Evlâtperestlik

Evlâtperestlik
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: A’râf Sûresi’nde yer alan, فَلَمَّا أٰتَاهُمَا صَالِحًا جَعَلاَ لَهُ شُرَكَاءَ فِيمَا أٰتَاهُمَا فَتَعَالَى اللهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Allah kendilerine kusursuz bir çocuk verince, annesi de babası da ölçüyü kaçırıp verdiği çocuk sebebiyle şirke bulaştılar. Tuttular, Allah’a birtakım şerikler yakıştırdılar. Hâlbuki Allah onların yakıştırdıkları her türlü ortaktan münezzehtir.” (A’râf sûresi, 7/190) âyet-i kerimesinden çıkarılması gereken dersler nelerdir?

Cevap: Cenâb-ı Hak, bir önceki âyet-i kerimede insanlığı bir tek nefisten yarattığını, sükûn bulsun diye ondan da eşini yarattığını ifade buyurduktan sonra eşinin hafif bir yük yüklendiğini ve hamileliği biraz ağırlaştığında ise her ikisinin ellerini kaldırıp, لَئِنْ أٰتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ “Eğer bize sâlih bir evlât verirsen mutlaka Sana şükreden kullardan oluruz.” (A’râf sûresi, 7/189) şeklinde dua ettiklerini haber vermiştir. “Sâlih” kelimesi, hem bedenen sağlıklı ve kusursuz insanlar hem de imanında derin, ibadet ü taatinde dikkatli, ihsan şuurunda engin insanlar için kullanılır.

Esasen doğacak çocuğun hem sağlıklı hem de müttaki olmasını istemek Allah’a ve ahirete imanın bir gereğidir. Çocuk bekleyen inanan bir gönül ellerini açıp, “Allah’ım! Sâlih bir evlât ver! Onun eli ayağı, gözü kulağı, dili dudağı, bütün âzâ ve cevârihi sâlih olsun! Onu imanda, İslâmiyet’te ve ihlâsta da sâlih eyle! Bedenî sağlığının yanında amelî yapısını, kalbî ve ruhî hayatını da arızasız ve kusursuz ihsan eyle!” diye dua eder.

Fakat bazen imtihan gereği insanın sakat ve engelli bir çocuğu dünyaya gelebilir. Bu durumda yapılması gereken sabretmek ve onun sıkıntılarına katlanmaktır. Zira engelli bir çocuğun dünyaya gelmesinde ne tür hikmetler olduğunu biz bilemeyiz. Cenâb-ı Hak, böyle bir hâdiseyle insanın hem değişik günah ve hatalardan arınmasını, hem de o çocuğun bakım ve görümüne katlanmak suretiyle mânevî olarak derecesinin yükselmesini murat buyurmuş olabilir.

Hitap, Peygamberin Zatında Onun Ümmetine

Önceki âyet-i kerimede ilk insanın yaratılışı anlatıldığı için, ilk bakışta burada söz konusu edilen kişilerin Hazreti Âdem ve Hazreti Havvâ oldukları anlaşılabilir. Fakat Allah’tan sâlih bir evlât isteğinde bulunanlar onlar olsa da, peygamberlerin ismet sıfatı göz önünde bulundurulduğunda bu âyette “şirke düşenler” olarak ifade edilenlerin peygamberler değil de onların dışındaki bir kısım benî-Âdem olduğunun bilinmesi gerekir. Elbette ki peygamberler kendi muhasebe ufukları açısından bu tür ikazları kendilerine hitap ediyormuş gibi değerlendirip hissement olabilirler, bu ayrı bir konudur. Ama asıl ikaz, peygamberlerin zatında onların ümmetlerinedir. Bildiğiniz gibi ümmetlerine ait bir kısım hususiyetlerin, peygamberlerin şahsına hitap edilerek ifade edilmesi Kur’ân’da değişik yerlerde karşımıza çıkan bir üslûp tarzıdır.

