Küsme Hastalığı ve Çaresi – 2

Küsme Hastalığı ve Çaresi – 2
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Her ne kadar küsme çok çirkin, çok mezmum bir fiil ise de, kendini ilme,
insanlığa adamış fedakâr ruhlar arasında da bazen vuku bulabilir. Bundan dolayı
topluma ve hayata dair değişik branşlarda dargınlık ve küskünlükleri gidermeye
matuf ekipler oluşturulmasında ciddi yarar görüyorum. Zira Hazreti Pîr’in
ifadesiyle vifak ve ittifak, yani insanların anlaşıp uzlaşmaları tevfik-i
ilâhînin en önemli bir vesilesidir. Bunu teyit eden bir âyet-i kerimede şöyle
buyruluyor:

يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ

“Allah’ın eli onların
ellerinin üzerindedir.”
(Fetih sûresi, 48/10) Yani Allah’ın himayesi,
inayeti, riayeti, kilaeti, lütfu, ihsanı onların üzerindedir. Resûl-i Ekrem
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu âyet-i kerimeyle alâkalı buyuruyor
ki:

يَدُ اللّٰهِ مَعَ الْجَمَاعَةِ

“Allah’ın eli cemaatle
beraberdir.”
(Tirmizi, Fiten 7) Bir başka hadis-i şerifte ise Hazreti Ruh-u
Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) şöyle buyuruyor:

مَنْ أَرَادَ بُحْبُوحَةَ الْجَنَّةِ فَلْيَلْزَمِ
الْجَمَاعَةَ

“Her kim Cennet’in göbeğine otağını kurmak isterse,
toplumdan ayrılmasın.”
(Tirmizi, Fiten 7) Yani ihtilaf ve iftiraklara
düşmesin. Zira toplumdan, heyetten kopan aynı zamanda Allah’ın inayetinden de
uzaklaşmış olur. Evet, küskünlük, dargınlık, hazımsızlık, çekememezlik veya bazı
şeyleri içine sindiremediğinden dolayı bir heyetten cüda düşen aynı zamanda
Allah’ın inayetinden de cüda düşmüş demektir.


Küçük Diye Bir Şey Yoktur


Bütün bunların hepsini birden mütalaaya alacak olursak, kırgınlık, dargınlık
ve küsmelerin ne kadar büyük bir felaket olduğu; insanları barıştırma ve
uzlaştırmanın ise o ölçüde ne büyük sevaplı bir iş olduğu anlaşılır. Zaten
dinimizde temelde hiçbir hayrı, hiçbir iyiliği hafife almamak esastır. Zira
Allah (celle celâluhu) insanları bazen yapmış oldukları küçük amellerle cennetin
göbeğinde rü’yet yamaçlarında bir yere oturtarak onlara duyulmadık şeyleri
duyurabilir, görülmedik şeyleri gördürebilir. Mevzu ile alakalı bir hadis-i
şerifte buyruluyor ki:

اِتَّقِ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ وَلَا تَحْقِرَنَّ مِنْ الْمَعْرُوفِ
شَيْئًا

“Takva dairesi içinde ol ve mâruftan yani Allah’ın hoş
gördüğü şeylerden hiçbir şeyi hafife alma.”
(Ahmed ibn-i Hanbel, 5/63;
hadis no: 20651) Hâdiselere bu bakış açısıyla baktığımızda aslında küçük diye
bir şey olmadığını anlarız. İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm),
aynı hususu anlattığı başka bir hadis-i şeriflerinde ise, insanın kardeşinin
yüzüne gülümsemesinin, ona güzel bir söz söylemesinin, eşinin ağzına koyduğu
lokmanın, insanların gelip geçtiği yoldan onlara eziyet verebilecek bir engeli
kaldırıp atmanın sadaka olduğunu ifade buyuruyor. (Bkz: Buhari, Cihad 72;
Tirmizi, Birr 36; İbn Mâce, Ticârât 1) Yani şayet yolda bir hendek varsa, siz
bir arabanın tekerleği o hendeğin içine girmesin diye oraya bir taş koymak veya
insanların ayağına batmasın diye bir dikeni yoldan kaldırıp atmak suretiyle
ibadet yapmış oluyorsunuz. İşte bu türlü basit gibi görülebilecek amellerin
hangisiyle insanın Cennet’in göbeğinde otağını kuracağı belli değildir.


