Gerçek Başarı ve Kıvamın Korunması

Gerçek Başarı ve Kıvamın Korunması
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Gönüllüler hareketinin vesile olduğu eğitim ve öğretim faaliyetlerine bakıldığında bilim olimpiyatları gibi alanlarda çok iyi başarıların elde edildiği görülüyor. Adanmışlık ruhu ve insanî faziletler açısından da istenen seviyede bir başarıya ulaşıldığı söylenebilir mi? Bu konudaki –şayet varsa– eksikliklerin sebepleri nelerdir?

Cevap: Takdir edilen, başarılı görülen işlerin arkasında bildiğimiz, bilemediğimiz pek çok faktör vardır. Mesela sistemli çalışma, iyi bir performans ortaya koyma, ciddî bir azim, ceht ve kararlılık sergileme, meşveret ruhu ve kolektif şuur esaslarına bağlı hareket etme gibi faktörler meselenin elle tutulan, gözle görülen dış yüzüne aittir. Bu görünür esasların yanında bir de insanın iç dünyasıyla alakalı hususlar vardır ki, bu alanla ilgili başkaları hakkında kesin bir hükme varmak mümkün değildir. Mesela yapılan işlerde insanların iç dünyaları itibarıyla kendilerini ifade etme gibi bir maksatları olup olmadığını, yaptıkları hizmetleri kendi hesaplarına bağlı götürüp götürmediklerini ve onların Allah’la olan münasebetlerini biz bilemeyiz. Biz hem zahire göre amel etmek hem de başkaları hakkında hüsnüzanda bulunmakla sorumluyuz. Bundan dolayı ortaya konulan bütün başarıların mimarlarının samimi olduklarına inanır; hakikatine muttali olamadığımız meselelerde “Yarıp kalbine mi baktın!” tehdidini hatırlayarak başkalarının iç dünyasını sorgulamaktan sakınırız. Zira iç âleme ait bu tür hususiyetler tamamen Allah’la kişiler arasındadır, dolayısıyla bizim hüküm verme alanımızın dışında kalmaktadır. Şayet bu konuda bir endişemiz varsa ellerimizi açar,

اَللّٰهُمَّ يَا مُحَوِّلَ الْحَوْلِ وَالْأَحْوَالِ حَوِّلْ حَالَنَا إِلَى أَحْسَنِ الْحَالِ

“Ey esmâ-i hüsnâsının ve sıfât-ı ulyâsının değişik tecellîleriyle kullarını halden hale sokan Allahım! Lütfunla, inayetinle, kereminle bizim halimizi de en güzel hale tahvîl eyle!” deriz.

Ayrıca eğitim gönüllüleri tarafından ortaya konulan performansa ve bu performansın mütemadi olmasına bakıldığında, bu işlerin kolay elde edilemeyecek, ciddi bir meşakkate katlanmayı ve zamana sabretmeyi gerektiren işler olduğu görülmektedir. Bu sebeple bütün bu işlerin gösterişe, alâyişe ve şova bağlı yapılabileceğine ihtimal vermek zor. Hususiyle yurtdışında hizmet eden insanların karşı karşıya kaldıkları sıkıntılara bakıldığında, yapılan bu hizmetlerin çok ciddi bir inanmışlığa ve adanmışlığa bağlı olduğu anlaşılacaktır. Dolayısıyla zahirle hükmetme ve hüsnüzanda bulunmanın yanı sıra yapılan hizmetlerin zorluğu açısından da mesele değerlendirildiğinde, ilim, irfan yolunda ortaya konan bu işlere sahip çıkanların, inanmış ve samimi insanlar olduklarını düşünmek bize düşen vazifedir.