Meselâ Zümer Sûresi’nde Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) hitaben, لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ “Şirke girersen, amellerin boşa gider.” (Zümer sûresi, 39/65) buyrulmuştur. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şirke bulaşmayacağı müsellem olduğuna göre bu âyetin mânâsı, O’nun zatında bütün insanlığa, “Eğer şirke girerseniz, amelleriniz boşa gider.” demektir. Zira Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için Cenâb-ı Hakk’ın, hıfzı, inayeti ve riâyeti söz konusudur. O (sallallâhu aleyhi ve sellem) masûn ve masumdur. Evet, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), hayat-ı seniyyelerinin bidayetinde dahi, insanların gırtlaklarına kadar cahiliye günahlarına bulaştıkları bir dönemde bile zerre kadar şirk kirine bulaşmamıştır. Hatta bırakın şirki, âdaba ait meselelerde dahi O, kusur etmemiş, kimseye bir fiske vurmamış ve kıl kadar dahi incitmemiştir.

Bu açıdan hangi meseleyi ele alırsak alalım, en başta, peygamberlerin ismet sıfatına sahip olduklarını ve müzekka bulunduklarını kabul ve teslim etmek gerekir. O hâlde peygamberlere hitaben nâzil olan bu tür âyet-i kerimelerin hükmünün, evleviyetle onların ümmetleri hakkında olduğunun bilinmesi gerekir. İşte bu temel prensibi göz önünde bulundurduğumuzda buradaki hitap tarzını şu şekilde anlamak daha doğru olur: “Dikkat edin! Bu kadar masûn ve masum olan bir zat hakkında böyle bir tembih geliyorsa, ismet, iffet ve sıyanet teminatı olmayan insanların evleviyetle bu konuda dikkatli olmaları gerekir.”

İşte Hazreti Âdem’in bu âyette yer alan hitaptaki hissesine bu zaviyeden bakılmalıdır. Aksi takdirde -hafizanallah- Allah’ın (celle celâluhu) bütün insanlar, bütün milletler üzerine seçip tercih ettiği bir zat (Bkz.: Âl-i İmrân sûresi, 3/33) hakkında nâsezâ, nâbecâ mülâhazalara girmiş olursunuz. Hâlbuki bize düşen, bütün enbiya-yı izam efendilerimiz hakkında düşüncelerimizi her zaman temiz tutmaktır. Bu açıdan bir kez daha ifade edelim ki, sâlih evlât talebi Hazreti Âdem’e ait olsa bile, evlât sebebiyle şirke bulaşma durumu onunla irtibatlı değildir, hitap bizedir.

Şirke Kapı Aralayan Evlâtperestlik

Evet, sâlih bir evlâda sahip olduktan sonra çocuk sevgisinde dengeyi koruyamayıp şirke düşme tehlikesi Hazreti Âdem’in evlâtları için her zaman söz konusudur. Bazı insanlarda bu duygu öylesine kuvvetlidir ki, onlar varsa da yoksa da “çocuğum” diyebilir. Mesela bir mecliste biri, başka bir konuyu dile getirmek üzere onların çocuklarının adının ilk hecesiyle başlayan bir söz söyleyecek olsa, onlar bunu fırsat bilip hemen kendi çocuklarından bahsetmeye başlayabilirler. Diyelim ki çocuklarının ismi Musa’dır. Birisi konuşurken söze “mu” diye başlar başlamaz onlar hemen, “Bizim Musa’nın başarıları da bizi öyle mutlu ediyor ki… O öyle başarılı bir çocuk ki..” şeklinde söze başlayarak, çocukları adına methiyeler düzebilirler. Evet, bazı insanlarda bu zaaf öylesine güçlüdür ki, her hâdiseden, her sözden, her beyandan mutlaka bir girizgâh bulup meseleyi kendi oğullarına, kızlarına çekmeye çalışırlar. Siz isterseniz bu tür insanlara, Farsçadan gelmiş bir kelimeyle “evlâtperest” diyebilirsiniz.

