Bamteli: Hizmet’e Kumpas

Bamteli: Hizmet’e Kumpas

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi haftanın Bamteli sohbetinde özetle şu hususları dile getirdi:

 Kirli tezgâh bir kere daha gündemde!..

*Birkaç sene önce medyaya düşen skandal bir belgede, ihbara dayalı “Işık Evleri” baskınlarında silah, mühimmat vb. materyal bulunması “sağlanarak” Gönüllüler Hareketi’nin “Silahlı Terör Örgütü” kapsamına aldırılması ve ayrıca, aynı aramalarda bazı yabancı servislere ait bir kısım objeler ele geçirilmiş gibi gösterilerek gizli irtibatların deşifre edilmiş olduğu izleniminin verilmesi gibi entrika planlarından bahsediliyordu. Son günlerde yine benzer komploların devreye sokulduğu görülüyor. Aslında, Hizmet gönüllülerinin -silah edinmek şöyle dursun- yanlarında çakı bile taşımayan, emniyet ve güven insanları olduklarını o iftiraları atanlar da biliyorlar. Fakat kendi kredileri tükendiği gibi Hizmet’in kredisini de bitirmek için o türlü kirli tezgâhlara başvuruyorlar.

*Şerli kimseler dünden bugüne hep benzer tuzakları ve iftiraları kullanmışlar. Hazreti Üstad’ın bu türlü entrikalara karşı kapısını hem içeriden sürgülediği hem de talebelerine dışarıdan kilitlettiği nakledilir. Ona iftira maksadıyla, bazı kimselere zorla “Onun için dükkândan içki aldım!” dedirtilmeye çalışıldığı anlatılır.

*İhtimal bugün onca mezalim karşısında dilsiz şeytan kesilen bazı kimselerin sükûtunun sebebi de öyle bir tuzağa düşmeleri ve şantajlara boyun eğmeleridir. Yoksa ihtimal hesaplarına göre, dünden bugüne tanıdığımız insanların bütününün birden dilsiz şeytan olmaları düşünülemez. Bari on tane insan çıkıp “Hayır, bu dediğiniz şeyler biraz fazla! ‘Paralel, haşhaşî, terör örgütü…’ Bunlar cinnet safsatası.” derdi. Demek ki, bazıları bugünleri çok önceden hesaplamış, hazırlıklarını buna göre yapmış ve şimdi insanların önlerine koydukları o dosyalarla onları susturuyorlar. İşte, birilerinin ağızlarına öyle fermuar vurdukları gibi sizi de itibarsızlaştırmak için her türlü entrikaya başvurabilirler.

 Hizmet, kastedilen manada bir örgüt değil, Kur’anî mantığa ve makuliyete bağlı gönüllüler hareketidir.

*Hizmet Hareketi’nde onların iddia ettikleri gibi bir irtibattan bahsedilemez. Bu harekete gönül veren insanlar, şucu bucu oldukları için değil, gördükleri Kur’anî mantığa ve yapılan işlerin makuliyetine inandıklarından dolayı her türlü fedakârlığa katlanarak vatana, millete ve insanlığa hizmet ediyorlar.

*Evet, bu hareketin sırrı, -cami cemaatinin namaz için bir araya gelmesindeki tabiîlik gibi- işin mantıkîliğinde ve makuliyetinde aranmalıdır. Kalbi aynı his ve heyecanlarla çarpan ve insanlığın imdadına koşmaya amade bulunan insanların, cehalet, fakirlik ve ihtilaf gibi hastalıklarla mücadele konusunda yapılan çağrılara topyekün icabet etmesinde aranmalıdır.

*Kur’anî mantığa ve makuliyete bağlı hareket eden Hizmet gönüllülerini itibarsızlaştırmak için “kuvvetli şüphe” diye bir hezeyan, cinnet hezeyanı uydurdular. Esasen modern hukuk müsaade etse ve bu hezeyan çizgisindeki mülahazaları seslendirenler psikiyatri kliniklerinde kontrolden geçirilseydi, o kimselerin %99,9’u tımarhanelere götürülürdü. Bütün iddialar tımarhanelik iddialar.

 Sizi zehirlemek için evlerinize kobralar salabilir; silah ve uyuşturucu bırakabilirler.

*İtibarlarını yitirmiş kimseler sizi de itibarsızlaştırma adına SS’lerini Hizmet gönüllülerinin evlerine veya yurtlarına gönderirler. Aramaya giren insanlar oraya bir tabanca koyabilirler; aramaya giren insanlar oraya uyuşturucu koyabilirler; aramaya giren insanlar oraya dağdaki bir eşkıyanın kitabını -sizin kitaplarınızın yanına- koyabilirler. Dolayısıyla orayla irtibatlandırmaya çalışırlar.

