Mesai Tanzimi ve Aile Hayatımız

Mesai Tanzimi ve Aile Hayatımız
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberlik ve devlet başkanlığı vazifesinin yanı sıra aynı zamanda bir baba, bir eş ve ashabının da en yakın dostuydu. O, zamanını öyle tanzim ediyordu ki, bunların hiçbirisinin hakkını ihlâl etmiyordu. Buna göre bir mefkûre insanı, üzerindeki haklarda dengeyi kurma adına nasıl bir zaman tanzimi yapması gerekir?

Cevap: Zamanın tanzimi, yapılması gerekli bütün işleri nazar-ı itibara alıp önem sırasını belirleyerek hayatın ona göre planlanması demektir. Öyle ki, bu plan içerisinde,  namaz, zikir, dua gibi ibadet hayatımız da olmalı; aile, çoluk-çocuk gibi bire bir mesul olduğumuz insanlara karşı yapmamız gereken sorumluluklar da yer almalıdır.

Mesela mü’min, hizmet ediyorum diye gece ibadetini terk edemez, etmemelidir. Evet, inanan bir gönül iki rekâtlık namazla da olsa gecenin ihyasına mutlaka katkıda bulunmalıdır. Esasında geceleyin kalkıp 10-15 dakikasını teheccüd namazına ve duaya ayıran bir insan hizmet hayatından hiçbir şey kaybetmez; bilâkis çok şey kazanır. Zira geceyi değerlendiren bir insan, bir diriliş yoluna girmiş demektir. Gece ibadeti, mele-i âlânın sakinlerinin alkış tutacağı bir ameldir. Orada yapılan dua, başka dualarla kıyas edilemeyeceği gibi, gecenin derin sessizliği içinde alnı yere koyma, seccadeyle buluşma, Rabbin huzurunda iki büklüm olma, iki damla gözyaşı dökme de başka zamanlarda yapılan ibadetlerle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür. Bu açıdan, bir gün tanzim edilirken gece ibadeti asla ihmal edilmemelidir.

Her Hak Sahibine Hakkını Verin!

İnsan, kalbî ve ruhî hayatını besleyen ibadetleri asla ihmal etmemesi gerektiği gibi, sosyal hayatındaki umum hakları birden nazara alarak bunları ağırlıkları ölçüsünde sıraya koymalı ve her birisinin hakkını vermeye çalışmalıdır. Bilindiği üzere Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendilerini ibadete adadıklarından ötürü ailelerini ihmal eden sahabilere hitaben şöyle buyurmuştur: “Nefsinizin sizin üzerinizde hakkı var, ailenizin sizin üzerinizde hakkı var, Allah’ın sizin üzerinizde hakkı var.. her hak sahibine hakkını veriniz.” (Buhârî, edeb 86) Hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere, ibadetle meşgul olma dahi insanın; nefsinin, eşinin, çocuklarının vs. kendisi üzerindeki haklarını ihmal etmesine yol açmamalıdır.

Esasında namazın beş vakte tahsis ve tayini, mü’minlere zamanın tanzimi konusunda önemli dersler verdiği gibi, gece ve gündüzün yaratılış hikmetlerinin anlatıldığı âyet-i kerimeler de onlara bu konuda bir kısım doneler vermektedir. Mesela Kasas Sûresi’nde şöyle buyrulmuştur:

وَمِنْ رَحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

“O, rahmetinin eseri olarak gece ile gündüzü var etti ki, geceleyin istirahat edesiniz, gündüzün de hayatınız için çalışıp Allah’ın lütfundan nasibinizi arayasınız ve O’nun nimetlerine şükredesiniz.” (Kasas Sûresi, 28/73) Bu ve benzeri âyet-i kerimelerle Kur’ân-ı Kerim zaman tanzimi konusunda rehberlikte bulunup bize şu mesajı vermektedir: Eğer hayatınızı tanzim eder, gündüz, gündüz yapılması gerekenleri, gece de gece yapılması gerekenleri yapar; geceyi ayrı bir derinlikte, gündüzü de ayrı bir ufukta değerlendirirseniz karışık yaşamaktan kurtulur, plansızlık ve programsızlıktan kaynaklanan engellere takılmaz ve çok daha bereketli bir hayat yaşarsınız.

Yirmi Dört Saatin Planlanması

Disiplinli ve verimli bir zaman tanzimi için yirmi dört saatlik zaman dilimini yazıya dökebilirsiniz. Bu yapılabildiği takdirde sohbet-i cânan yörüngesinde arkadaşlarla bir araya gelmeden kitap okumaya; odamızı düzenlemeden evrad u ezkârla meşgul olmaya; eş ve çocuklarımızla belli meseleleri meşveretten istirahat etmeye kadar günün hangi saatinde hangi işin yapılacağı net bir şekilde tespit edilmiş olacaktır. Hatta oturup içilecek bir çaya, yenilecek bir yemeğe ayrılacak süre bile bu tanzimin içinde mütalaa edilebilir. Mesela yemek için yirmi dakika yeterliyse bununla iktifa etmeli ve yemek sonrası yapılacak lakırdılarla zaman israf edilmemelidir. Hatta mesai tanzimi yapılırken, ekstra ortaya çıkabilecek meşguliyetlerin programımızı aksatmaması için ihtiyatî zaman dilimleri de 24 saatlik planlamanın içine konulmalıdır.  