Emanet ve Sorumluluk Şuuru

Mesela onlar, Allah’ın izni ve inayetiyle sahip oldukları fazilet ve meziyetleri gönül dili, hal şivesiyle temsil etmek suretiyle dünyanın değişik yerlerinde sulh adacıkları oluşturmak, farklı kültür ve anlayışlar arasında hoşgörü ve diyalog köprüleri inşa etmek istiyorlar. Hani nasıl ki insanlar, bazı jeolojik hadiseler karşısında bir kısım dalgakıranlar oluşturup bir yerdeki felaketin başka bir yere ulaşmasını ve oradaki insanların da bu felaketten müteessir olmasını engellemeye çalışıyorlar. Aynen öyle de bu adanmış ruhlar da farklı toplum ve kültürler arasında şartlanmışlık ve cehaletten kaynaklanan çatışma ve vuruşmaları engelleme adına dalgakıranlar oluşturmak, kitle psikolojisiyle daha da alevlenebilecek bu tür olumsuzlukların yayılmasına engel olmak için eğitim ve diyalog faaliyetlerinde bulunuyorlar. İşte kendilerini böyle bir misyonu eda etmeye adamış insanların manevî açıdan da çok donanımlı olmaları gerekmektedir ki, böyle ağır bir emaneti taşıyabilsinler. Evet, onların Allah’a iman ve tevekkülleri çok güçlü olmalıdır ki, her bir hadise karşısında bütün başarı ve muvaffakiyetlerin Allah’tan, olumsuz bir kısım hadiselerin ise kendi su-i taksirlerinden kaynaklandığının farkına varabilsinler. Başkalarının onlar hakkında su-i taksir kesip biçmeleri ve “Acaba bu olumsuzluklar, onların hangi hatalarının neticesi!” şeklinde düşünmeleri elbette ki doğru değildir. Fakat Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha’nın bu konudaki sarih ifadelerinden de anlaşılacağı üzere insanın, başına gelen maddî-manevî her türlü olumsuz hadiseye kendisinin sebebiyet verdiğini bilmesi gerekir.

İşin Esası Niyet Duruluğu

İnsanın görünen, maddî bir kısım hata ve kusurlarının belli bazı olumsuzluklara sebebiyet vermesi gibi, niyet bozukluğu, konumunun hakkını vermeyip nefsanîliklere yönelmesi, içten içe kendi hesaplarına takılması gibi bir kısım menfi niyetler de kader-i ilahî tarafından o kişinin cezalandırılmasına ve bir kısım falsolar yaşamasına sebebiyet verir. Aslında sadece sebebiyet verme mevzuunda değil, genel itibarıyla işlerin hâsıl olup olmaması mevzuunda fiziğin yanında metafizik etkilidir. Bizim fizik ötesini görmememiz neticeyi değiştirmez. Zaten bizim gördüğümüz sadece hadiselerin sebepler dünyasına bakan yanıdır. Mesela tohumu toprağa atma fizik âlemi içinde cereyan eden bir hadisedir. Fakat bu tohumun rüşeym halinde topraktan çıkmasında burada göremediğimiz daha başka sebepler de rol oynamaktadır. Biz toprağı, suyu, güneşin şualarını görsek de, tohumun kuvve-i inbatiyesini göremiyoruz. Hatta sebepler dünyasında yer almasına rağmen tohumun büyümesinde etkili olan havayı bile göremiyoruz. Aynen bunun gibi, insan ve toplum hayatında cereyan eden hadiselerin de fizik âlemine ait yönleri yanında fizik ötesi âleme ait yönleri bulunmaktadır. Mesela bazı güzel neticelerin hâsıl olması adına, azim, kararlılık, temadi duygusuna bağlı kalma, ihlâs, samimiyet, vefa, dik durma, yüce bir gaye-i hayale bağlı hareket etme, Cenâb-ı Hakk’ın irade ve meşietine saygılı olma gibi şeyler öyle manevî sebeplerdir ki, belki bunların her birinin maddî sebeplerin ötesinde müessiriyeti vardır. Mesela, çocukluğundan itibaren hep güzel düşüncelerle oturup kalkan ve çok büyük hülyalar peşinde koşan bir insanın bu düşünce ve hülyalarını mevsimi gelince Cenâb-ı Hakk’ın nasıl fiilî bir iş halinde kabul buyuracağını ve onun önünü açarak tahayyül ettiği şeyleri gerçekleştirme adına nasıl imkânlar lütfedeceğini bilemeyiz.