Çocuğa Düşkünlük Onun Ebedî Mutluluğuna Vesile Olmalı

Hâlbuki biz biliyoruz ki, ahsen-i takvimin küçük birer aynası olan çocuklar Allah’ın bize birer emanetidir. Eğer onları seveceksek, Sahib’inden, Sanatkâr’ından ötürü sevmeli ve bağrımıza basmalıyız. Daha da önemlisi bu sevgi ve şefkatimizi, potansiyel olarak ahsen-i takvime mazhar yaratılmış çocukların İslâmî terbiyeyi kazanmaları yolunda kullanmalıyız. Farklı bir ifadeyle bu sevgi, onların istikamet içinde yetişmesini, istikamet içinde yaşamasını, istikametin timsali birer insan olmasını sağlamalıdır. Anne baba çocuklarını severken, kâkül-ü gülberglerini okşarken onların kulağına hep bu hakikatleri fısıldamalıdır ki, çocuklar Allah’a başkaldırmasın, din tanımazlığa düçar olmasın ve neticede ebedî hayatlarını kaybetmelerine yol açacak isyan ve taşkınlığa girmesinler. Zira ebeveynler, tertemiz olarak dünyaya gelen bu çocukların, dünyaya geldiği gibi yine tertemiz bir şekilde Rabbilerine yürümesi adına lâzım gelen her şeyi tedarik etmekle ve uygun bir yetişme zemini hazırlamakla sorumludur. İşte bütün bunları yerine getirmek de onlara karşı duyulan sevginin farklı bir tezahürüdür ki bunda hiçbir mahzur yoktur.

Fakat bir insanın ajandasında bunların hiçbiri yoksa, o kişi sırf evlâdı olduğu için tapınırcasına ona bağlanmışsa, her mülâhazayı getirip ona dayandırıyor ve sürekli ondan bahsetmek istiyorsa, Allah’a ve Peygamber’e iman ettiğini söyleyen böyle bir kişi hiç farkına varmadan bir şirk davranışının içine girmiş demektir. Kelime-i tevhidi لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ “Allah’tan başka ilâh yoktur. Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselam) da Allah’ın elçisidir.” diyen bir insan müşrik olmaz. Fakat bu kişi çocuğuyla ilgili tutumundan ötürü üzerinde bir müşrik sıfatı taşıyor demektir. Bu hususa dikkat çeken bir beyanında Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), إِنَّ أَخْوَفَ مَا أَخَافُ عَلَيْكُمْ اَلشِّرْكُ اْلأَصْغَرُ “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuş, sahabe-i kiramın وَمَا الشِّرْكُ اْلأَصْغَرُ “Küçük şirk ne demektir?” sorusuna da اَلرِّيَاءُ “O, riyadır; görünme arzusudur.” (Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/428, 429; et-Taberânî, el-Mu’cemü’lkebîr 4/253) şeklinde cevap vermiştir. İnsan, çocuğu üzerinden kendini gösterme, duyurma gibi bir zaafa kapılabilir. İnsan kendi şekli, şemaili, güzelliği, malı ve servetiyle küçük şirk olan riyaya düşebileceği gibi, içindeki bu görünme arzusunu çocukları üzerinden de tatmin edebilir.

Söylediğimiz bu hususu somut misallerle ifade edecek olursak, mesela bir insanın mimikleriyle kendisini ifade etmesi bir görünmedir. Başkalarının yanında ibadet yaparken, kendi başına yaptığı ibadetlere göre daha bir hassasiyet göstermesi bir görünmedir. Yazma, çizme, konuşma gibi yaptığı bir kısım güzel işleri başkalarına duyurmaya çalışması bir görünmedir. Hele bir de sözlerine “âcizane, fakirane” şeklinde başlayarak bu görünme isteğini kadifeden kılıflara bürüyor ve kendisini bu şekilde ifade ediyorsa, bu, çok daha korkunç bir riyadır. Esasında bir insanın çocukları üzerinden kendini ifade etmeye çalışmasının da bunlardan bir farkı yoktur. Böyle bir kişi, ister kız ister erkek olsun, evlât sevgisini bir şirk sıfatıyla kirletiyor demektir. Bence bir mü’min, mü’minlik sıfatlarını koruma mevzuunda, namusunu koruma mevzuunda gösterdiği hassasiyet ölçüsünde bir hassasiyet göstermelidir. İster riya, ister süm’a, ister ucb, ister fahr, isterse de kibir adına olsun, duygu ve düşüncelerini her türlü şirk şaibesinden uzak tutmalıdır. Zira bunların her biri, birer müşrik sıfatıdır. Şirke ait bir sıfatın insanda bulunması ise, sağlıklı bir insanda bir virüsün bulunması gibidir. Bu virüslerin bazısı grip, bazısı kanser, bazısı da AİDS hastalığına sebebiyet verir. Bu açıdan insan, küfür ve şirk sıfatlarının hiçbirini küçük görmemeli, bu tür sıfatların, ruh ve kalbinde hayat bulmasına asla fırsat vermemelidir.

