410. Nağme: Göz Aydınlığı Nesiller ve Bir Âhirzaman Fitnesi

410. Nağme: Göz Aydınlığı Nesiller ve Bir Âhirzaman Fitnesi

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Kıymetli dostlar,

Malumunuz olduğu üzere, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin genellikle Cuma ve Pazar günleri yaptığı sohbetleri her Pazartesi Bamteli olarak neşrediyoruz. Bugün de kameralarımızı hazırlamıştık ama Hocamız sohbet etmedi. Diğerlerini daha evvel paylaştığımız için de elimizde yayınlanmamış görüntülü sohbet kaydı kalmadı. Bundan dolayı, Hocamızın üç gün önceki hasbihalini -sadece ses kaydından ibaret bulunsa da- haftanın Bamteli yerine yayınlıyoruz.

***

Muhterem Hocaefendi, bu sohbette özetle şu hususları anlatıyor:

İzdivacın ve çoğalmanın kıymeti, Rasûl-ü Ekrem’in iftihar edeceği bir neslin hedeflenmesindedir!..

*Allah, çocuklarımızı Hazreti Üstad’ın beklediği nesl-i âti etsin. (Sizin gibi değil de) bizim gibi olacaksa, olmasın daha iyi. O türlü şeylerin ne olduğuna sevinmeli ne olmadığına yerinmeli; hayırlı olması dilenmeli!.. Evlad-ı sâlih.. evlad-ı fâsık. Çizgisini koruyamamış evlat olacaksa, olmasın daha iyi!.. Çizginizde yürüyecek, sırat-ı müstakimi takip edecekse, feni’me ve bihâ (ne güzel ve hoş, baş göz üstüne). İnsanlığın İftihar Tablosu’nun iftihar buyuracağı nesil de o nesildir.

*Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Evleniniz, çoğalınız; ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim (mesrur olurum).”  Şayet izdivaçla ve çoğalmakla Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in iftihar edeceği bir nesil hedeflenmemişse, o izdivaç ya da çoğalmanın hiçbir anlamı yoktur. Kemmiyyet planında “olsun, olsun” denilirken, keyfiyet boşluğu yaşanıyorsa.. içi boş, başkalarının üflemesiyle öten kaval gibi nesiller yetişeceğine hiç olmaması daha iyidir. Evet, sefahate bulaşmış, başı secdesiz, vicdanı paslı, gözü kanlı bir nesil ile Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in iftihar etmeyeceği açıktır. O’nun, çoğalmasını istediği nesil, Allah indinde de makbul olan, O’nun rızasını kazanmaya teşne bulunan, din-i mübini yaşayan ve yaşatan bir nesildir.

Keyfiyetsiz kemmiyyetin neticesi, bomboş kitleler ve cahil idarecilerdir!..

*Günümüzde bu konuda ihtimam gösterilmediğinden dolayı toplum boş insanların, hatta bomboş insanların ümidine kaldı. Ümmetin üzerine bir zaman gelecek ki, onların içinde, bilmesi gerekli olan şeyleri bilmeyen nesiller yetişecek. Âlim kalmayacak içlerinde. O vakit, ilmiyle amel eden, kılı kırk yararcasına dini yaşayan kimseler kalmaz; dolayısıyla, kitleler kendilerine cahillerden başlar edinirler. Allah Rasulü (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki Allah Teâlâ, ilmi, kullarından söküp almak sureti ile kabz etmez. Lâkin ilmi, âlimleri kabz ederek alır. Âlim kalmayınca da insanlar cahilleri baş edinirler, sonra da onlara sorular sorarlar. Onlar da bilgisizce fetvalar vererek hem saparlar, hem de saptırırlar.”

