Faydalı Tenkidin Esasları

Faydalı Tenkidin Esasları
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Hemen her meselede daha iyiyi ve güzeli yakalamanın önemli bir vesilesi sayılan “tenkid”in müspet ve faydalı olması hangi hususlara bağlıdır? Âdâp açısından, tenkit eden ve edilen kimselerin gözetmeleri gereken esaslar nelerdir?

Cevap: Bir söz, fiil ve davranışı kritik etme, onun menfi ve müspet yanlarını ortaya koyma ve olanla olması gereken arasında mukayese yapma mânâlarına gelen tenkit, ideale yürümek için kullanılan önemli ilmî esaslardan biridir. Bu yönüyle o, selef-i salihîn döneminden itibaren kullanılagelmiştir. Mesela, Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) nakledilen rivayetlerin sıhhatini tespit etmek için senet ve metin tenkidi yapılmıştır. Esasında sadece hadis sahasında değil, umumî mânâda, nassların delâlet ettiği mânânın anlaşılması, âyet ve hadislerin tevil ve tefsirinin yapılması gibi mevzularda hakikatin ortaya çıkması adına tenkit metodu, ilk dönemden itibaren, kendisine başvurulan önemli bir disiplin olmuştur. Bu ilmî disiplin sayesinde, çok sağlam bir filtre oluşturulmuş ve İslâm’ın içine karıştırılmak istenilen yabancı fikirlerin önüne geçilmiştir. Münazara ilminin de geliştirilmesiyle birlikte yapılan müzakerelerde müsademe-i efkâr ve müdavele-i efkâr sayesinde ortaya konulan yorum ve içtihatlar değerlendirilmiş, kritiğe tâbi tutulmuş, muhkemâtla test edilmiş ve böylece bârika-i hakikatin ortaya çıkması sağlanmıştır.

Hususiyle senet tenkidi alanında öyle ciddî bir birikim oluşmuştur ki, cerh ve tâdil açısından hadis râvilerinin değerlendirilmesi ve kritiğe tâbi tutulmasıyla ilgili ciltlerce eser yazılmış ve böylece Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) nakledilen rivayetlerin doğruluğu tespit edilmiştir. Ne var ki ulema böyle önemli bir mevzuda tenkitte bulunurken bile, maksadı aşan beyanlarda bulunmamaya son derece önem vermiş ve hassasiyetle hareket etmişlerdir. Mesela, nakd mevzuunu ilk defa sistemli olarak ortaya koyanlardan birisi olan Şu’be İbn Haccac Hazretleri, hadis ricâlinin tenkidiyle alakalı olarak, “Gel, Allah yolunda biraz gıybet edelim!” ifadesini kullanmış ve böylece hem bu işin yapılmasının zaruretine, hem de bunun sadece Allah rızası için yapılması gerektiğine dikkatleri çekmiştir.

Evet, bizim dünyamızda, bilhassa hicrî ilk beş asır itibarıyla, gerek dinî, gerekse pozitif ilimler sahasında, en güzele ulaşma adına tenkit metodu kullanılmıştır. Dolayısıyla günümüzde de her zaman bu ilmî usûle müracaat edilebilir; yeter ki tenkit edilen konuda insaf elden bırakılmasın, edep muhafaza edilsin ve mesele hep hassasiyetle ele alınıp takdim edilsin. Bu noktada tenkit âdâp ve usûlü diyebileceğimiz bazı esaslar ortaya çıkmaktadır ki, onları şu şekilde hulasa edebiliriz:

İnsaf ve Yumuşak Üslûpla Çözülen Kilitler

Tenkide tâbi tutulan konu, çok sağlam bir üslûpla ortaya konulmalı ve sunuş esprisi açısından konuşma tarzının insanî olmasına azamî derecede dikkat edilmelidir. Yani tenkit, muhatabın tepki vermeyeceği, rahat kabul edebileceği bir tarzda yapılmalıdır. Şayet siz, belli problemlerin çözümüyle ilgili sahip olduğunuz alternatif düşüncelerinizi, makul yaklaşımlarınızı insaflı, yumuşak ve insanî bir üslûpla ortaya koyarsanız, başkaları tarafından saygıyla karşılanırsınız ve fikirleriniz de kabul görür. Mesela siz bir konuyla alâkalı fikrinizi beyan ediyorsunuz. Fakat muhatap olduğunuz kimse bunun tam aksini düşünüyor. Böyle bir durumda şayet siz, “Efendim, ben bu meseleyi böyle biliyordum. Fakat sizin ifadelerinize baktığımda meselenin farklı bir yanı olduğunu da gördüm.” şeklinde bir mukabelede bulunursanız, belki de karşı taraftaki kişi bir süre sonra tekrar size gelecek ve “Daha önce konuştuğumuz mesele, sizin dediğiniz gibiymiş.” diyecektir. Bu defa da siz, “Teşekkür ederim, ne kadar da insaflısınız.” diyerek mukabelede bulunacaksınız. Bu itibarla insan, hakikatin saygıyla kabullenilmesi ve sinelere mâl edilmesi adına gerekirse kendi benliğini, kendi tecrübe ve bilgi birikimini biraz ayaklar altına almalı ama hakkın hatırını hep yüksekte tutmalıdır. Başka bir ifadeyle, makulün makul karşılanması arzu ediliyorsa, başkalarının çok defa makul olmayan düşünceleri bile kendi makuliyeti içinde değerlendirilmeli, onlara karşı sineler her zaman açık tutulmalı ve onların hak ve hakikati kabullenebileceği bir samimiyet ortamı oluşturulmalıdır.

Umuma Konuşma ve Perdeyi Yırtmama

Tarih şahittir ki, hangi sahada olursa olsun, başkalarının düşüncelerine saygı duymayan, onları sahte para gibi sürekli bir kenara atan ve “boş” olarak gören bir insan, hiç farkına varmaksızın, kendisine faydalı olacak pek çok “dolu”yu da zayi edebilir. Bu açıdan sahte para da olsa, bakır, demir, kurşun da olsa, hepsinin belli ölçüde saygıyla karşılanması bir prensip olarak benimsenmelidir. Böyle hareket edilebildiği takdirde, ortaya konulan doğruların muhataplara kabul ettirilmesi adına çok isabetli bir yol keşfedilmiş olacaktır. Aksi takdirde, ne kadar güzel fikir ve projeler ortaya konursa konsun,  insanların alnına tokmakla vuruyor gibi onların dem ve damarlarına dokunduracak şekilde ifade edilen sözler asla hüsnükabul görmeyecektir. Hatta tenkit edilen mevzu, sarih nasslarla çerçevesi belirlenmiş dinî konudaki bir yanlışlık olsa da, üslûba dikkat edilmediği takdirde tepkiyle karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır. Mesela siz bir arkadaşınızın harama baktığına şahit oldunuz. Şayet siz aranızdaki perdeyi yırtacak bir üslûpla onun karşısına geçer ve “Sen şöyle şöyle yapıyorsun. Azıcık panjurlarını kapa da günaha karşı böyle açık durma!” derseniz, bu tenkidiniz onu -Allah korusun- şeytanî mülahazaların vekili hâline getirebilir. Hususiyle muhatabınız, tavır ve davranışlarının tenkit edilmesine hazır değilse, eleştirileri hazmedip sindiremiyorsa, sizin ona karşı yapacağınız her eleştiri tepkiye sebebiyet verecek, onun içinde hakka karşı saygısızlık duygusunu uyaracak ve belki de onu kendi değerlerine düşman hâle getirecektir. Böyle bir kişi kendisine anlatılanların hak olduğuna inansa bile, tepesine vurulmasından kaynaklanan ruh travması sebebiyle bâtılı hak göstermek için kafasında ne felsefeler ne felsefeler oluşturacak, yorganı başına çektiği anlarda bile kafasında sürekli kendisine yöneltilen eleştirilere vereceği cevabı kurgulayacaktır.