*Dünden bugüne zalimler kendileri gibi düşünmeyenlere boyun eğdirebilmek için her yolu denemişlerdir. Sahabeden Ammâr bin Yâsir’in gözleri önünde anne ve babası şehit edilmişti. Kendisi de ağır işkenceler altında hâlsiz kalmıştı. Müşriklerin Hazreti Ammâr’dan istedikleri, Peygamber Efendimiz’in aleyhinde konuşmasıydı. O, metanetini yitirmemişti fakat kurtuluş çaresi yoktu; ya öldürülecekti veya istedikleri şeyleri söyleyecekti. Hazreti Ammâr, Rasûlullah’a kavuşmak ve O’nunla aynı safta mücahede etmek için “diliyle” dininden vazgeçtiğini söyledi. Müşrikler de onu serbest bıraktılar. Hazreti Ammâr, o sözü kalben söylememişti ama yine de tir tir titriyordu. Hemen koşup hadiseyi Allah Rasûlü’ne anlattı. Efendimiz, “Kalbin nasıl?” deyince, o “Kalbim imanla doludur.” cevabını verdi. Bunun üzerine, İnsanlığın İftihar Tablosu şöyle buyurdu: “Ammar tepeden tırnağa imanla doludur. Şayet sana tekrar böyle işkenceler yaparlarsa, tekrar aynı taktikle ellerinden kurtulmanda bir mahzur yoktur.” Hazreti Ammâr’ın başına gelen bu hadise üzerine âyet-i kerime (Nahl Sûresi, 16/106) nazil oldu; kalbi imanla dolu olduğu hâlde inkâra zorlanan kimselere bir mesuliyetin olmadığı beyan edildi.

*Arkadaşlarımız çok temkinli olmalı. Hiç farkına varmadan sizi zehirlemek için her yere bir yılan sokabilirler. Zehirlemenin de türleri vardır. Sizi zehirlemek adına evlerinize kobralar salabilirler; silah veya uyuşturucu bırakabilirler. Kız evi ise, kız kıyafetinde erkek sokabilirler; erkek eviyse şayet, erkek kıyafetinde kız sokabilirler. Hepsini yapabilirler bunların; çünkü şu âna kadar yaptıkları yapacaklarının en inandırıcı referansını teşkil ediyor.

 Sabret anneciğim, sabret!..

*Burûc Sûresi’nde Ashâb-ı Uhdûd anlatılmaktadır. Onların kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadığı hakkında çok değişik rivayetler vardır. Zaten Kur’an da bu hadiseyi yer, zaman ve fâillerini belirtmeden zikretmektedir. Anlaşıldığına göre, dönemin zalim kralı, Allah’a inananları dinlerinden çevirmek, kendi sapık anlayışına döndürmek için onlara eziyet ederdi. Tekili “hadd”, çoğulu “uhdûd” olarak adlandırılan uzunlamasına ve derin hendekler, çukurlar, kanallar kazdırmış ve içlerine büyük ateşler yaktırmıştı. Allah’a imanda ısrar edenleri işkenceden geçirtir, sonra da ateşe attırırdı. Zalim ve avenesi, insanlıktan öylesine uzaklaşmışlardı ki, hendeğin etrafına oturur yaptıkları bu vahşeti zevkle seyrederlerdi.

*Ashâb-ı Uhdûd, inananları ateş dolu hendeklere atıp cayır cayır yakarken, biri kucağında, ikisi de eteklerinden tutmuş üç çocuklu bir kadının getirildiği ve dininden dönmezse çocuklarıyla beraber ateşe atılmakla karşı karşıya bırakıldığı da rivayet edilir. Kahraman kadın imanı uğruna çocuklarıyla birlikte ölümü çoktan göze almıştır; işkencelere rağmen dinini terk etmez. Bunun üzerine önce büyük çocuğu, sonra diğeri gözlerinin önünde ateşe atılır. Yüreği parçalanan anne, gözyaşı yerine yanaklarından kan akıtır ama ilahi rızayı kazanmak uğruna sabreder. Sıra kendisine geldiğinde bir an tereddüt yaşar; çünkü kucağındaki masum yavrusunu düşünür. Annenin halinde imandan gelen bir vakar, metanet ve sükûnet vardır; fakat içinden kopan feryat, Arş-ı A’layı titretir. İşte o zaman Cenâb-ı Hakk kundaktaki bebeği konuşturur; “Sabret anneciğim sabret. Dininde sebat göster ve bırak kendini ateşe. Çünkü sen Hakk üzerinesin, Allah seninle beraber!..”