*Onun için, kafamızı mutlak manada kemmî (sayısal) planda tekasüre (çoğalmaya) takmaktan daha ziyade keyfî (nitelik) planda çoğalmanın arkasında olmamız lazım. Öyle ümmet olmalı ki, hadis-i şerifte anlatıldığı üzere, onlar Sırat’tan geçerlerken Cehennem aşağıdan haykıracak, “Çabuk geçin, nurunuz nârımı söndürüyor.” diyecek. Efendimiz onlarla  iftihar duyacak, “İşte benim ümmetim!..” buyuracak.

*Sadece kemmiyyet (sayıca azlık çokluk) planında bir genişleme söz konusuysa, öyle bir yığının sürüden farkı yoktur. Bir serkâr çıkar, üç beş demagojiyle bir sürüsünü aldatır, arkasından sürükler götürür.

Bir Âhirzaman Fitnesi ve Devlet Kapısındakilerin Hali

*Hadis kitaplarında “Kitabü’l-fiten ve’l-melâhim” başlığıyla bazı bölümler yer almakta; ileride gelecek olaylardan, özellikle âhirzamanda cereyan edecek olan dehşetli hadiselerden bahsedilmektedir. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), âhirzaman fitneleriyle ilgili hadislerinde, Deccal’in ortaya çıktığı dönemde, Horasan civarında yetmiş bin taylasanlı (sarıklı) insanın ona iltihak edeceğini haber vermiştir.

*Yeryüzünün umumî bunalımlarına inzimam eden içteki krizler karşısında ızdırapla inleyen Sultan 3. Mustafa şöyle demiştir: “Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele / Devleti çarh-ı denî verdi kamu müptezele / Şimdi ebvâb-ı saadette gezen hep hezele / İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele!..” (Bütün cihan yıkılırken, bizim ülkemizin düzeleceğini mi zannediyorsun? Ne yazık ki, talihsizlikler çarkı, ülkenin kaderini haysiyetsizlerin ellerine düşürdü. Baksana, milletin bel bağladığı ve hak aradığı dairelerin kapılarında bile şaklabanlar gezmekte. Hal böyle olunca, kalmış kurtuluş ümidimiz sadece Rahmeti Sonsuz’un merhametine!..)

*Şair Eşref de demiştir ki: “Bozulmuştur düzelmez gelse de Mehdî / Bu mülkün emr-i ıslahı Cenâb-ı Hakk’a kalmıştır.”

*Yalanlar doğru görülüyor. Eğrilere, insanlar “eğri” diyemiyor. “Eğri dediğim zaman önüm kesilir. Bu adamlara azıcık başkaldırsam, defterlerime el konulur. Servetim yeniden gözden geçirilir. Mali bir kısım haklı olmayan mükellefiyetlere maruz bırakılırım!..” düşüncesi elleri kolları bağlıyor.

Şu İki Hususta Aldandık!..

*Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, bir arkadaşımın biraz bedbinlik (karamsarlık) içeren şu sözleri günümüzün resmini aksettirmesi açısından çok şahane: “Cihanda bulamadım bir yâr-ı sâdık / Kime sâdık dedimse çıktı münafık!” Bu sözü biraz nikbinlik (iyimserlik) ile hakikatbinlik arasında bir noktaya çekerek şöyle değiştirdim: “İnsan her zaman arar durur bir yâr-ı sâdık / Bazen de sâdık dedikleri çıkar münafık!”