Bu açıdan bir meselenin kritiği yapılırken, şahıslar doğrudan muhatap alınmadan dolaylı anlatım yolu tercih edilmelidir. Nitekim Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir ferdin kusur veya yanlışına muttali olduğunda, bunu onun yüzüne söylemiyor, insanları bir yerde topladıktan sonra genele konuşuyor ve yarası olan o zatın da bu konuşmadan dersini almasını temin ediyordu. Mesela Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) zekât memuru olarak bir bölgeye gönderdiği bir şahıs, halktan topladığı vergileri teslim ederken, “Bunlar size aittir, bu da bana hediye edildi.” deyince, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) minbere çıkmış, doğrudan o şahsı muhatap almadan şu ikazda bulunmuştur: “Ben sizden birini Allah’ın bana tevdi ettiği bir işte istihdam ederim. Sonra o kişi gelir, ‘Şu size aittir, bu da bana hediye edilendir.’ der. Eğer bu adam doğru söylüyorsa, anasının veya babasının evinde otursaydı da hediyesi ayağına gelseydi ya?” (Buhârî, eymân 3; Müslim, imâret 26)

Bir de tenkidi kimin yaptığı çok önemlidir. Eğer birisine bir şey anlatılması gerekiyorsa, “illa ben anlatacağım” dememeli, bu vazife o şahsın çok sevdiği başka bir insana bırakılmalıdır. Zira böyle bir durumda o sevilen zatın tenkitleri bile iltifat kabul edilecektir. Evet, söylediğiniz sözün tepki alacağını düşündüğünüzde, onu bizzat kendinizin söylemesi yerine sözü bir başkasına bırakmalısınız. Zira önemli olan, hakikatin kimin tarafından ifade edildiği değil, onun sinelerce kabul edilmesidir.

Söz buraya gelmişken Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimizle ilgili anlatılan bir menkıbeyi nakletmek faydalı olacaktır. Her ne kadar bu menkıbe sıhhatli hadis kitaplarında yer almasa da, ibret alınması gereken önemli dersler ihtiva ettiği muhakkaktır. İşte bu menkıbeye göre; Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimiz, abdest almak için bir yere geldiklerinde orada, abdest alırken etrafa su sıçratan ve uzuvlarını tam yıkamayan bir zat görürler. Derin firaset sahibi bu iki nadide fıtrat, kendi aralarında ne yapacaklarını kararlaştırdıktan sonra ona yaklaşır ve ondan kendi aldıkları abdestlerini kontrol etmesini isterler. Daha sonra da Resûl-i Ekrem Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Hazreti Ali’den (radıyallahu anh) nasıl görmüşlerse o şekilde güzelce abdest alıp “Amca hangimizin abdesti daha güzel oldu?” derler. Aleyhinde herhangi bir tân u teşnide bulunulmayan ve yanlışı yüzüne vurulmayan bu kişi de vicdanen çok rahat bir şekilde, “Evladım, ikinizinki de güzel. Asıl benim abdestim güzel değilmiş.” der. Bu açıdan bir kez daha ifade edelim ki, yanlışı düzeltme ve doğruyu göstermede kullanılan üslûp, sunuş tarzı ve kullanılacak malzeme,  tenkit edilen meselenin kabulü adına çok önemlidir.