Usûlünden fürûuna yapılacak bütün işler bu şekilde detaylandırılmak suretiyle tanzim edilebilirse, zamanın ayrı bir berekete ulaştığı ve yapılan işlerde ortaya çıkan neticenin birden ona yükseldiği görülecektir. Zira hayat böyle muntazam bir hâle getirildiği takdirde, insan zaman içerisinde tam disiplinli olacak, belli bir program dâhilinde hareket etmeye alışacak ve sahip olduğu motivasyonla yapacağı işleri zorlanmadan yapacaktır. Yanlış anlaşılmasın, böyle bir hareket tarzı, makineleşme demek değildir. Bilâkis bu, disiplin insanı olma ve hayatı disiplin içinde götürme demektir. Böyle disiplinli bir insan ise, ne ibadet ü taatinde boşluk yaşar, ne evrad u ezkârından taviz verir, ne üzerine düşen vazifeleri aksatır, ne de aile fertlerinin haklarını ihlâl eder.

Beraber Yol Yürünen İnsanları İkna

Zaman tanziminde dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta ise şudur: İnsan, uygulamayı düşündüğü zaman tanzimini öncelikle hayatını paylaştığı insanlara açmalı, onların düşünce ve görüşlerini almalı, sonra da, yapması gereken vazifelerin ehemmiyetini onlara anlatıp aklen ve kalben onları ikna etmelidir. Yani eşinin, çoluk-çocuğunun, anne-babasının hakları yanında kendisi üzerinde Allah’ın, dinin, Kur’ân’ın hakkı olduğunu ve her hak sahibine hakkının verilmesi gerektiğini dili döndüğünce izah etmeye çalışmalıdır. İnsan, aynı haneyi paylaştığı kişilerle bu konuda bir mutabakata varabilirse üzerine terettüp eden işleri aile çevresinin olumsuz söz ve tavırlarına takılmadan, daha rahat ve kolaylıkla yapabilir.

Bir insan düşünün ki, zamanının önemli bir kısmını ilâ-i kelimetullah (Allah’ın adının yüceltilmesi) yolunda kullanması gerektiği hususunda nefsini ikna etmiştir ve buna yürekten inanmaktadır. O, bu vazifeyi, hiçbir fedakârlıktan çekinmeden yerine getirebilecek şekilde içine sindirmiş ve içselleştirmiştir. Fakat hayatı beraber paylaştığı insanlar, Allah hakkının büyüklüğünü, O’nun adının âfâk-ı âlemde (dünyanın dört bir tarafında) şehbal açmasının önemini, bu dinin bir emanet olduğunu ve bu emanete karşı sürekli gerilim içinde bulunulması gerektiğini, asırlardan beri rahnedar olmuş bir kalenin usûlünden fürûuna kadar restorasyon görmesinin çok hayati bir vazife olduğunu bilmiyorlarsa, onun yanında beraber yol yürümek istemezler. Dolayısıyla onlarla beraber yol yürüyebilmek için ekstra gayret ortaya koyması gerekir. Bu ise bir müddet sonra o kişide yol yorgunluğu hâsıl edecektir.

Hâlbuki insan, sahip olduğu inanç ve mefkûreyi hayatı paylaştığı insanlara, inandırabilir, onlarla aynı duygu ve düşünceyi soluklar ve yapmış olduğu hizmetlere sahip çıkma duygusunu onların gönüllerinde uyarabilirse, işlerini tanzim etme mevzuunda işini ciddî mânâda kolaylaştırmış olacaktır. Hatta yapması gereken vazifeleri aksattığında, mesela gitmesi gereken toplantıya gitmediği veya katılması gereken bir okuma programına katılmadığında ilk tepkiyi hayatı birlikte paylaştığı insanlardan alacaktır. Bu da kendisi için teşvik edici bir unsur olacaktır.

Aksi takdirde eğer eşiniz, çocuklarınız veya birlikte yaşadığınız diğer insanlar sizin kafanızda kurguladığınız mesai tanziminden ve bunu uygulamanın öneminden habersizse, bir süre sonra duygu ve düşüncede bir kısım ihtilâf ve iftirakların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Bu da ilâhî inayetin kesilmesine yol açacaktır. Zira Allah’ın tevfik-i sübhanîsi vifak ve ittifaka gelir. Şayet siz Allah’ın muvaffak kılmasına namzet olmak istiyorsanız, hangi dairede olursa olsun, öncelikle aranızdaki vifak ve ittifakı temin etmeniz gerekir.

