Bizi Bu Belde Halkına Sevdir Allah’ım!

Bizi Bu Belde Halkına Sevdir Allah’ım!
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Dua Mecmuası’nda da yer aldığı üzere Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) teşrif edeceği bir beldeyi gördüğü zaman, “Allahım, bizi bu belde halkına, bu beldenin salihlerini de bize sevdir.” diyerek dua ediyor. Dünyanın dört bir tarafına açılan hizmet sevdalıları için Efendimiz’in fem-i güherinden sâdır olmuş bu dua neler ifade eder? Lütfeder misiniz?


Cevap: Malum olduğu üzere dua ile alâkalı yapılan taksimatlardan biri de onun fiilî ve kavlî olarak ikiye ayrılmasıdır. Üstad Bediüzzaman hazretlerinin verdiği örnekle anlatacak olursak, bir çiftçinin toprağı işlemesi fiilî bir duadır ki, bununla hazine-i rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalmış olur. Cenâb-ı Hakk’ın hususî bir atiyyesi olmadıkça, toprağa tohum atmadan o tarladan bir ürün almanın mümkün olmadığı açıktır. Dolayısıyla esbap adına ne gerekiyorsa mutlaka ortaya konulmalıdır. Fiilî duaya riayet etmek sebepler dünyası içinde yaşayan biz insanoğlu için kaçınılmazdır. Dolayısıyla fiilî dua esbabı nazar-ı itibare almak ve o sebeplerin gerektirdiği şekilde davranmakla olur. Ayrıca Cenâb-ı Allah sebepleri izzet ve azametine perde yapmıştır. Bizim de o perdeye saygılı olmamız iktiza eder. Onları görmezlikten gelmek bu açıdan Allah’a karşı bir saygısızlıktır. Diğer bir açıdan da, esbaba riayet etmeme bizi, insan iradesini reddeden Cebrîlik düşüncesi içine sürükler ki, bu da akîde ve inanç açısından çok tehlikelidir. Evet, irade ve şuur sahibi insanoğluna düşen, sebepleri görmek ve onlarla uyum içinde yaşamaya çalışmaktır. Bir bütün olarak ekosisteme bakıldığında apaçık bir nizam ve intizam görülmektedir. Demek ki, her varlık Allah’ın meşîet ve iradesiyle o sisteme uymaktadır. Bununla beraber ekosistemin irade ve şuur sahibi müstesna bir parçası olan insanoğlu, zaman zaman bilgisizce davranıp Hakk’ın muradına muhalif işlerin içine girebilmekte ve böylece o mükemmel sisteme zarar verebilmektedir. Tabiî, kendisi de o sistemin bir parçası olduğundan dolayı zarar eninde-sonunda dönüp insan hayatını negatif şekilde etkiler hâle gelmektedir.


Kavlî duaya gelince o da, toprağı işledikten sonra, ürün alabilme dileğiyle elleri açıp Cenâb-ı Hakk’a yalvarmak gibidir. Bu mânâda dua sebepler üstü, Hazreti Müsebbibü’l-Esbâb’a teveccühün unvanıdır. Zira, O Kudreti Sonsuz, sebeplere bağlı olarak verebileceği gibi, dilerse hârikulâdeden hususî bir atiyye olarak sebeplere bağlı olmadan da lütufta bulunabilir. Ne var ki, ne Peygamberimiz ne de diğer enbiya-i izam (alâ nebiyyina ve aleyhimüsselâm) plan ve projelerini bu kabîl hârikulâdeliklere bina etmemişlerdir.


Sevginin Aksettiği Mücellâ Ayna


Sizin sorduğunuz soruda da Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm’ın böyle kavlî bir duası yer almaktadır. Evet, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir beldeyi teşrif buyurduğu esnada;

اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا حَيَاهَا وَأَعِذْنَا مِنْ وَبَاهَا وَحَبِّبْنَا إِلَى أَهْلِهَا وَحَبِّبْ صَالِحِي أَهْلِهَا إِلَيْنَا اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِيهَا

“Allahım, bu beldenin bolluğuyla bizi rızıklandır. Veba gibi hastalıklarından bizi koru. Bizi bu beldenin halkına, bu beldenin salihlerini de bize sevdir. Allahım, burayı bizim için bereketli eyle.” şeklinde dua ediyordu.


