Bamteli Yeni – İhlasa Eren Ruhlar (5 Ekim 2008)

Bamteli Yeni – İhlasa Eren Ruhlar (5 Ekim 2008)

İlim versin Allah, onu bezlet, önüne gelen herkese anlat. Fakat ilmini anlatmanın yanı başında, Kur’an’ı anlatmanın yanı başında kendini anlatmaya takılma; sonra tepe taklak cehenneme gitme. Şimdi bu mülahaza var yani. Bir, vazifeyi yapmamanın sorumluluğu, yapıyor olma yapma sorumluluğu. Evet, yapmamanın kendine göre sorumluluğu bir de yaparken bu hassas noktalar. Bunlara milimi milimine riayet etme.

Günümüz bir riyakârlık dönemi olması itibariyle, nifak dönemi, atmosfer nifaka teslim gibi. En halisane hizipler, en halisane cereyanlar, en halisane hareketler içinde bulunanlar bile bu genel atmosferin radyoaktif tesirinden müteessir olurlar. Doğrudan doğruya nifak şebekesi onun alfasına maruz kalır, etrafında gezenler betasına maruz kalır, gamasına maruz kalır, bilmem diğerleri de neye maruz kalır yani, atmosfer o. Atmosfer ona göre. O meselenin manevi bir arka planı var. Şeytanlar hâkim demek dünyaya. Şimdi onun içinde halisane çırpınanlar olabilir. Ama hadis-i şerifin ifade buyurduğu gibi patlayan o bomba öldürdüğünü öldürür, felç ettiğini felç eder. Kalanlar da onun tesirinden, masum kalanlar da zükkâm olurlar buyuruyor. “Alâ külli hâl” burunları akmaya başlar. Bu müminlerin hali.

Şimdi böyle bir dünyada yaşayınca böyle her şeyimizi biz tam aynı noktaya, ihlâs noktasına teksif ettik hakikaten. Başka hiçbir mülahazamız yok. Allah’ım, muhlisin, muhlisin, muhlisin, muhlisin diyoruz. Eğer bir zerre ihlâsa muhalif hareket edeceksem ben anında canımı al diyecek kadar yiğit olmak lazım. “Anında yok et beni orada” diyecek kadar. Belki her sohbete başlarken, her kalemi eline alırken, her bilgisayarın tuşlarına dokunurken, her eline aldığın işi görmeye çalışırken eğer halisane davranamıyorsam, ya beni ihlâsa erdir veya canımı al; senin yolunda çalışırken sana muhalif bir tavır ve davranış içine kaymadan beni koru. Çok zor. Günümüzün insanı için çok zor. Belki tekkeler, belki zaviyeler, belki sizin dershaneleriniz, belki Kuran Kursları, belki İmam Hatipler, belki İlahiyat Fakülteleri hafizanallah bu riyanın tesiriyle, bu gösterişin tesiriyle, kendini ifade etme şirkinin tesiriyle kendi tesirlerini kırıyorlar esasen.

يَا عِيسَى عِظْ نَفْسَكَ فَإنِ اتَّعَظَتْ بِهِ فَعِظِ النَّاسَ وَإِلاَّ فَاسْتَحْيِ مِنِّي” diyor Hz. İsa’ya Allah(cc). Evvela nefsine söyle, onun hizaya gelmesini temin et. Söylediğin şeylerden o müteessir oluyorsa, hizaya geliyorsa sonra başkalarına anlat. Nefsine kabul ettirmediğin, ettiremediğin, yani nefsini bir yönüyle nasihatleştirememişsen şayet, vaazlaştıramamışsan, sohbetleştirememişsen şayet benden utan diyor. Nerene bakarlarsa baksınlar, eline, ayağına, gözüne, kulağına, mimiklerine, dudaklarının hareketine nasihat dökülmeli Allah için. Öyle değilsen bence utan, benden hayâ et diyor.