Tabii ki çoluk çocuğuna, yuvasına aşırı muhabbet gösteren bir insan her ne kadar üzerinde bir müşrik sıfatı taşıyor olsa da bu, onun müşrik olduğu anlamına gelmez. Böyle birisi imanıyla öldüğünde netice itibarıyla Cennet’e girer. Cenâb-ı Hak da -Allahu a’lem bissavab- ona müşrik muamelesi yapmaz. Ancak neticede bu müşrik sıfatı, bir virüs gibi olduğundan, onun çaresine bakılmalı ve bu konuda temkinli olunmalıdır. Çünkü bazen çaresine bakılmayan bir grip virüsü bile insanı yere serebilir veya öldürebilir. Öyleyse insan, fıtrat-ı asliyesine ve ahsen-i takvim keyfiyetine zıt olan hiçbir virüsün bünyesinde barınmasına meydan vermemelidir. Virüsler kapıyı çaldığı zaman, “Beyhude yorulma. Kapılar sürmelidir.” deyip kapıyı onun yüzüne kapatmalıdır.

İnsan şirke karşı niçin bu ölçüde hassas ve tetikte olmalıdır? Çünkü bazen olur ki şirk çok gizli veya çok küçük olduğundan insan bunun farkına varamaz veya onu önemsemez. Fakat unutmamak gerekir ki, bazen önemsenmeyen, küçük görülen, sürekli tekrar edilen küçük günahlar, büyük günahlardan daha büyük olur. Ehemmiyet verilmeyen küçük günahlar, bilinen büyük günahlardan daha tehlikeli olur. Bunun yanında kişi büyük günahlarını biliyor ve ciddiye alıyorsa, hemen iki büklüm bir hâlde tevbe, inabe ve evbe ile Allah’a döner. Bu da onda daha sonra, günahlara karşı mücadele etme duygusunu tetikler ve neticede günahlara karşı temkinli ve dikkatli bir hayat yaşar.

İşte anne babanın çocuklarına karşı alâka ve düşkünlüğü başlangıçta çok küçük olarak başlasa da, denge ve ölçüyü koruyamadıkları takdirde, zamanla büyüyerek çok ciddî bir problem hâline gelebilir. Burada konunun daha iyi anlaşılması adına Seyyidinâ Hazreti Nuh’un irşadıyla mükellef olduğu kavimden önce yaşayan insanların içine düştükleri bir hatayı misal olarak verebiliriz. Bildiğiniz gibi o kavim içinde bir dönem Vedd, Yağus, Ya’ûk ve Nesr gibi büyük zatlar yaşamıştır. Bir kısım fertler, tavır ve davranışlarıyla dillere destan olmuş bu insanların arkasından gitmişlerdir. Fakat onlardan sonra gelen insanlar, onların güzel hâllerini hatırlamak ve böylece çizgilerini bulmak için evlerine onların resimlerini asmışlardır. Başlangıçta masum gibi görünen bu düşünce, zaman içinde onlara karşı temenna durulmasına sebep olmuş, ardından da onların birer tanrı şeklinde algılanmasını netice vermiştir. Başlangıçtaki küçük bir açı, daha sonra çok geniş bir açı hâline gelmiştir. Bu itibarla da insan, ne evlâtları ne de daha başka sevdiği insanlar hakkında aşırıya gitmemeli, haddi aşmamalıdır.

Evlad Sevgisinde Denge

Günümüzde bazıları ailelerin çocuk merkezli olduğunu ifade ediyor. İşin doğrusu, yuva çocuk merkezli mi, yoksa heva ve heves merkezli mi, nefis merkezli mi, enaniyet merkezli mi; böyle olduğu da söylenebilir. Fakat bilinen bir şey var, o da insanların, dinin açık emir ve yasaklarının dışında bir hayat tarzını tercih ettiğinde çok merkezli hâle geldikleri, neticede de tevhide zıt değişik şirk türlerine kapı aralandığıdır.