Konuyla ilgili bir menkıbe arz edeyim: Harun Reşid’in zevcesi Zübeyde Hanım
önemli hizmetler yapmış büyük bir kadındır. Bir dönem hacılar Arafat ve
Müzdelife’ye giderken suları Mekke’den sırtlarına alıp öyle gidiyorlarmış. O
anamız o günün şartlarında Mekke’den Mina, Müzdelife ve Arafat’a kadar su
yolları ve çeşmeler yaptırarak çok önemli bir hayra vesile olmuştur. Milyonlarca
insanın o sudan içmesine ve abdest almasına imkân hazırlamıştır. Elbette Cenâb-ı
Hak böyle önemli bir hizmeti boşa çıkarmaz. Ben altmış sekizde hacca gittiğimde
o büyük kadının yaptırdığı bu çeşmeleri görmüştüm. Osmanlılar bu su yolunu
takviye ederek onu çok uzun bir dönem koruma altına almışlardır.


İşte bu kadar büyük bir hizmet yapan anamızı rüyada görünce, kendisine;
“Cenâb-ı Hak sana nasıl muamele yaptı?” diye soruyorlar. O da şöyle cevap
veriyor: “Ben şöyle şöyle ameller yapmıştım. Fakat benim kurtulmama vesile olan
amelim şu oldu. Bir gün ezan-ı Muhammedî minarelerde çınlayınca, o esnada ‘Ezanı
dinleyelim’ deyip yanımdakileri susturdum. İşte öbür âleme gittiğimde bana,
‘Allah bundan dolayı seni bağışladı’ dediler.”


Evet, bu dünyada bize çok küçük ve basit gibi gelen bir meselenin Cenâb-ı Hak
katında nasıl bir kıymeti olduğunu biz bilemiyoruz. Allah’ın (celle celâluhu)
hangi amelle bizden hoşnut olacağını, hangi amelle rıdvanıyla serfiraz
kılacağını, hangi vesileyle Cennetiyle bizi sevindireceğini bilemeyiz. Bu açıdan
büyük-küçük demeden O’nun emrettiği her şeyi yerine getirmeye çalışmalıyız.


Barış Heyetleri


Bütün bunları küsleri barıştırma mevzuunun önemine dikkat çekmek için size
arz ettim. Fakat bir kez daha ifade edeyim ki, mesele çok önemli olduğundan dar
alanlı bırakmayarak bu iş için ekipler oluşturulması gerekir. Bu konuda tecrübe
sahibi, muhataplarının karakterlerini doğru okuyabilecek ölçüde insan
psikolojisine vâkıf, mantık, muhakeme ve ifade kabiliyetleri güçlü insanlardan
heyetler oluşturup küskünlük ve dargınlığın pençesinde bulunan insanlara
yardımcı olunmalıdır. Her ne kadar toplumda din, diyanet noktasında belli bir
boşluk, belli bir cehalet yaşansa da, insanımız Allah’a ve Peygamber’e bağlı,
dinine, diyanetine saygılıdır. Bu sebeple herkese hitap eden dinimizin evrensel
prensip ve dinamikleri kullanılarak aradaki küskünlükler giderilebilir,
kırgınlıklar telafi edilebilir ve yeniden insanların birbiriyle kucaklaşmaları
sağlanabilir.


Arabuluculuk diyebileceğimiz bu misyon, bu vazife mahallî olabileceği gibi
daha geniş dairede de yapılabilir. Yani böyle güzel bir vazifeyi mahallede,
köyde, şehirde yapabileceğiniz gibi, meseleyi daha geniş daireye taşıyarak ülke
çapında da yerine getirebilirsiniz. Hatta meseleyi daha da ileriye götürerek
uluslararası münasebetler açısından da değerlendirebilirsiniz. Bu konuya katkısı
olanlar için Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) vaat ettiği fazilet
ve sevap şu şekildedir:

أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِأَفْضَلَ مِنْ دَرَجَةِ الصِّيَامِ وَالصَّلاَةِ
وَالصَّدَقَةِ؟ قَالُوا: بَلَى . قَالَ: إِصْلاَحُ ذَاتِ الْبَيْنِ وَفَسَادُ ذَاتِ
الْبَيْنِ الْحَالِقَةُ

“Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden
daha üstün olan şeyi haber vereyim mi? Evet (Ey Allah’ın Resûlü, söyleyin!)
dediler. İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki fesat
bozukluk (dini kökünden) kazır.”
(Ebû Dâvud, Edeb 58; Tirmizî, Kıyamet 57)


Esasında, günümüzde Anadolu insanının dünya çapında gerçekleştirmeye
çalıştığı diyalog faaliyetlerini bu kategoride değerlendirebilirsiniz. Evet,
“diyalog” deyip dünyanın dört bir yanına açılma, küs milletleri birbiriyle
barıştırma, bu mevzuda sürekli strateji oluşturma, taktik geliştirme ortaya
çıkabilecek ihtilafların, savaşların, hercümerçlerin önünü alma adına çok
önemlidir. Günümüzde ihtilaf ve tefrikaya karşı mücadelenin en önemli yolu ise
eğitim faaliyetleridir. Yani siz barış, hoşgörü, diyalog gibi insanî fazilet ve
evrensel değerler noktasında mükemmel fertler yetiştireceksiniz. Öyle ki onlar,
birkaç dil bilmenin yanında değişik fenlerde ihtisas sahibi olacak ama aynı
zamanda insanî değer ve faziletlerle meşbu, yaşatma idealiyle dopdolu hale
gelecekler. Bulundukları her yerde insanlığa faydalı olmak için doktoralar, post
doktoralar yapacaklar. İşte her yerde parmakla gösterilecek bu insanlar ortaya
çıkan fitne ve azgınlıkların önüne geçmede frenleyici unsurlar olacak ve bu
konuda önemli bir misyon eda edecekler. Bu, bir yönüyle küresel çapta bir
barıştırma ve uzlaştırma meselesidir. Dolayısıyla mikro planda veya lokal olarak
ele alınan bu meselenin uluslararası çapta da ele alınması gerekir.


Devlet ricali, farklılıkların bir kavga vesilesi olmaması için, medeniyetler
ittifakı düşüncesiyle bir araya gelerek belli konularda anlaşıp müşterek hareket
edebilirler. Elbette ki böyle bir hareket, insanlık adına çok önemlidir, takdir
edilmesi ve alkışlanması gereken bir faaliyettir. Fakat böyle bir anlayış,
toplumların kılcal damarlarına kadar inmemişse yani toplum tabanında
benimsenmemiş, sindirilmemiş, içselleştirilmemişse bu tür ceht ve gayretler bir
mânâda havada kalır. O sebeple meseleyi halklara mâl etmenin yollarını aramak
gerekir. İsterseniz siz buna devlet ricalinin başlattıkları hareketi halka mâl
etmek suretiyle rical-i devlete yardımcı olma gözüyle de bakabilirsiniz.
Meselenin kalıcılığı da ancak buna bağlıdır.


Soğuk harp döneminde uzun zaman komünist dünya ile kapitalist dünya kavga
ettiler. Aradaki küçük ülkelerden bazıları o pakta, bazıları da diğer pakta
dahil oldular. Bu ülkelerin her biri, böyle bir ayrışma ve kutuplaşma
neticesinde yıllar boyu çok değişik sıkıntı ve zorluklar yaşadılar. İnsanın
aklına geliyor ki, acaba o günlerde fikir adamı, feylesof veya düşünürler
tarafından bu meselenin kavgasız da olabileceği gür bir sesle ifade edilebildi
mi? Acaba böyle bir uzlaştırma iradesi ortaya kondu mu; böyle bir uzlaştırma
tavrı oldu mu? Olmadı gibi geliyor bana. Aksine devletlerin birbirini yemesi
mevzuunda farklı kışkırtmalar yaşandı. Birileri kendi adamlarını kışkırtırken
öbürleri de yine kendi adamlarını kışkırttı ve böylece bir silah yarışına
girildi. Her bir pakt bir yeri işgal ederek oraya nüfuz etti ve insanlara yıllar
boyu sürecek korku ve dehşet yaşattılar. Muhabere ve muvasala imkânlarının
geliştiği, öldürücü silahların daha güçlü hâle geldiği bir dönemde bence bu
meseleyi uluslararası platforma taşımak suretiyle milletleri birbiriyle
barıştırma yollarını araştırmak önemli bir ibadettir.


