Haftanın Hadîs-i Şerîfi: BASİTLİĞİN GÖRKEMİ

Haftanın Hadîs-i Şerîfi: BASİTLİĞİN GÖRKEMİ
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Lügat itibariyle “kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme” manalarını muhtevi olan “kibir” ıstılah manası itibariyle; insanın sahibi olduğunu vehmettiği servet, makam, soy, ilim, ibadet ve güç gibi herhangi bir meziyetinden dolayı hem hemcinsi olan insana hem de Rabb’isine karşı büyüklük duygusuna kapılmasına sebep olan hastalığın adıdır.

Şüphesiz yaratılan her şeyin bir hikmet-i vücudu olduğu gibi, kibrin de bir vücut hikmeti vardır. Cenâb-ı Hak bu duyguyu “insan fıtratına, İslâm’ın izzetini, Kur’an’ın şerefini, Din’in haysiyetini, ulvî görülen şeyleri, cemaatini, ırzını, namusunu ve benzeri kıymetlerini koruması için yerleştirmiştir. Bu duygu su-i istimal edilirse, geri tepen silah gibi kişinin aleyhine işleyerek azgınlığa, sapkınlığa ve küfre düşmesine sebep olur. Allah’ın sıfatı olan “büyük olmak”tan ferde tecelli edecek şey; Allah’ın, İslâm’ın Kur’an’ın ve Rasûlullah’ın izzetini, şerefini ve haysiyetini koruma uğruna başını eğmemek, küfür adına yapılan her şeye karşı tavır alarak yüksekten bakmak, büyüklenmek, başını dikmektir. Tefekkürsüzlük ve düşüncesizlik neticesinde su-i isti’mal edilen bu duygu çok zaman müminlerin aleyhine işlemiş, onların şirazeden çıkmalarına sebebiyet vermiştir. Neticede insan, anlayışındaki çarpıklık sebebiyle, bu hakikati var ediliş hikmetinin aksi istikamette kullanarak hem hakikate hem de nefsine zulmetmiştir.

Bir başka yaklaşımla kibir; insanın Rabbi karşısında kendi konumunu tayin edememesi demektir. Kibir, kula bir konum tayin eden “Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım” beyan-ı sübhânisini anlayamamış yahut kabul edememiş olmanın tezahürüdür. Bu manasıyla kibrin alemdarlığını şeytan üstlenmiştir ki bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın! Bütün melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah, ‘Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?’ dedi. İblis, ‘Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ dedi.”

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, şeytan Cenâb-ı Hakk’ın kendisini ateşten, Hz. Âdem’i (aleyhisselam) topraktan yaratmış olmasının kendi sözde faikıyetine bir medar olabileceği vehmine kapılmakta, neticede bu duyguyu da Hz. Âdem’e (aleyhisselam) secde etmemesine meşruiyet kazandıracak bir amil olarak ileri sürmektedir. Yukarıda da temas edildiği gibi, bu durum şeytanın hakikate yanlış bir açıdan baktığının göstergesidir. Zira hakikatte yaratılmışların vücuda getirildiği öz-mâye asıl itibariyle bir faikıyet sebebi değildir. Zira kâinatta var edilen her madde asıl değerini Kadir-i Zül-Celâl’in ona takdir buyurduğu değerle elde eder. Allah (azze ce celle) neye ne kadar değer atfetmiş ise, o ancak o kadar değerlidir. Bu açıdan Rabbinin değerli kıldığı bir varlığa hakettiği değeri çok gören İblis, kendince ona yeni bir değer vermek istemiştir ki bu onun kaybettiği noktadır. Çünkü Cenâb-ı Hak, Müslim-i şerifte geçen bir kutsi hadiste “Büyüklük ridâm, izzet de izârımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse ona azap veririm” buyurmak suretiyle kibir ve büyüklenmenin yalnızca Yüce Zat’ına ait olduğunu beyan buyurmuştur.