Bunun tersi de mümkündür. Yani kötü duygular, bulanık niyetler, içten hesaplı hareketler, haset ve kıskançlıklar menfi bir kısım neticelerin ortaya çıkması adına önemli birer sebeptir. Mesela, hasetle alakalı Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde,

إيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ الْحَسَدَ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ كَمَا تَأْكُلُ النًارُ الْحَطَبَ

“Haset etmekten sakının! Zira ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.” buyurmak suretiyle hasedin yapılan güzel amelleri nasıl zayi ettiğine dikkatleri çeker. Demek ki, içteki bir çekememezlik duygusu olan haset esasında öyle bir Allah belası ki, sizin yapmış olduğunuz güzel amelleri yiyip bitiriyor. Mesela birisi sırf kıskançlık ve çekememezlikten dolayı, sevmediği insanları engelleme adına bir tepki hareketi olarak bir okul yapar. Fakat onun içindeki bu menfi duygu bir gün o okulun ya manen ya da maddeten cayır cayır yanmasına sebebiyet verir. Yani Cenâb-ı Hak niyet bozuk olduğundan dolayı o insanın içindeki bu olumsuz duygularla onu cezalandırır. Ancak kendini haset ve kıskançlığın girdabına kaptırmış insanların bu tür manevî sebepleri anlamaları mümkün değildir.

Dolayısıyla diyebiliriz ki, tevfik-i ilahiye ulaşma yolunda manevî sebepler de en az maddî sebepler kadar önemlidir. Ne var ki, Hazreti Pîr’in ifadesiyle “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.” Hâlbuki insan basar (maddi göz) yanında bir de basirete (kalb gözü) bağlı şeylerin olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Basiretin arkasında idrak, ihsas, ihtisas, iman, Allah’ı bilme duygusu, ilham ve varidatlar vardır. Bunların mevcudiyetlerini görmezlikten gelmemek gerekir. Bazıları bunların farkında olmasalar bile öyle insanlar vardır ki, manevî unsurları çok iyi tanır, bilir, onların dilinden anlar ve âdeta fizikî bir objeyi elde çeviriyor gibi onları ellerinde evirip çevirirler.

Gerçek ve kalıcı başarı için, kendini Allah’a adamış insanların tevfik-i ilahiye ulaştıran maddî ve manevî sebepleri çok iyi bilmeleri ve bu sebeplerin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin şuurunda olmaları gerekir. Başka bir ifadeyle, adanmış ruhlar hizmet adına değişik yerlerde planlar yaptığı, okul ve üniversite gibi kurumların açılmasıyla ilgili projeleri oturup konuştuğu ve bütün bunlarla dünyanın dört bir yanında ruhlarının ilhamlarını müstaid gönüllere duyurmaya çalıştığı gibi aynı zamanda manevî kıvam mevzuunda da onların tam tekmil hazırlıklı olmaları gerekir. Ayrıca bir kısım olumsuz hadiseler karşısında sarsılmama, yılmama ve Allah’ın izni ve inayetiyle fırtınalara karşı dimdik ayakta durabilme de manevî saiklerin kıymetini bilmeye bağlıdır.

Kıvamda Süreklilik

Bu istikamette günde birkaç defa kendisiyle yaka paça olan ve aklından geçen günahları bile affetmeyecek ölçüde mert oğlu mert davranan mana erleri, sürekli rehabilitasyonlarla kendileriyle beraber arkadaşlarının da seviyesini yükseltmeli ve manevî kıvamlarına temadi kazandırmalıdır. Zira kıvamı yakalamak kadar, onda temadi de çok önemlidir. Bazen insan öyle manevi makamlara ulaşır ki, varlığı çok farklı duyar, çok farklı görür, çok farklı hisseder ve çok farklı değerlendirir. İhsan şuuruyla oturur kalkar ve her an Allah tarafından görüldüğünün farkındadır. Fakat önemli olan bu his ve şuurun temadi etmesidir. Çünkü aradaki inkıtalar bazen çok ciddi kazanımları alır götürür. Evet, kazanılan pek çok şey bir anda gider boşluğa dökülüverir. Bu açıdan bir taraftan kıvam kazanılmalı, diğer taraftan da hangi konum elde edilmişse, o konumda kıvamın temadisi sağlanmalıdır.

Hâsılı, siz maddi sebepler açısından çok güçlü olsanız, hatta elinizde fezayı bile kontrol altında tutacak uydularınız bulunsa, yine de bütün bunlar hak rızasına ulaşma adına meselenin sadece bir yanını teşkil eder. Bilmelisiniz ki, sizin asıl güçlü yanınız, gücü sonsuz olan Allah’ın havl ve kuvvetine itimat etmeniz ve O’nunla münasebetinizi hep güçlü tutmanızdır. Bence adanmış ruhlar birbirlerine hep bu hakikati telkin etmeli ve bu hakikat istikametinde hayatlarını örgülemelidirler.