Tertemiz Kalble Ötelere Yürümek


Küsleri birbiriyle barıştırmak suretiyle arabuluculuk yapmak aynı zamanda
Allah ahlâkı ile ahlâklanma demektir. Zira bir kısım hadis-i şeriflerde Cenâb-ı
Hakk’ın bazı kulları arasında tabir caizse arabuluculuk diyebileceğimiz bir
icraat-ı sübhaniyesi ifade ediliyor. Meselâ bu dünyada bir insan bir başkasının
hakkını yemiş olarak ahirete intikal etti diyelim. Fakat hak yiyen bu insan
nezd-i ulûhiyette değerli bir insan. Ahirette Cenâb-ı Hak, hak sahibine diyor
ki, “Senin bu kulumdan alacağın var. Ama sen Benim bu kuluma hakkını helal
edersen Ben de sana şunları şunları vereceğim.” İşte böyle bir davranışı biz
dünyadaki ferdî, ailevî ve içtimaî hayatımıza alıp uygulayarak o ahlâk-ı ilâhî
ile ahlâklanabiliriz. Evet, eğer Allah (celle celâluhu) ahirette insanlar
arasında böyle bir muamelede bulunuyorsa, bu bizim için de çok önemli bir
referanstır. Kanaatimce biz, bu ilahî ahlâkı değerlendirmeli ve her zaman
içimizdeki küsleri barıştırma gayreti içinde olmalıyız.


Ben kimseye küstüğümü hatırlamıyorum. Kırk, elli senedir aleyhimde yazı yazan
insanlar var. Bu insanlar, gülsem de aleyhimde yazıyorlar, ağlasam da aleyhimde
yazıyorlar. İkisinin ortasında duruyor olsam, muhakkak onunla da alakalı bir şey
bulup yazıyorlar. Ben bu insanlara küsmedim/küsmem, bilakis onların hâline
acırım. Demek ki yazacak başka mevzu bulmada zorluk çekiyorlar, diye düşünürüm.
Tabiatımda olmadığı için böyle insanlar hakkında hiçbir zaman “Yuvarlansın ve
Cehennem’e gitsinler” demedim. Hatta bir zamanlar yakın birisi, olmadık gadr u
cefada bulunduğunda bir ara aklımdan Allah’ın onu cezalandırması geçti. Çünkü
yakının gadr u cefası insana çok daha fazla dokunur. Fakat buna rağmen ben odama
girdim ve “Yahu ne hakla!” dedim. Allah şahit, hıçkıra hıçkıra ağladım. Çünkü
bir insanı Cehennem’e mahkûm etmek kolay bir şey değildir. Onun sana yaptığı
kötülük seni Cehennem’e mahkûm etme değil ki! Kaldı ki öyle bile olsa o seni
Cehennem’e attı diye sen de onu Cehennem’e atamazsın. Bu açıdan bence küsmenin,
darılmanın, birilerine karşı hınç duymanın bir anlamı yoktur. Allah huzuruna
kalbimiz temiz ve hiçbir kimseye karşı içimizde gıll u gış olmadan gitmeliyiz.
Biz Arapça’dan dilimize geçen bu ifadeyi, içimizde kıl kadar bir şey olmadan
şeklinde anlarız. Fakat bunun mânâsı esasen içimizde hiç kimseye karşı olumsuz,
negatif bir şeyin olmaması demektir. Canın cânana koşması gibi, Allah’ın sizi
beklemesine cevap olarak siz de O’na tertemiz bir gönülle gitmelisiniz. Fuzuli
ne hoş söyler: “Canımı cânan eğer isterse minnet cânıma / Can nedir kim, ânı
kurban etmeyem cânânıma…” Bence, “Sen hep böyle arınmış olarak yaşadın, gel
artık!” davetine saf, duru ve tertemiz bir hâlde gitmek lazım. Rabbim, hepimize
ötelere yürürken, böyle bir ufuk, böyle bir anlayış nasip eylesin. Âmin!