Abdullah ibni Mes’ud’un (radıyallâhu anh) bildirdiğine göre bir hadis-i şeriflerinde ise Aleyhissalatu Vesselâm Efendimiz:

عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ

قَالَ رَجُلٌ: إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً، قَالَ:

إِنَّ اللهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ، الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ، وَغَمْطُ النَّاسِ
***

“Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse cennete giremez” buyurdular. Bir zât: ‘İnsan elbisesinin güzel, ayakkabının güzel olmasını sever?’ dedi. Bunun üzerine Rasulûllah (sallâllahu aleyhi ve sellem): ‘Şüphesiz ki Allah güzeldir; güzelliği sever, Kibir; hakkı inkâr ve insanları hakir görmektir’ buyurdular.”

İlk hadis-i şerifin bize sundukları ile ikinci hadis-i şerif arasında bir iltisak noktası kuracak olursak; Cenâb-ı Hakk’ın “ridâmdır” buyurduğu büyüklük libasını kendi sırtına geçiren insan mahiyet itibariyle o libası taşıyacak kamette yaratılmadığından, evvela bu libas kendisine büyük gelecek ve hiç şık durmayacaktır. Oysaki “Allah güzeldir ve güzelliği sever.” Bu açıdan insan hakikatte liyakati olmadığı halde, taşıyabileceği zehabına kapıldığı kibir ve azamet libasının öncelikle üzerinde güzel durup durmadığına, yakışıp yakışmadığına bir bakmalı ve ettiği-eylediği her amelde kendisine yakışanı yapmalıdır. İnsan belini bükecek bu türden kıymetli libasları sırtına geçirmek suretiyle ne kendine ne de o libasa zulmetmemelidir. Zira hak ve liyakati olmadığı halde başkasına ait bir şeyi müsadereye kalkmak bir zulümdür. “…Zalimlerin (ise) ahirette yardımcıları yoktur.”

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadis-i şerifte devamla “kibir, hakkı inkârdır” buyuruyor. Bu ifade evvel emirde Allah’ın (celle celâluhû) varlığını ve birliğini inkâr etmek şeklinde anlaşılır. Kibre bu açıdan bakacak olursak; “Kibrin, Allah ve Peygamber tanımazlık şeklindeki en kaba olanını, ‘İblis dışında bütün melekler Âdem’e secde ettiler; o kibrine yediremedi ‘ııh!’ dedi ve küfrü seçenlerden oldu’ beyanında da görüldüğü gibi şeytan ortaya koydu. Kendilerine kitap verilenlerin bir kısmı da ‘Demek size ne zaman nefislerinizin hoşlanmadığı bir kısım mesajlarla peygamber geliverse, böbürlenecek, ona kafa tutacak, sonra da kiminiz onu yalan sayacak, kiminiz de öldürmeye kalkacaksınız’ beyanında görüldüğü gibi şeytanı takip ettiler. ‘Büyüklük tasladı ve mücrimler gürûhundan oldular’ mazmunu etrafında şeref-nüzul olmuş ayetler âdeta bu türden devrilmiş pek çok kavmin kara yazısı gibidir. ‘Kibre girdiler, zira onlar kendilerini faik ve yüce görüyorlardı’ ifadesi de bu konuda ayrı bir talihsizliğin şahidi. ‘Biz; Karun, Firavun ve Hâmân’ı da helâk ettik, zira Musa (aleyhisselam) onlara apaçık mucizelerle gelmişti ama bu (mütekebbir)ler o yerde büyüklük tasladılar ve (inanmadılar) ama başlarına gelecek şeyin de önüne geçemediler’ beyan-ı sübhanîsiyle sunulanlar ise, tarihî bahtı karalardan sadece birkaçı.”