Mesele bu çerçevede ele alındığına göre çok çetin bir şey. Başarılı olanlar için Enbiya’nın vazifesini yapıyor oldukları söylenebilir. Fakat başarılı olmak da çok zor. Çok zor. Nefis taşıyoruz; çağın kendine göre bir kısım varidatı var; -yerin dibine batsın- mevhibeleri var; atmosferi var ve siz o atmosferin, o ortamın çocuklarısınız. Biz yani. Siz derken sizinle ne alakası var? Yani biz. O müfsit ortamın çocuklarıyız. Ayarı tutturmak çok zor. Söze girerken, kalibrasyon, Frenkçe dedim yani. Tam esasen sesin hasını yakalama demektir. Şerarelerden en uzak olanını yakalama demektir. Bilmem ki şimdiki bilgisayarlarda da var mı öyle bir şey yani?

 Evet. Orada baya elinize alırdınız o şeyi, kalibrasyon düğmesini çevirirdiniz, o sesin en netini aldığınızın farkına varırdınız. İnsan ruh dünyası itibariyle yapacağı şeyleri yaparken. Orada “Allahu Ekber” diyeceksin halkın önünde. Acaba sen sesini kastettin mi, düşündün mü; nağmeni düşündün mü? Sesin ve nağmen itibariyle başkalarına tesir etme gibi bir mülahazaya kapıldın mı? Yoksa sadece Allah büyüktü, sen de sıfır oğlu sıfır, küçüktün, onu orda ilan etmek istedin. Ve O görüyor, o sesi duyuyor, o sesin içindeki karışıklığı da görüyor, renkleri de görüyor. Kendisine ait olan deseni de görüyor ağyar desenini de görüyor. O mülahaza.

Evet, yani mimiklerinden nağmelerine kadar, her şeyde mutlaka o mülahazaya alınmalı. Sesin soluğun bu mülahazanın kontrolü altında olmalı. İcabında öyle değilse nafilelerde kesip gidebilirsin bir yere. Çok tekrar ettiğim bir husus. Halkın önünde namaz kıldırırken, halka kamet okurken karışık olur orada yani. Tutturdum diyen de yalan söylemiş olabilir. Ben şimdi tutturdum ama nafile ibadetlerde, nafile evrad-u ezkarda işin içine kendini ifadeyi kattığın zaman, Nur hizmetinde işin içine kendini kattığın zaman, kendi mülahazalarına meseleyi bağlayıp götürdüğün zaman bırak ayağını kır evinde otur. Bence sevap yolunda günah kazanmaktansa günaha girmemiş olursun vesselam.

“وَإِلاَّ فَاسْتَحْيِ مِنِّي” – “yoksa Benden utan!” diyor. Bize söylüyorsa bir şey ifade ediyorsa saygılı olmak lazım Allah beyanına.

Zor yani. Çok kendime ölüm istediğim olmuştur çok. Allah canımı alsa da şu işe girmesem bu defa, şu kürsüye çıkmasam, şu sohbeti yapmasam. Ayrı bir mesele. Ha yapıyorsunuz bunları. Fakat o mülahazalar bana önemli geliyor. Bütün bütün o mülahazalardan mahrumiyet insanın biraz serazat olmasını gösterir. Onlarla da iş kontrol altına alınmazsa, disiplinsiz düşünüyor, disiplinsiz konuşuyor, disiplinsiz söylüyor. Allah mülahazası yok. Şeklî ve sûrî, folklordan farkı yok. İbadet kültür değildir. İbadet Allah’la kul arasında en samimi, uhrevi buutlu bir münasebettir. Vesselam. “Ya Rabbena aklı kerem. Bizleri et muhterem. Dünyada hem ukbada verme gam u elem.” ‘Rabbenâ âtinâ’ya denk geliyor değil mi? “رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ”“Rabbimiz, bize dünyada da (Sen’in nezdinde) iyi ve güzel her ne ise onu ver; Âhiret’te de (yine Sen’in indinde) iyi ve güzel olan ne ise onu ver. Ve bizi Ateş’in azabından koru!” (Bakara, 2/201) İsraf ettiğimiz zaman, heyhat. “أَنْتُمْ أَعْلَمُ بِأُمُورِ عُقْبَاكُمْ”“Ukbâya ait işleri siz benden iyi bilirsiniz!”