Mücessem Rahmet

Mücessem Rahmet

Soru: 1) Allah Teâlâ, Âl-i İmran Suresi’nin 159. ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

Bu ilahî beyan zaviyesinden, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, -aslında mükemmel mümessil olduğu halde- rahmet kaynaklı mülâyemeti tam temsil edememeden dolayı insanları kaçırabileceği endişesi yaşamış mıdır? Günümüzde de her mü’min, dini temsil noktasında böyle bir endişe taşımalı mıdır?



-Mezkur ayetin meali şöyledir: “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki kendisine dayanıp güvenenleri sever” (Al-i İmran, 3/159) (00:45)

-Allah Teâlâ, Hazreti Musa ve Hazreti Harun’u (aleyhimesselam), Firavun’a gönderirken, “Ona yumuşak söz söyleyin, belki düşünür ve ürperir.” (Tâ hâ, 20/44) buyurmuştur. O iki yüce peygambere yumuşak ve tatlı bir üslupla konuşma bir emir şeklinde anlatılırken, aynı husus İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bir vasfı ve ahlak-ı âliyesinin bir buudu olarak takdir sadedinde nazara veriliyor; Peygamber Efendimiz’in bu güzel huyunu sena sadedinde, “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.” (Al-i İmran, 3/159) buyuruluyor. (03:11)

-Uhud Muharebesini müteakiben nazil olduğu nakledilen bu âyet, istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hazreti Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp istişare etmişti. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medine’de kalarak savunma harbi yapılmalıydı. Şehrin dışına çıkıp meydan muharebesi yapma taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhud’a çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki meşverette büyük bir hayır ve bereket vardır. (05:55)

-Yumuşak huylu ve gönül alıcı olmak sadece sözlerle alâkalı bir husus değildir. Bazı tavır, hal ve hareketler vardır ki, onlar da kaba ve galiz olabilir. Sırtını dönerek çekip gitmek gibi bazı tavırlar, çirkin sözler kadar kötü tesir eder. (08:08)

-Her zaman tatlı sözler söylemek ve güzel tavırlar sergilemek esastır. Ne var ki, hicap duymadan aynı hata ve kusurları işlemekte ısrar eden kimselere karşı, onları terbiye ve ıslaha yönelik tavır almak makuldür ve bu, hakkın hatırını âlî tutmanın ifadesidir. Nitekim, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ vestteslimât), “Nasıl olsa yetişirim” deyip ağırdan alan ama Tebük Kervanı’nı kaçırdıktan sonra ona ulaşma fırsatını bir daha da hiç bulamayan ve meşrû bir özrü olmadığı halde sefere katılmayan Kâ’b b. Mâlik, Mürare b. Rebî’ ve Hilâl b. Ümeyye ile elli gün kadar hiç konuşmamış, Ashab da onlara karşı tavır almışlardır. (10:08)

-Mutlaka herkese bağrını açmak ve herkesle bir münasebet yolu aramak lazımdır; şu kadar var ki, kimin ne kadar hakkı varsa, ona o ölçüde iltifatta bulunmak esastır. (13:50)


Soru: 2) İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (aleyhissalâtü vesselam) anlatıldığı makalelerde O’nun “mücessem rahmet” olduğuna vurguda bulunuluyor. O’nun ahlakıyla ahlaklanma açısından, günümüzün şartları itibarıyla, mücessem rahmet nasıl olunur? (18:15)



-Şefkat Peygamberi Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet olduğu, Kur’ân-ı Kerim’in değişik âyetlerinde ifade edilmektedir: Enbiyâ sûresindeki

وَمَآ اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

“Başka değil, Biz seni bütün âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” âyet-i kerimesi bu hakikati açıkça seslendirir. (18:37)

-Allah Rasûlü, melekler âlemi için de bir rahmettir; çünkü melekler de Allah’ın yarattığı âlemlerden bir âlemdir. Hatta Cebrail (aleyhisselâm) gibi mukarreb bir meleğin de o umumî rahmetten istifade ettiği söylenebilir. Zira Cibril, Efendimiz’e şöyle der: “Ben akıbetimden emin değildim. Kur’ân, Sana nazil oldu. Onu ben getirdim. Tekvir sûresinde,

مُطَاعٍ ثَمَّ اَمينٍ

“Göklerde ona itaat edilir, vahiyler ona emanet edilir.” denildi. Yani, Kur’ân’ı öyle bir melek getiriyor ki, o melek güçlü ve kuvvetlidir. O kadar güçlü ve kuvvetlidir ki, hiçbir mevâni ve arıza ona emanet vahyin sıhhatine dokunamaz. Aynı zamanda o, Allah’ın emirlerine itaat ve imtisal içindedir. Sonra da emindir. Akıbetinden endişe edilecek bir hâli yoktur. “İşte yâ Muhammed! Getirdiğin Kur’ân sayesinde, durumum aydınlığa kavuştu. Ben de o rahmetten istifade ettim.” (18:55)

-“Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler; hatta hayvan, emzirirken yavrusuna basmamak için ayağını kaldırır.” (Buhârî, Edeb 19) (19:20)