 İdam kaldırılmamış olsaydı, binlerce insanı sürgün edip haklarından mahrum bırakanlar, yüzlerce masumu hapse atanlar, onu da yaparlardı.

*Ashâb-ı Uhdûd, “Bizim gibi düşünmüyorsunuz!” diye kimi bulurlarsa -“kuvvetli şüphe”- hendeklere atıyorlar. Günümüzde de uluslararası hukuk bu meseleye az kapı aralasa aynı şey yapılır. Görüyorsunuz, “kuvvetli şüphe” diye evleri basıyor, “burs verdi, himmet etti, okul yaptı, üniversite açtı…” diye, insanları kadın erkek tefrik etmeden alıp derdest ediyorlar. Aylar, hatta seneler geçiyor, iddianame hazırlanmıyor. Farkı yok Ashâb-ı Uhdûd’dan. Demek ki, öyle bir şey tecviz edilseydi, uluslararası hukuk ona az kapı aralasaydı, onu da yapacaklardı. Turgut Özal’la kaldırılan idam kaldırılmasaydı, binlerce insanı sürgün edip haklarından mahrum bırakanlar ya da dışarı çıkma mecburiyetinde bırakanlar onu da yapacaklardı. Eğer idam meselesi hala canlı kalsaydı darağaçlarını görecektiniz belli bir dönemde gördüğünüz gibi.

*Bediüzzaman hazretleri, “Yalan bir lâfz-ı kâfirdir.” der. İnsan bir kere yalan söylerse, günah-ı kebâir işlemiş olur. Tevbe edince, Allah yarlığar onu, affeder. İki kere yaparsa, Allah affeder; elverir ki kendisine dönsün. Fakat şayet bu işi mahzursuz gibi yapıyorsa, o kâfir olur!.. Bile bile iftira ediyorsa, kâfir olur; bile bile isnatta bulunuyorsa, kâfir olur; isterse Müslüman geçinsin, kâfir olur. Kebâiri mahzursuz görmek küfürdür. Heyhat ki, bu açık hakikate rağmen, bugün zift medyası vasıtasıyla ısrarla her gün onlarca yalan ve iftira atılıyor. Saf kitleler de bu bühtanların günahına ortak ediliyor.

*Her şeye rağmen bizim önce Cenâb-ı Allah’a gönülden teveccüh etmemiz, namaz başta olmak üzere kulluğumuzu tastamam yapmaya çalışmamız lazım. Saniyen; sürekli temkin ve teyakkuzda bulunarak, bu tastamam kulluğa birilerinin başka şeyler bulaştırmasına da fırsat vermememiz lazım. Üçüncü olarak da bela ve musibetler ne kadar şiddetli gelirse gelsin, dişimizi sıkıp sabretmemiz lazım. Bela ve musibetlere karşı sabır, sabrın çok önemlilerindendir. Bizim de sabretmemiz lazım; Yâsir gibi, Sümeyye gibi, Ashâb-ı Uhdûd mazlumları gibi..

 Şu halde, aklını peynir ekmekle yemiş olanlar kimler?!.

*Dünyanın dört bir yanında Hizmet Hareketi’yle alakalı kitaplar telif ediliyor, makaleler yazılıyor, konferanslar veriliyor. Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’ne dönüşmüş olan Türkçe Olimpiyatları bütün ülkelerde takdir topluyor. Bu sene de Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı’ndan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne kadar pek çok insan tebrik ve takdir mektupları gönderdiler.

*Güya yeryüzünün yaklaşık yüz yetmiş ülkesinden ve onca farklı kültürden binlerce insanın hepsi aklını peynirle yemiş; sadece size düşmanlık yapan bazı zalimler doğruyu görüyorlar. Bu meselenin aksi söz konusudur. Ve aklını peynirle yiyen kimseler çok yakın bir gelecekte yaptıkları utandırıcı şeylerle hacâlet içinde dize gelecekler ve acındırıcı bir bakışla yüzünüze bakacaklardır.

*Benim ricam olsun, o gün kollarından tutun, “Üzülme kardeşim, biz gönül koymadık!” deyin; sarılın onlara ve memnun etmeye çalışın. Bu, bizim karakterimizdir ve namusumuzu koruma hassasiyeti içinde karakterimizi koruruz.