Ayrıca evlilik ve ailelerin, çocuk üzerine bina edilmesi, çocuk olduğunda ailenin mutlu, -elde olmayan değişik sebeplerle- çocuk olmadığında ise mutsuz olması, hatta bu yüzden çatışmaların, ayrılmaların yaşanması mü’min ahlâkı açısından doğru değildir. Çünkü böyle bir tavır -hafizanallah- Cenâb-ı Hakk’ın kaza ve kaderine rıza göstermemenin, kadere taş atmanın, Allah’a isyan etmenin bir ifadesidir. Evet, kaderin bir hükmü olarak çocuk olmaması yüzünden yaşanan bu tür sıkıntılar, Allah’ın sevmediği fiillerdir. Dolayısıyla unutulmamalı ki, çocuk olması bir imtihan olduğu gibi, olmaması da bir imtihandır.

Çocuğu her şey görüp ona karşı aşırı muhabbet göstermenin ve onu ailenin merkezine oturtmanın bir zararı da, onun olumsuz bir kısım davranışlarını bile müsamahayla karşılayıp, herhangi bir çözüm arayışına girmeme şeklinde ortaya çıkar. Bu şekildeki bir davranış ise zamanla problemli çocukların yetişmesine sebebiyet verecektir. Hâlbuki bu konuda asıl hedef, ileride çocuğun sâlih, ahlâklı, temiz, dürüst ve iyi bir insan olmasıdır. Anne-babalar bu hedefe ulaşma adına ne gerekliyse onu yerine getirmeye çalışmalıdırlar. Fakat günümüzde maalesef büyük çoğunluğu itibarıyla ev cahil, sokak insafsız, mabet heyecansız, okul yetersiz olduğundan böyle bir atmosferde yetişen çocukların da heder olup gittiği acı bir gerçektir.

Salih Bir Çocuk İçin Öncelikle Anne-Baba Eğitimi

Bu açıdan iyi ve sâlih bir evlât için öncelikle yapılması gereken, anne-babaların iyi yetiştirilmesidir. En başta ebeveyne nasıl mükemmel birer anne-baba olacakları, çocuğa nasıl davranacakları öğretilmelidir. Hatta evlenecek çiftler evlilik öncesinde bir kısım kurslardan geçirilmeli ve bu kurslarda başarılı bir şekilde diplomasını/sertifikasını alanlar evlendirilmelidir. Bu eğitim sürecinde, evlenmekten maksadın ne olduğu, eşler arasında sağlıklı bir ilişkinin nasıl kurulması gerektiği, onların birbirini nasıl idare edeceği ve çocuk eğitimi gibi konular sağlam bir blokaj üzerine oturtulmalıdır. Zira evlenecek insanlar bu konuda sağlam bir donanıma sahip olurlarsa, bir araya gelerek oluşturacakları bu kutsal müessese de bir Cennet yuvası hâline gelecektir. Hiç şüphesiz böyle bir ailede yetişen çocuklar da, sâlih birer evlât olacaktır. Fakat anne-babalar, anne-baba olma liyakatine sahip değillerse, çocuklar da ârâfta kalacaklardır. Maalesef günümüz nesillerinin pek çoğu bu şekilde ârâfta yetişmektedir. Her ne kadar bazıları temiz bir cereyana katılarak özlerini bulup ahlâk ve karakter sahibi olsalar da, çoğunluğu böyle bir imkânı elde edemiyor.

Kime ve neye olursa olsun, gayr-i meşru muhabbetlere tevessül eden insanlar çok defa maksatlarının aksiyle tokat yerler. Bu açıdan ebeveynler, çocuklarını Allah’ın birer emaneti olarak görmeyip de sadece kendilerinin bir parçası olarak görüp bencilce severlerse, taparcasına onlara karşı düşkünlük sergilerlerse gelecekte onların eliyle imtihan olurlar, onlardan tahkir, tezyif ve nefret görürler. Zira her ifrat, başka bir tefrite sebebiyet verdiği gibi, her tefrit de bağrında bir ifratı geliştirir. Bu, anne-baba ile çocuk arasındaki münasebet açısından böyle olduğu gibi, başka muhabbetler için de aynıyla geçerlidir. Evet, kim olursa olsun, eğer bir insanı olduğunun üstünde makamlara koyar ve ona duyduğunuz sevgide aşırıya kaçarsanız, maksadınızın aksiyle tokat yersiniz. Bir gün gelir, deli gibi sevdiğiniz o insandan en olumsuz sözleri duyar ve karşılığında siz de onun hakkında en olumsuz beyanlarda bulunursunuz.