-Asliyet planında mücessem rahmet İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’dir. Bununla beraber, O’nun ümmetinden her fert aynı ahlakla ahlaklanabilir; rahmet duygularıyla dopdolu olup güzel sıfatları paylaşma sadedinde ve zılliyet planında rahmet-i mücesseme halini alabilir. (19:43)

-“Merhamet” iman edenlerin ayırt edici bir vasfıdır. Onlar asla katı kalbli, acımasız ve zalim kimseler olamazlar. Mü’minler, bela ve musibetlere karşı sabırlı oldukları gibi, insanlara ve bütün varlığa karşı da şefkatlidirler. Dahası, onlar her fırsatta birbirlerine merhameti tavsiye eder, toplumun safları arasında “acıma, merhamet etme, sevme ve herkese şefkatle kol-kanat germe” duygularını yayarlar. Bunu yaparken de, sadece dünyevî bir sevgi ve alâkadan bahsetmez; her fırsatta nazarları âhiretin yamaçlarına çevirir ve şefkat hislerini insanlığın sonsuz mutluluğu kazanması istikametinde değerlendirirler. Hemen her münasebetle, “Arkadaş, kabir var, hesap var, Cehennem var! Bununla beraber bir de Cennet var!.. Şu insanların ateşe doğru koşarcasına gittiklerini gördüğün halde onlara nasıl acımazsın; nasıl olur da ellerinden tutup onları Cennet yoluna koymaya çalışmazsın?!” derler. (20:45)

-Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları ebedî hüsrandan kurtarma dâvasına o kadar gönülden bağlanmıştı ki, Kur’ân-ı Kerim, O’nun bu konudaki ızdıraplarını, “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” (Kehf, 18/6) diyerek dile getiriyordu. Bir başka ayet-i kerimede de Cenâb-ı Allah, Rasûl-ü Ekrem’ine “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin” (Şuara, 26/3) şeklinde hitap etmektedir. Bu ayet-i kerimeler, hem ta’dil ve tembih hem de takdir ve iltifat ifade eden birer hitab-ı ilahîdir. Cenâb-ı Hak, Rasûl-ü Ekrem’ine adeta “Habibim, şu ilâhî mesaja kulak verip ona dilbeste olmuyorlar ve inanıp onun rehberliğinde huzur-u daimiye yürümüyorlar diye öyle üzülüyor, öyle kederleniyorsun ki neredeyse bir mum gibi eriyip tükeneceksin.” demektedir ki, bu hem çok ulvî bir iltifattır hem bir ızdırap insanında olması gereken ruh enginliğini gösterme adına arkadan gelenlere hedef tayin etme demektir. (24:47)

-Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Ben sizin görmediğinizi görüyor, duymadığınızı duyuyorum; bir bilebilseniz, gök öyle bir gıcırdayışla gıcırdayıp inledi ki!.. Zaten öyle olması gerekirdi; zira, göklerde meleklerin secdegâhı olmayan dört parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer azamet-i ilâhî adına benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kaçınır, dağ ve sahralarda çığlık çığlık Allah’a yalvarırdınız.” (25:30)

-İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (aleyhissalâtü vesselam) insanlara karşı o engin sevgi, şefkat ve hoşgörüsüyle alâkalı hadiselerden biri de Mekke’nin fethi esnasında cereyan eder: Fetih gerçekleştirildikten sonra herkes O’nun etrafında toplanır ve o Rahmet Güneşi’nin gözünün içine bakarak, kendileri hakkında vereceği kararı beklemeye başlarlar. Oysa ki, o anda bile içlerinden küçük bir grup, Müslümanların Mekke’ye girmesine karşı koymuş, kan dökmüş ve son olarak bir kere daha şiddet ve intikam duygularını körüklemişlerdir. İşte atmosferin olabildiğine gergin olduğu böyle bir anda Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), heyecan ve endişeyle bekleşen Mekkeliler’e, “Şimdi size ne yapmamı bekliyorsunuz?” diye sorar. Esasen O’nun nasıl soylu, affedici ve civanmert bir insan olduğunu iyi bilen bazı Mekkeliler, “Sen kerimsin, kerim oğlu kerimsin” şeklinde karşılık verirler. O’nun hedefi ne mal, ne mülk, ne hükümdarlık, ne de toprak fethidir; O’nun hedefi, insanların kurtuluşu ve onların kalblerini fethetmektir. İşte bu şefkat ve muhabbet insanı, düşmanlarına karşı kararını şöyle açıklar: “Size, bir zaman Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi derim: ‘Daha önce yaptıklarınızdan dolayı bugün size kınama yoktur. Allah, sizi de affeder. O, Merhametlilerin En Merhametlisi’dir.’ Gidiniz, hepiniz hürsünüz.” Aslında bu yaklaşım, “İçinizde herhangi bir burkuntu duymayın. Kimseyi cezalandırma niyetinde değilim. Herkes karakterinin gereğini sergiler. Siz, bir dönemde kendi karakterinizi sergileyip üslubunuzu ortaya koydunuz. Benim üslûbum da işte budur.” demek gibi bir şeydir. (30:27)