Mesai Himmeti

Burada üzerinde durulması gereken diğer bir mevzu da, yüce bir mefkûre istikametinde harcayacağımız mesaiye ayrılacak zamanın süresidir. Bir memur veya işçi mantığıyla sadece günün yedi sekiz saatlik bir kısmını mesaiye ayıran bir insanın mefkûre adına yapacağı iş, o mantığın darlığıyla sınırlı olacaktır. Eğer insan yüce bir mefkûre istikametinde üzerine 3-4 iş aldıysa ve bunların yapılması 13-15 saatlik bir zamanı gerektiriyorsa, insan iyi bir mesai tanzimiyle bunu yerine getirmeye çalışmalıdır. Yani bir taraftan saniyesini boşa geçirmeksizin harcayabildiği kadar zamanını Allah yolunda harcamalı, diğer yandan da işlerini düzene koymak suretiyle bu zamanını en verimli bir şekilde değerlendirmeye gayret göstermelidir.

Özellikle günümüzde asırlardan beri rahnedar olan mânevî bir kalenin tamiri mevzubahis olduğundan, Kur’ân ve iman hizmetine gönül vermiş insanlar şimdiye kadar gösterilen fedakârlıktan daha fazlasını gösterme ve bu konuda daha hassas hareket etme mecburiyetindedirler. Bunu sağlama adına aralarında “mesai himmeti”nde bulunabilirler. Mesela birisi gününün on iki saatini milletine hizmet yolunda ayırabileceğini söyler, bir başkası on üç saatlik bir sorumluluğun altına girer, bir diğeri ise on dört saat Allah yolunda çalışma vaadinde bulunur. Hâsılı herkes gönüllü olarak ne kadar mesai himmetinde bulunmuşsa, o vakti hizmet yörüngeli tanzim edip değerlendirmeye çalışır. Hakikî bir mü’mine düşen mesai anlayışı işte budur. Günümüzde mesai kavramı böyle anlaşılmıyorsa, Müslümanlığın bu yönü anlaşılamıyor demektir.

Eğer bazıları, imkânı olmasına rağmen beklenilen ölçüde mesai himmetinde bulunmuyorsa, zihinlerin bu mevzuda ikna edilmesine ihtiyaç var demektir. Bu konuda muhataplarla bir mutabakata varma çok önemlidir. Fakat böyle bir mutabakattan sonra da hiç kimsenin hak ihlâli yapmaması gerekir. Herkes sahip olduğu sorumluluğu yerine getirme konusunda o kadar titiz olmalıdır ki, ne eşler birbirinin hukukuna tecavüz etmeli, ne çoluk çocuğun hakkına girilmeli, ne amir memur arasında bir haksızlık yaşanmalı ne de işyerindeki sorumluluklar ihlal edilmelidir.

Yoksa biz mesai derken, bir memur mantığıyla hareket etmeyi, yedi sekiz saat çalıştıktan sonra yan gelip yatmayı, yiyip içmeyi, keyfimizce gezmeyi, miskin insanların otağı sayılan kahvehanelerde oturmayı, oyun oynamayı, cismanî ve şeytanî bir kısım aktivitelere katılmayı vs. anlıyorsak, meseleyi yanlış anlıyoruz demektir. Bu zihniyetle hareket eden birisi, günümüzde insanlık için yapılması gereken işlerin onda birini bile yapamayacaktır. Hatta böyle sakat bir mesai anlayışına sahip insan, kendisine en çok ihtiyaç duyulan bir zamanda tatile gitmekten çekinmeyecek, çok önemli meselelerin yapılması gerektiği bir yerde izin alacak ve böylece yapılması gereken hayatî işleri aksatacaktır.

Hizmet ehlinin mesai anlayışı ise böyle değildir. Onlar hakka hizmet için üzerlerine aldıkları sorumluluğu mutlaka yerine getirmeye çalışır ve başladıkları bir işi asla yarım bırakmazlar. Bu arada eşlerine, çocuklarına, ailelerine karşı ihlal ettikleri haklar olduğunda da, onları telafi etmek için gayret gösterir, hakkına girdiğini düşündüğü insanların gönüllerini almaya çalışırlar. Mesela yeri gelir, bir buket gülle onların karşısına çıkar, geç kaldıkları için özür beyan eder ve sonra da ilk fırsatta, onlara verdikleri sözü yerine getirir, kasdi olmayan hata ve ihmallerini telafi ederler.

Bu arada mutlaka yapılması gerekli olan bir işten dolayı meydana gelen gecikmeler karşısında da eşler birbirine müsamahalı davranmalıdır. Asla unutulmamalı ki, böyle bir bekleme süresindeki saatler, dakikalar, hatta saniyeler bile bekleyenler açısından ibadet hükmüne geçer. Çünkü böyle bir bekleyiş ciddî bir fedakârlık sayılır. Bir yuvayı paylaşan eşlerden her birisinin diğerine ihtiyacı vardır. Onunla paylaşması, dertleşmesi gereken belli meseleler vardır. İşte kendi ihtiyacı olduğu hâlde, hizmet adına bir yerde koşturan hayat arkadaşını bekleyen bir insanın saniyeleri hiç farkına varmadan seneler hükmünde ibadet şeklinde kabul edilebilir. Zira mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.(Bkz.: et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 6/185-186) Eğer eşlerden biri hayır peşinde koşarken diğeri de maddî-mânevî ona destek oluyorsa, Allah’ın izniyle, her ikisi de o salih amelden hâsıl olan sevabı paylaşırlar.