Efendiler Efendisi (aleyhissalâtü vesselâm) insanların gönüllerini kazanabilmek, oralara sevgi tohumları ekebilmek için hem gerekli sebeplere müracaat etmiş, meselâ onlarla hep diyalog hâlinde bulunmuş, münasebetlerin kesilme noktasına gelmemesi için perdeyi yırtmamış, hem de kavlî dualarıyla, muhataplarının gönüllerinde sevgi yaratması için Cenâb-ı Hakk’a el açıp yalvarmıştır. Allah da o en sevdiği kulunu hiçbir zaman huzurundan boş çevirmemiş, hususî atiyyeleriyle sevindirmiş, göklerde ve yerde O’nun için sevgi vaz’etmiştir. Hatta bir mânâda sevgi, varlığın çehresine Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) aynasından yansımıştır. Evet, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerine bakıldığında, fem-i güher-i nebevîden dökülen bu duanın dergâh-ı ilâhîde kabul edildiğine şahit olursunuz. Meselâ, Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret buyurduklarında Medine halkı, O Habîb-i Kibriya’yı çok sevmiştir. İçten içe bütün bütün dejenere olmuş bir kısım münafıklar ve İslâm düşmanlığıyla gözü dönmüş bazı kâfirler istisna edilecek olursa, Medine’de Resûlullah’a gösterilen sevginin büyüklüğü ortadadır. Evs ve Hazreç kabileleri de dâhil olmak üzere Medine halkı Efendimiz’in orayı teşriflerinden çok kısa bir zaman sonra O’nun etrafında âdeta pervane gibi dönmeye başlamışlardır. Aslında O Nebiler Serveri her nereye şeref-kudüm buyurmuşsa orada hüsnükabul görmüştür. Aynı şekilde Efendimiz de Medine’yi çok sevmiştir. Konuya, ümmetine emanet etmiş olduğu nurlu mesaj perspektifinden bakılacak olursa, Altın Çağ’dan bugüne hüsnükabul görmeye devam ettiği apaçık ortadadır. Evet, siz de kalblerinize, kalblerinizde İnsanlığın İftihar Tablosu’nun o müstesna yerine baktığınızda, O’nun, tarihte başka hiç kimseye nasip olmayan nasıl emsalsiz bir sevgi çağlayanına mazhar olduğunu anlarsınız. İçinizdeki O’nu her şeye tercih etme mülâhazası, sizdeki O’na karşı alâkanın en büyük emaresidir. Siz böyle olursanız, O da öbür âlemde, ruhunun ufkunda size karşı ciddi bir sevgi ve alâka duyar. Zaten O’nun gönlünde size karşı sevgi yoksa, sizde de O’na karşı sevgi olmaz/olamaz. Zira sevginin bir mânâda kaynağı O’dur. Allah’tan gelen sevgi O mücellâ aynaya akseder ve sonra ümmetine tevzi edilir, dağıtılır. Dolayısıyla sevginiz ölçüsünde O’nun nezdinde seviliyor olduğunuz mülâhaza, ümit ve recâsını taşıyabilirsiniz.


Kâinatın İftihar Tablosu şereflendirdiği beldelerde böyle hüsnükabul gördüğü gibi, O’nun has temsilcileri de, derecesine göre gittikleri yerlerde hep sevgi, saygı ve kabul görmüşlerdir. Meselâ irşad niyetiyle Yemen’e giden Hazreti Ali’nin (radıyallâhu anh) etrafında çok kısa bir zaman diliminde binlerce insan toplanarak halkalar oluşturmuşlardır. Onlar Hazreti Ali’yi sevmiş, Hazreti Ali de onları sevmiştir. Zaten Hazreti Ali (radıyallâhu anh) sadece harp meydanlarının kahramanı değil, aynı zamanda mânâ âleminin de bir sultanıdır. Böyle zülcenaheyn olması yönüyle de o, Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmelüttehiyyât ve etemmütteslimât) en hakiki vârislerinden birisidir. Ona duyulan sevginin neticesindedir ki, Ebû Musa el-Eş’arî ve Abdullah ibn Cerîr el-Becelî gibi (radıyallâhu anhüm ecmaîn) çok kıymetli Müslümanlar samimi olarak İslâm’a bağlanmışlardır.


Sevgiyle Gidilen Yerlerde Kalıcı Olunabilir


Diyalog adına, inancınızdan kaynaklanan güzellikleri gittiğiniz yerlerdeki insanların sinelerine boşaltma hesabına hadis-i şerifte zikredilen sevginin ne kadar ehemmiyetli olduğu âşikardır. İslâm tarihine bakıldığında Müslümanların, gönülleri kazanmak niyetiyle gittikleri yerlerde kalıcı olabildiklerini görürüz. Meselâ, Asya, Balkanlar, Küçük Asya dediğimiz Anadolu, Afrika’nın bazı yerleri hep böyledir. Müslümanlar gittikleri bu beldelerin ahalisini sevmiş, onlar da Müslümanlara karşı hep muhabbetle yaklaşmış ve zamanla İslâm’ın güzellikleri içerisinde eriyip gitmişlerdir. Yine bunu da Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) genel tavrının bir neticesi olarak görmek gerekir. Yani siyeri, felsefesiyle iyi anlayan sonraki Müslümanlar gerçek fethin ancak gönüllerin fethiyle olabileceğini kavramış ve hareketlerini bu mülâhaza üzerine bina etmişlerdir.