“Kibir, hakkı inkârdır” ifadesine, doğru ve gerçek olanı, olduğu gibi kabul ve ifade etme mürüvvetini gösterememe şeklinde yaklaşmak da mümkündür. Böyle bir hastalığın pençesinde biri için, başkalarının doğrularının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Böylesi bir hastanın karşısına bütün bir toplum hakikatin heykeli olarak konulsa o kendi sigarasını yakmak adına o toplumu ateşe vermekten geri durmaz. Zira hakikatin ifade ettiği azamet ve görkemin onun dilinde (zorbalık- despotizm- yezitlik) bir karşılığı yoktur. Onun dili yalnızca “insanları hakir görme”ye döner ki; aşağılama, hakaret, iftira, tezvir gibi her türden bühtan, bu dilin en önemli ve güçlü silahıdır. İnsanı buna sevk eden, ya elindeki servet-ü samanı, ya toplumdaki nam u nişanı ya da başkasının bilmesini istemediği bir hıyanet ve günahıdır. Bu hasta ruhlara göre; irtikâp ettiklerini gizleyebilmek için, meleknûma tabiatta olan insanların bile, kamuoyu nazarında şeytanlaştırılmaları gerekiyorsa şeytanlaştırılmalıdırlar. Din ve vatan uğrunda canını dişine takmış kelle koltukta gezen insanlar hıyanetle itham edilecekse edilmelidirler. “Karıncaezmezler” olarak bilinen insanlar terör ve teröristlerle aynı kefeye konulacaksa konulmalıdırlar, vs. Görüldüğü gibi kibir yalnızca Rabbe karşı had bilmeme değil, aynı zamanda insan ve hakikate karşı da bir zulümdür.

Yazının başında kibri bir hastalık olarak ifadelendirdik. Çünkü sadece yeryüzü dinlerinin yahut salt ahlakın bir problemiymiş gibi algılanan kibrin, son dönemlerde yapılan bazı araştırmalar neticesinde, aynı zamanda tıbbın da konusu olduğu gerçeği ortaya konmuştur. Modern tıpta bu hastalığın adı ise “hubris sendromu” olarak bilinmektedir. Tıbbın bu hastalıkla alakalı ortaya koyduğu veriler son derece ilginçtir:
• Bu hastalık daha ziyade makam ve mevki sahibi insanlarda görülmektedir.
• En önemli emaresi “güç zehirlenmesidir”.
• Tekrarlanan başarı bu hastalığa yakalanma riskini artırmaktadır.
• Kriz dönemleri, savaşlar, ekonomik faaliyetler daha fazla kibre sebebiyet vermektedir.
Bu insanlar:
• Görüntü ve tavırlarıyla orantısız bir endişe halindedirler.
• Toplumun varlığını kendi varlığıyla bir görürler.
• Konuşmalarında kraliyet ailesine özgü bir “biz” ifadesi görülür.
• Diğer insanlar ya da iş arkadaşları gibi sıradan bir mahkemeye değil de sadece tarih ya da Tanrı gibi bir üst iradeye karşı hesap verebilir olduğu duygusunu taşırlar.
• Uygulamaların, sonuç ve maliyetlerinin dikkate alınmasını önlemek için, uygulamalarını ahlak, dürüstlük hakkında “geniş tasavvurlarına” dayandırırlar.
• Aşırı özgüvenleri, işlerin ters gidebileceği düşüncesinden yoksun, uygunsuz politikalar oluşturmasına neden olur.

Bu biçilen kıyafet genelde makam ve mevki sahiplerine uygunmuş gibi görünse de, sahibi olduğu kendi küçük dünyasında yaşayan diğer insanlarında da bu türden saplantılara düşme tehlikesi her zaman için söz konusudur. O yüzden kişi ister kendini, ister bir aileyi, ister bir köyü, isterse bir ülke ve dünyayı yönetme pozisyonunda bulunsun, düz bir insan olmanın görkemini hiçbir şeyle kıyas etmemelidir.

Kibriya ve azamet Hakk’a yarar. Kul olanda bu sıfatlar ne arar!

Sefa Salman