*Biz aldandık. Cenâb-ı Hakk’ın şu anda belli bir ölçüde yumuşak yumuşak kulaklarımızı çekmesi de sanki bunun neticesi. (Hadiselerin diliyle bize adeta şöyle deniyor:) “Yaramazlar!.. Ne diye yaramaz insanlara o kadar hüsnüzan ettiniz! Ne diye o kadar yaramaz insanlar için sokak sokak dolaştınız; kadını erkeği çoluğu çocuğu seferber ettiniz?” Gittikleri evlerde başlarından aşağıya sıcak sular döküldü, ‘gelmeyin bize’ diye. Fakat onlar, hak zannettikleri o mevzuda kararlı durdular. İlle de evrensel insanî haklar şöyle böyle toplumun hayatında vücut bulsun istediler; gerçek demokrasi yaşanmasının ve dünya ile bir barışa gidilmesinin bu yolla olabileceğini zannettiler. Hadis’te ifade buyurulduğu gibi, ‘Hüsnüzan ibadetin en güzelindendir.’ Ne var ki bir yönüyle bir yerde ölçüyü kaçırdılar, kaçırdınız, kaçırıyorsunuz, hâlâ da kaçıranlar var. Hüsnüzan ederken mülahaza dairesini açık bırakmadınız: “Yahu acaba böyle mi; yoksa bize arkadan hançer de saplarlar mı bunlar? Yoksa bütün çarkları, devlet kapısını değersiz kimselerin emrine mi verirler; meseleyi bir kayırma sistemi haline mi getirirler?” diye düşünmediniz. Neden Allah aşkına azıcık basiretle hareket etmediniz; kendinizi sadece hüsnüzanna saldınız, mülahaza dairesini bütün bütün kapadınız? Neden Hazreti Üstad’ın ‘hüsnüzan, adem-i itimad’ mülahazasını değerlendirme lüzumunu duymadınız?

*Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir. diyor Hazreti Pir. Bazı kimselerin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine ve desteklenmeye hakkı yoksa şayet, o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, sizi tokatlayabilir; merhametsizce azap çektirir: Aklınızı kullansaydınız. Vicdanınızı kullansaydınız. Bazı kimselerin melek suretinde Mefisto olduğunu hatırdan çıkarmasaydınız.

*Şimdi bize düşen şey: Bir; “Allahım, hüsnüzan etmede mübalağaya girdik, rızana uygun düşmedi, bizi tecziye ediyorsun; bahtına düştük, bizi affeyle.” İki; “Senin rızana muvafık düşmediği şekilde, haklarında hayırlar düşünüp ‘Bizi evrensel insani değerlere ulaştıracaklar. Gerçek ruhuna uygun demokrasiye ulaştıracaklar.. ve milletin en fakirinden en zenginine kadar sosyal adaleti (Hazreti Ömer devrindeki adaleti) tesis edecekler!’ deyip bunlara aşırı alaka duyduk; şimdi Sen, bu haksız ve mübalağalı ilgiden dolayı bizi cezalandırıyorsun; ne olur, bizi bağışla!” demektir.

Müslümanlık Nerede?

*Hazreti Ömer deyince aklıma geldi: Önüne bir çanak çorba koydukları zaman, nedimine soruyor: “Acaba Medine’deki en fakir insan bu kadar çorba yiyebiliyor mu?” Nedimi, “Zannetmiyorum ya emîrelmü’minîn!” deyince, “O halde, bunu ben de yiyemem!” diyor.

*Hazreti Ömer, hilafeti zamanında beldelerin ileri gelenlerine mektuplar yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek onlara yardım edeceğini haber veriyor. Şam ve civarında bulunan fakirlerin listesi kendisine arz edilince, Hazreti Ömer listenin başında kadı olarak tayin ettiği Sa’d bin Amir’in ismini görüyor. Sonraki sene yine listenin başında yine aynı ismi görünce, listeyi getirenlere “Bu benim idareci ve hâkim olarak tayin ettiğim Sa’d mı?” diye soruyor. Onlar; “Evet, odur; hakikaten gayet fakirdir. Elinde avucunda olanı fakir fukaraya dağıtıyor, rüşvet olacağı korkusundan, bizim de en küçük bir hediyemizi kabul etmiyor” diyorlar.

*Müslümanlık bu idi. “Müslümanlık nerede, bizden geçmiş insanlık bile / Âlemi aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile! / Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir / Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!” (M. Akif) Çok aldandık, hâlâ aldanıyoruz. Aldanırsak, aldanmanın hesabı çok ağır olur. Allah, aldanmamaya azmetmiş sizleri aldanmaktan muhafaza buyursun.