Bugün de arkadaşlarımız, tarihte eşine ender rastlanacak bir şekilde dünyanın birbirinden çok farklı beldelerine hicret etmekte, gidiş maksatlarına muvafık olarak da o beldelerde pek çok kesimden değişik insanlarla muhatap olmaktadırlar. Yukarıda da arz edilmeye çalışıldığı gibi önce fiilî duayı yerine getirmek gerekecektir. Bu da o yörelerdeki farklı kültür ortamlarını, değişik hissiyatları hesaba katarak hazırlıklı gitmek suretiyle olur. Nelere, ne kadar değer atfettiklerini bilmeden ve –en azından başlangıçta– ona göre bir duruş sergilemeden o beldelerin halkıyla diyalog kurmanız imkânsız sayılır. Gerçi umumi mânâda insana insan olmasından dolayı gösterilmesi gereken saygıyı ortaya koyduğunuzda hemen her yerde gönüllerden vize alabilir, hemen her yere adım atabilirsiniz. Ne var ki, adım attığınız yerde kalıcı olmayı istiyorsanız, o insanları iyi tanımak ve ona göre iyi bir duruş sergilemek mecburiyetindesiniz.


Zâhirî esbap açısından yapılması gerekli olan da budur. Bununla beraber, bizim doğru hareket etmek, yanlış yapmamak, gittiğimiz beldenin halkını sevmek ve onlar tarafından sevilmek için Cenâb-ı Hakk’a el açıp yalvarmamız da bu hususta duanın kavlî olanıdır. Biz de Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaptıkları duayı tekrarlar ve “Allahım, o belde halkının salihlerini bize, bizi de onlara sevdir.” deriz.


Allahım! Hakkımızda “Vüdd” Vaz’ et


Bununla beraber her gün belki defalarca,

اَللّٰهُمَّ أَعْلِ كَلِمَةَ اللّٰهِ وَكَلِمَةَ الْحَقِّ فيِ كُلِّ أَنْحَاءِ الْعَالَمِ، وَاشْرَحْ صُدُورَنَا وَصُدُورَ عِبَادِكَ فيِ كُلِّ أَنْحَاءِ الْعَالَمِ إِلىَ الْإِيمَانِ وَالْإِسْلَامِ وَالْإِحْسَانِ وَالْقُرْآنِ وَإِلَى خِدْمَةِ الْإِيمَانِ، وَاسْتَخْدِمْنَا فِي هَذَا الشَّأْنِ وَضَعْ لَنَا الْوُدَّ بَيْنَ عِبَادِكَ فِي السَّمَاءِ وَاْلأَرْضِ

“Allahım! Nâm-ı Celîlin’i dünyanın her yerinde bir kez daha i’lâ buyur. Bizim ve dünyanın her köşesindeki bütün kullarının kalblerini imana, İslâm’a, Kur’ân’a ve iman hizmetine aç ve bizi bu vazifede istihdam buyur. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi ve hüsnükabul vaz’ et!” diye dua ederiz.


Bu aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’ın, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’da salih kullarına vermiş olduğu bir müjdedir: “İman edip salih ameller işleyenler için Rahman, sevgi ve hüsnükabul vaz’ eder.” (Meryem, 19/96). Yani onları başkalarına da sevdirir ve kabul ettirir; hem kendi indinde, hem de mahluklar nezdinde onları sevimli kılar. Bu sevgi ve hüsnükabul Cenâb-ı Hakk’ın Vedûd isminin bir tecellisi olmaktadır. Hatırlanacağı üzere bir hadis-i şerifte de, “Allah bir kulunu sevince Cebrail’e, ‘Ben falan kulumu sevdim, sen de sev!’ ferman buyurur. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselâm) da onu sever ve diğer meleklere, ‘Allah, falan kulunu sevmiştir, siz de seviniz!’ diye nida eder. Göklerdekiler sevince yeryüzünde o kul için bir vüdd/sevgi vaz’edilmiş olur.” (Buhârî, bedü’l-halk 6; edeb 41) Hakkında hüsnükabul vaz’ edilen, bir şahıs olabileceği gibi, şahıslar ya da bir heyet, bir topluluk da olabilir. Tabiî bu, ayette de ifade edildiği üzere salih amel işlemeye, salaha kilitlenmeye ve Allah’ın rızasından başka bir şey gözetmemeye bağlıdır. Bu ufkun kahramanları için Hakk’ın vaadi tahakkuk eder ve haklarında sevgi vaz’ edilir. Bir kere de vaz’ edildi mi, Allah’ın izniyle onlara açılmadık hiçbir kapı kalmaz. –Yeter ki, ahde vefada bir kusur gösterilmesin– Bu perspektiften hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’deki arkadaşlarınızın baştan bu yana dünyanın değişik yerlerine gittiklerinde karşılaştıkları hüsnükabul ve sevgi de bu hakikatin apaçık bir delili sayılır.