ehl-i iman bile olsa.. ehl-i imana karşı Firavunların, Nemrutların yaptıkları şeyler yapılıyor ve bunları da bazıları din hesabına yapıyor. İşte bunlara zarar gelmemesi için azıcık bir şey diyeceksiniz.. “Sen de mi?” deyip belki kulaklarını çekeceksiniz. Azıcık gözlerine karşı parmak sallayacaksınız.. belki “Yazık size!..” diyeceksiniz. Bu kadarcık mukabelede bulunacaksınız, Kâf Dağı cesametinde bir belanın gelip başlarına çökmemesi için…

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla arz ediyoruz.