482. Nağme: Zulüm, Baskınlar ve Karakterimiz

482. Nağme: Zulüm, Baskınlar ve Karakterimiz

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, birkaç saat önceki sohbetinde, özetle şunları söyledi:

*Belki gürültülü patırtılı yerlerde insan farklı ve yanlış mülahazalara kayabilir, tasavvur ve tahayyülü yanlış şeylerle kirlenebilir. Çünkü sürekli birileri ya salya atıyor, ya zift püskürtüyor, ya da olumsuz bir şeyler yaparak size sürekli bir çuvaldızla dokunuyor. Bu peşi peşine, her gün farklı fakat ardı arkası hiç kesilmeyen saldırılar, diş göstermeler karşısında duygu duruluğunu koruma imkânı olmayabilir.

*Siz ikliminiz itibarıyla -hele bir de medya ile fazla meşgul olmuyorsanız- asude bir hayat yaşıyorsunuz. Fakat dünyanın başka yerlerinde ve Türkiye’de, insanlar nefs-i mutmainneye ulaşamamışlarsa, rıza, aşk ve iştiyak diye soluklanmıyorlarsa, akıllarına olumsuz şeyler gelir. Mesela bir yerde haksız, hiç yok yere bir baskın yaparlar ve hiçbir şey de elde edemezler. Maarif yuvalarına baskın yaparlar. Gül gibi yerler.. ve gül kokularıyla kokan insanlar yetiştiriyor. Şimdiye kadar sigarayı dudaklarına götürmemiş, uyuşturucunun semtine uğramamış, bir sinek kanadı kadar vatana ihanet etmemiş, en temiz vatan evladını yetiştiren müessesat-ı hayriyye. Onlara ardı arkası kesilmeyen tasallutlar, tecavüzler, saldırılar yapılıyor. Morali ne kadar yüksek olursa olsun, insan bunlar karşısında o şok hadiselerin tesiriyle olumsuz şeyler diyebilir.

*Belki bazılarının dilinin ucuna kadar da geliyordur: “Eğer hakikaten sizin bu müesseselere isnat ettiğiniz şeyler varsa, Allah o müesseseleri yerin dibine batırsın. Yoksa, o emir verenler, o kanunsuz emre uyanlar, silahla o baskınları yapanlar.. Allah yuvalarını başlarına yıksın!..” Bakın, siz bile “amin” diyorsunuz! Demek ki Türkiye’de genel hissiyat bu istikamette cereyan ediyor. Dolayısıyla siz karakterinize göre hareket etmiyorsunuz. Çünkü o cümlelerin sonunda şöyle diyecektim: Aman, sakın böyle demeyin. Belki bunların içinde Allah’a inanan insan da vardır. O öyle güçlü bir fasl-ı müşterektir ki!..  Yalandan namaz kılsalar, her halleriyle nifak tavrı sergileseler, kafirlerin yapmadıklarını yapsalar, Hitler’in, Stalin’in, Sezar’ın yapmadığını yapsalar da içlerinde Allah’a inanan bazıları vardır. İşte umumunu birden nazar-ı itibara alarak öyle bir şey söylemek insaflı mümine yakışmaz.

*Şimdiye kadar değişik dönemlerde mübarek Türkiyemizde bir kısım densizler söz sahibi olmuşlarsa da bir bir gelmiş, bir bir gitmiş ve arkalarından “Ne kendi eyledi rahat / Ne halka verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan / Dayansın ehl-i kubur!” dedirtmişlerdir. Öyle değil; yâd-ı cemil olmaya bakmak lazım.

*Bizim kuvvetimiz Allah’tandır. “Her şey (her kuvvet) Senden, Sen ganîsin; Rabbim Sana döndüm yüzüm!” Günde kaç defa kuvvetin O’na ait olduğunu dillendiriyor; Efendimiz’in bir cennet cephanesi, bir cennet hazinesi olarak beyan buyurduğu “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” ikrarıyla soluklanıyoruz.

*Herkes karakterinin gereğini sergiler, onu aşamaz. Birine, havlamak; birine, salya atmak; birine de diş göstermek düşer. İnsana ise insan gibi kucaklamak düşer.

*Türkiye’de yaşadığım yerler aklıma gelince burnumun kemikleri sızlıyor. “Gel” demediler, “kal” demediler. Diyor gibi göründükleri zaman bile yalan söylediler. Kendileri alkışlansın diye, esasen alkışlanma adına o sözleri ortaya koydular. Onu da herkes gördü, anladı.

*Sübjektif bir mülahazamı arz edeyim: İsimlerini tasrih etmeyeceğim, bana karşı çok kötülük yapanlar oldu. Ülkemize ihanet edenler hakkında, dıştaki hainler, zalimler, kefere ve fecere hakkında düşünmedikleri şeyleri benim hakkımda düşünen, söyleyen insanlar gördüm. Bu kadar müsamahasız kimseler için ben ne niyaz ettim biliyor musunuz? Rabbimden hep şu dilekte bulundum: “Rabbim bir fırsat ver, bana kötülük yapan herkese ben bir iyilik yapayım. Mesela birisi bana sövmüş, ‘müsvedde’ demiş, ‘haşhaşi’ demiş; bir yerde yolda kalmış göreyim de arabama alayım. Kaçma mecburiyetinde kaldığı zaman ‘Benim bağrım sana açıktır!’ diyeyim. Kendi odamdan çıkayım, odamı ve yatağımı ona vereyim, iyilikte bulunayım.” Karakterim budur; herkes kendi karakterinin gereğini sergiler.

*El-âlem nasıl davranırsa davransın, bu sizi karakterinize kastetmeye sevk etmemeli. Çünkü siz gerçek mümin karakterine sahip insanlar olma yolundasınız.

*Birileri var ki kendi saltanatlarının ve mevcudiyetlerinin devamını sizi ifnâya bağlamışlar. Makuliyeti ve mantıkiyeti yok bu meselenin. Sadece hissî, mahveden, derin bir yanı var. “Nice servi revan canlar / Nice gül yüzlü sultanlar / Nice Hüsrev gibi hanlar / Bütün bu deryaya dalmış!” Hafizanallah… “Bu bir devvâr u gaddardır. / Gözü gördüğünü hep yer / Ne şâh u ne gedâ bunda / Ne bir ferd pâyidar olmuş!” Öyleleri yıkılmış gitmiştir ki, arkada lanet bırakarak, bunlara pabucu tersten giydirirdi. Onun için, onları kendi elemleri içinde kendi ızdıraplarıyla baş başa bırakmalı; “Allahım, hidayete, Seni tam bilmeye kabiliyetleri varsa, en yakın zamanda hidayet eyle. Yoksa, Sen bilirsin Allahım!..” demeli.