Kur’an Okuma

Kur’an Okuma
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Hüzün ve Kur’an adeta birbirini tamamlayan iki kelime.
Kur’an hüzünle inmiştir. Allah Rasülü (sallallahü
aleyhi vesellem) bir hadislerinde buna işaretle
buyurur ki; "Kur’an-ı Kerim’in en güzel tilaveti
ciddi bir hüzün içinde okunanıdır.” Şahsen
ben, ruhsuz Kur’an okumanın insanımızı
duygusuz hale getireceğine inanıyorum. Kur’an’ı
anlamak, Kur’an ile dirilmek onun özünde derinleşmeye
bağlıdır. Kur’an’ın sadece ibare
ve lafızları ile ilgilenenler sevap kazansalar
bile sevaba açık bir topluluk haline gelemezler.
Bir başka tabirle Kur’an’ı muhtevasına
uygun şekilde anlayıp hayatlarına hayat
kılamazlar. Evet, Kur’an’la münasebetimiz açısından
asıl mesele kalb, şuur, irade, idrak ve hislerimizle
ona yönelebilmek ve benliğimizin bütün buutlarıyla
O’nu duyabilmektir. İşte böyle bir yöneliş
ve duyuş sayesinde Allah’ın (c.c.) bize seslendiğini
hisseder, suya ve ziyaya ulaşmış rüşeymler
gibi birden bire yeşeririz. Okuduğiumuz ayetin
her kelimesinde her cümlesinde farklı derinliklere
erer, ruhumuzun atlasını temaşâ ettiğimiz
aynı anda göklerin haritasını da müşahade
etme ufkuna ulaşırız.

Acizane kanaatim Kur’an okuma tam manâsıyla bilinmiyor.
Onun için bu meselenin çok ciddi olarak ele alınması
gerekir. Çünkü Kur’an’ı kaide ve kurallarına
uygun şekilde okuma onu içte duyma, manâ ve muhtevasına
vakıf olma, derinliklerine nüfuz edebilme kadar
önemlidir.

Elfaz maâninin kalıbıdır (Lafızlar,
ibareler manâ ve muhtevanın kalıbıdır).
Kalıp bozuk olunca manâ sıkışıp
kalıyor ve derinliklerine nüfuz edilemiyor. Mesela,
kendi adıma Kur’an dinlerken yanlış okumalar
karşısında ruhumda ihtilâç hasıl
olduğunu, konsantrasyonumun bozulduğunu, manânın
derinliklerine inmekten uzaklaştığımı
rahatlıkla söyleyebilirim. Bende böyle olduğu
gibi Kur’an’ı tam bir konsantrasyonla duyarak,
hissederek dinlemek isteyen herkesin ruhunda da aynı
türden ihtilâçların olacağı muhakkaktır.

Evet, Kur’an’ı Allah’ın (c.c.) Cebrail aleyhisselam’a,
Cebrail’in İnsanlığın İftihar
Tablosu’na veya Efendiler Efendisi’nin sahabeye okuduğu
gibi okumak gerek. Cebrail (aleyhisselam) Allah Rasülü
(sallallahü aleyhi vesellem) ile, "Kur’an nazil
olduğu şekliyle korunuyor mu, doğru eda
ediliyor mu?" diye her sene mukabele ediyordu.
Bu açıdan hadiseye bakınca mukabeleye "test
etme" de diyebiliriz. Bunun bize verdiği ehemmiyetli
bir mesaj olsa gerek.

İsterseniz bir benzetme yapalım; namazı
duyma, her rüknünü vicdanında hissederek kılma,
O’nun huzurunda bulunduğunun şuurunda olma
çok önemlidir. Ama bunun yanında namazı namaz
yapan rüku, secde, kıraat, kıyam, teşehhüd
gibi zahiri erkâna riayet de şarttır. Kur’an’ı
tilavet kaidelerine riayet ederek hakkıyla okumayı
da namazın zahiri erkanı gibi değerlendirebilirsiniz.

Kur’an’ı doğru okumak için üç şeyin
çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Birincisi;
bir fem-i muhsinin (okuyuşu düzgün bir hoca) rahle-i
tedrisine oturma.Yani mutlaka işin uzmanından
ders alma. Kur’an okumak sadece harfleri bilmek değildir.
Ben kendi kendime Fransızca öğrenmiştim;
öğrenmiştim ama nasıl konuşuyordum
Allah bilir. Bir ara İngilizce de çalıştım.
Bir gün Rahmetli Tuzcu Cahid Bey bana "Hocam! Türkçe
gibi İngilizce konuşuyorsun." dedi ve
ben o gün İngilizce öğrenmeyi bıraktım.
Harf ve kelimeleri aslına uygun şekilde telaffuz
ancak işin uzmanının önüne diz çökmekle
öğrenilir. İkincisi; talim esnasında
doğru telaffuz için insanın kendini zorlaması.
Mesela mahâric-i hurufa (harflerin mahreçleri) çalışırken
bizim kıraat hocamız kendisini ve bizleri
çok zorlardı. Mesela, “Dat” harfini gösterirken
parmağını damağına koyardı.
Bu ilk bakışta tekellüf gibi görünse bile
belli bir müddet sonra alışıyor insan.
Ve üçüncüsü, kulak dolgunluğu. Bu da Kur’an’ı
tekellüfsüz okuyan hafızları çok dinlemekle
olur.