Tenkide Tahammül Edebilen Bir Muhatap Yetiştirmek

Öte yandan, muhatapları, tenkitler karşısında tahammül edebilir bir seviyeye getirmek ve onlarda hakka saygı düşüncesini uyarmak da meselenin ayrı bir yönünü teşkil eder. Bu ufku yakalayan sahabe-i kirâm, gördükleri hataları çok rahat bir şekilde birbirlerine söylüyorlardı ve bu durum, onların arasında herhangi olumsuz bir tepkiye de sebebiyet vermiyordu. Mesela Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) bir gün hutbe verirken evlilik meselesini kolaylaştırma adına bir kısım stratejilerden bahseder ve bu arada mehrin de herkesin kaldırabileceği bir seviyede tutulması gerektiğini hatırlatarak evliliklerde mehir olarak çok para istememeleri konusunda insanları ikaz eder. Aslında onun dile getirdiği bu mesele, bir kısım suiistimallerin önünü alma adına oldukça makul bir çözümdür. Bugün itibarıyla da bu meselede gösterilecek anlayış ve hassasiyetin içtimaî bir problemi çözme adına eda edeceği fonksiyon açıktır. İşte Hazreti Ömer Efendimiz, bu duruma dikkat çekerken arkadaki maksurede duran yaşlı bir kadın onun bu sözleri karşısında perdeyi sıyırır ve “Yâ Emire’l-Mü’minîn! Bu konuda senin bildiğin, bizim bilmediğimiz bir âyet veya hadis mi var? Zira Kur’ân-ı Kerim,

 وَإِنْ أَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَآَتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا  

“Bir eşinizden ayrılıp da yerine başka bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yüklerle mehir vermiş olsanız da, içinden ufak bir şey bile almayın.” (Nisâ Sûresi, 4/20) buyurmak sûretiyle bu mevzuda bir miktar tayin etmiyor.” der.

O gün itibarıyla, dünyanın iki süper gücüne kendisini dinlettiren, Türkiye’nin yirmi misli kadar büyük bir devletin reisi olan halife-i ruy-i zemin, yaşlı bir kadının bu sözleri karşısında hemen durur ve dudaklarından şu kelimeler dökülür: “Yâ Ömer! Yaşlı bir kadın kadar dahi dinini bilmiyorsun.” (el-Beyhakî, es-Sunenü’l-kübra, 7/233) Bildiğiniz üzere, Hazreti Ömer Efendimiz’in bu hususiyetinden dolayı kendisine “el-vakkâf ınde’l-hak” demişlerdir. Yani o, hak söz konusu olduğu bir yerde, yokuş aşağı giden bir arabanın fren yemesi gibi anında durmasını bilen bir insandır. İşte insanlarda bu duygunun hâsıl edilmesi gerekmektedir. Bunun için de herkes kendisine yönelecek tenkitlere hazır hâle gelmek için bir kardeş edinerek ve onunla bir anlaşma yaparak ona, kendi tavır ve davranışlarında gördüğü her türlü aykırılığı ve kusuru çok rahatlıkla kendisine söyleme salâhiyeti vermesi gerekir.

Netice itibarıyla bazı meseleleri tenkit etmeyi, daha doğrusu tashih etmeyi düşünen bir kişi, öncelikle ifade edeceği mevzuları çok iyi araştırıp doğruyu söyleme adına ciddî bir ceht ve gayret ortaya koymalıdır. İkinci olarak bir meseleyi kritiğe tâbi tutarken mutlaka karşı tarafın hissiyatını göz önünde bulundurmalı ve onun söylenilenleri hazmetmeye hazır olup olmadığını hesaba katmalıdır. Tepki alacağını bildiği yerlerde, bir hakikati “İlle de ben ifade edeyim.” dememeli ve hakikatin dile getirilmesi işini, sözü daha tesirli olan insanlara bırakmalıdır. Bazı devirlere nispeten enaniyetin çok öne çıktığı ve insanların eleştiriye tahammül edemedikleri günümüz şartlarında, bu hususlara dikkat edilmesi daha bir önem kazanmaktadır. Tenkide uğrayan insanlar da, hakkın hatırını her şeyden âli tutmalı ve eleştirilere tepkiyle karşılık vermek yerine teşekkürle mukabelede bulunmalıdır. Zira Hazreti Pîr’in dediği gibi, sırtında akrep olduğunu haber veren yani ona kusurlarını gösteren bir insana ancak rahmet okunur ki, bu da bir olgunluk ifadesidir.