Malesef biz doğru düzgün Kur’an-ı Kerim
okumayı unutmuşuz. Hatta İmam Hatip’lerde
ve İlahiyatlarda bile bu eğitim insanımıza
tam tekmil verilemiyor. Kur’an Kursları ölçüsünde
verilemiyor desem kimse bana alınmasın.

Bu faslı Hafız Münâvi’den nakledilen bir
vak’a ile kapatalım : “Bir genç hafızlığını
ikmal ederken hemen her gün sabahlara kadar uyumayıp
Kur’ân-ı Kerim’i hatmediyor. Ertesi gün de tabii
olarak hocasının karşısına
rengi solmuş, benzi sararmış olarak çıkıyor.
Hem maddî hem de mânevî açıdan kendisine mürşid
olabilecek kapasitede olan hocası bu durumun sebebini
onun ders arkadaşlarına soruyor. Onlar cevaben:
‘Üstadımız, bu talebeniz hemen her gün sabahlara
kadar uyumayıp, Kur’an-ı Kerim’i hatmedip
duruyor.’ diyorlar. Üstad, talebesinin Kur’ân-ı
Kerim’i böyle okumasını arzu etmediği
için bir gün onu karşısına alıyor
ve: ‘Evlâdım! Kur’ân indiği gibi okunmalıdır.
Bugünden itibaren sen Kur’ân’ı, şu ana kadar
okuduğun gibi değil de beni karşında
farzederek, dersini bana takrir ediyormuşsun gibi
oku.’ tavsiyesinde bulunur. Genç gider, hocasının
tavsiyeleri çerçevesinde o gece Kur’ân-ı Kerim’i
okur ve sabah hocasının huzuruna geldiğinde,
‘Efendim bu gece ancak Kurân-ı Kerim’i yarısına
kadar okuyabildim’ der. Üstad, ‘Pekâlâ, bu gece de Kur’ân-
Kerim’i doğrudan doğruya Rasûl-ü Ekrem’in
(sallallahu aleyhi vesellem) huzurunda okuyor gibi oku!’
emrini verir. Talebe "Kendisine Kur’ân nazil olan
Zât’ın huzurundayım, doğru okumalıyım"
düşüncesiyle o gece Kur’an’ı daha dikkatli
tilavet eder. Ertesi gün üstadına Kur’ân-ı
Kerim’in ancak dörtte birini okuyabildiğini belirtir.
Üstadı talebesindeki terakkiyi görünce, bir mürşidin
müridinin dersinin arttırması gibi, ‘Bugün
o emin melek, Cibril’in Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi
vesellem)’e tebliğ ettiği anda dinliyor gibi
oku!’ der. Talebe ertesi gün: ‘Vallâhi üstadım,
bugün ancak bir sûre okuyabildim.’ der. Üstad son adımı
atar: ‘Evlâdım! Şimdi de onu, binlerce hicabın
verasında bulunan Mevlâ-yı Müteal’in huzurunda
okuyor gibi oku! Düşün ki, okuduğunu Allah
(c.c.) dinliyor, senin için indirdiği kelamını
senin ile mukâbele ediyor.’ Talebesi ertesi gün ağlayarak
üstadının karşısına gelir:
‘Üstadım, “Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Errahmanirrahim.
Mâliki yevmi’d-dîn” dedim. Ama “İyyake na’büdü”
demeye bir türlü dilim varmadı. Çünkü “Sadece Sana
kulluk yaparım” diyeceğim; diyeceğim
ama ben o kadar çok şeye kulluk yapıyorum
ve o kadar çok şey karşısında serfürû
ediyorum ki, O’nun karşımda hazır ve
nazır olduğunu mülahazaya alınca ‘iyyake
na’büdü’yü aşamadım.’ der."

Hafız Münâvi, bu gencin fazla yaşamadığını
bir-iki gün sonra vefat ettiğini kaydeder. Onu
bu seviyeye getiren o bilge ve mânâ eri üstad, gencin
mezarının başında onun ahvalini
müşahade ederken, delikanlı hocasının
duyabileceği bir sesle, “Üstadım, ben hayyim
(hayattayım). Hayy u Kayyum olan Sultanlar Sultanı’nın
huzuruna vardım ve hiç hesap görmedim.” diye konuşur.

Bu menkıbeyi nakletmekle "Bu ölçüler içinde
Kur’an’ı okumuyor veya okuyamıyorsanız
onu okumayın!" demek istemiyorum. Fakat şu
da unutulmaması gereken bir hakikat ki ruhumuzda
inkılâplar meydana getirmeyen Kur’an’ın ferdî
ve içtimaî hayatımızda müessir olacağı
düşünülemez. Biz Kur’anla değişebilmeli,
O’nun ufkuna yönelebilmeli, O’nu kendi derinlikleriyle
duymalıyız ki O da esrarını sinelerimize
boşaltsın.

Keşke çeşitli vesilelerle bir araya gelindiğinde
çok değil bir on dakika bu işe ayrılsa;
ağzı düzgün bir kişi talimde bulunsa;
bilenler bilmeyenlere talim etse; birebir mukabele şeklinde
Kur’an okunsa.