Muvakkat Uzlet ve Okuma Programları

Muvakkat Uzlet ve Okuma Programları

Çay Faslından Hakikat Damlaları… (00:30)



-Selim ve sâlim kalb mevzuu çok mühimdir, çünkü Kur’ân-ı Kerim onu mal ve evlâdın karşısına koymuş ve “O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder. O gün insana fayda sağlayan tek şey, (kalb-i selim) Allah’a teslim ettiği selim bir gönül olur. (Şuarâ, 26/88-89) buyurmuştur. Bağdatlı Ruhî, bu mazmunu şu mısralarla ne hoş seslendirir: “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / “Yevme lâ yenfe’u”da kalb-i selîm isterler.” (00:48)

-Nur Müellifi, “Hücumât-ı Sitte” adıyla meşhur risalesinde şeytanların en tehlikeli altı tuzağını nazara vermiş; “hubb-u cah, korku, tama’, ırkçılık, enaniyet ve tenperverlik” olarak sıraladığı şeytanî hücumlara karşı müdafaa yollarını göstermiştir. Hücumât-ı Sitte gibi çağımızın vebası sayılabilecek pek çok virüs vardır ki bunlar kalb-i selim için birer öldürücü tuzaktır. Günümüzde şöhret ve makam sevgisi, insan gönlünü felç eden şeytanı tuzakların başında gelmektedir. (01:45)

-Üstad Hazretleri bu meseleyi ifade sadedinde, “Şöhret, ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar… O belâ ve musibete düşersen,

إِنَّا لِلّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ

de, o belâdan kurtul…” diyerek bize hem şöhret afetini, hem de ondan kurtulma yolunu gösterir. (06:15)


Soru: 1) Hakiki uzlet ve makbul halvetin, halktan kaçış değil, muvakkaten yalnız kalıp donanımını tamamladıktan sonra yeniden vazifeye koşmak için bir geriye çekilme hareketi olduğu ifade ediliyor? Bu açıdan birkaç haftalık okuma programları bir nevi uzlet ve halvet sayılır mı? (10:43)



-Özellikle nübüvvet mesleğinin varisleri için halvet ve uzlet değil celvet ve ülfet esastır. İrşad erleri, kendilerine ait itibarî değerlerden sıyrılıp bütün müktesebâtlarıyla hizmete koyulmalı; ancak başkalarını ebedî mutluluğa yönlendirmek suretiyle kurtulacaklarına inanarak hep insanlarıın içinde bulunmalıdırlar. Miraç Şehsuvarı (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in veraların verasına seyahat ettikten sonra beşeri de o ufka taşımak için tekrar insanların arasına dönmesini bir ölçü kabul ederek, adanmış ruhlar da Allah’ın iman, Kur’an ve dava düşüncesi televvünlü lütuflarını başkalarını O’na ulaştırma yolunda değerlendirmeye bakmalıdırlar. (10:43)

-Bazı dönemlerde, içtimaî hayattaki çalkantılar ve özden uzaklaşmalar sebebiyle genel atmosfer insanların kalbî ve ruhî terakkileri için namüsait bir hal almaktadır. Seyr ü sülûk-i rûhâniyle hayvaniyetten çıkıp cismaniyeti bırakarak kalb ve ruhun derece-yi hayatına yükselme o türlü hallerde neredeyse imkansız olmaktadır. Umum insanların alabildiğine serâzad, oldukça lâubâli ve çok çakırkeyf bir hayat tarzına alıştıkları böyle dönemlerde, gönülleri Allah’a yönlendirmek için mecburen halvet yolunu tercih etmek gerekmektedir. Dolayısıyla, dünden bugüne benzer şartlar altında bazı mürşitler çıraklarını uzlete çağırmışlar, onlara halveti işaret etmişler ve hatta belli kaideler çerçevesinde Halvetiye mesleğini başlatıp geliştirmişlerdir. (12:40)

-Tasavvuf büyüklerinin kıllet-i kelâm, kıllet-i taâm ve kıllet-i menâm şeklinde formüle ettikleri hususlar halvetin riyâzet yanını oluştururken, onun diğer yanını da “uzlet ani’l-enâm” teşkil etmektedir. Hak yolcusu, ölçülü yeme-içme, zaruret miktarı uyuma ve çok az konuşma kasdıyla insanlardan uzak, tenha bir mekana kapanır. Allah’a kurbet kapısı sayılan bu halvethânede bedenî ihtiyaçlarını en aza indirir; hatta cismânî arzularını büyük ölçüde unutmaya çalışır.. ve gece-gündüz durup dinlenmeden sürekli zikr u fikirle meşgul olur. Halvetin temeli zikrullahtır; halvethâneye kapanan kul kendisini her türlü geçici heveslerden ve dünya nimetlerinden kurtararak Hakk’a yönelmeli ve sürekli zikirle nefes alıp vermelidir. Kimileri kırk günlük fasıllarla böyle bir yolu denerlerken bazıları da uzleti bir hayat tarzı olarak benimser ve hep halktan ayrı yaşamayı tercih ederler. (14:32)

-Günümüzde, geçici olarak geriye çekilip donanımını tamamladıktan sonra yeniden vazifeye koşan bir kerrâr hareketi ve zâhiren bir inziva ve halvet, niyette ve hakikatte ise celvete yürüme azmi esas olmalıdır. Enerji toplayıp yeniden vazifeye dönmek için “muvakkat uzlet ve halvet” diyebileceğimiz programlar yapılmalıdır. (19:28)

-“(O hâlde) bir işten boşalınca hemen (başka) bir işe koyul.” mealindeki

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ

(İnşirah sûresi, 94/7) âyet-i kerimesi, Müslümana önemli bir hareket felsefesi ve bir hayat düsturu sunuyor. Evet, mü’min her zaman hareket hâlinde olmalıdır. Çalışırken hareket, dinlenirken de hareket.. bir diğer ifadeyle o, mesaisini öyle tanzim etmelidir ki, hayatında boşluğa hiç yer kalmamalıdır. Gerçi mukteza-i beşeriyet olarak dinlenmeye ihtiyaç duyduğunda o da dinlenecektir ama böyle bir dinlenme de yine aktif dinlenme şeklinde gerçekleşmelidir. Meselâ, dimağı okuma ve yazma ile meşgul olan ve yorulan biri, dinlenirken yan gelip yatabileceği gibi, pekâlâ meşguliyet değiştirerek dinlenebilir; Kur’ân okuyabilir, namaz kılabilir, kültürfizik yapabilir, musâhabe ve mülâtefede bulunabilir ve hâkeza. Bunlarla yorulduğunda da döner tekrar kitap mütalâasına başlar. Hâsılı, sürekli hareket, sürekli iş çizgisini bir meşgaleyi bırakıp diğerine geçmek suretiyle değiştirme.. böylece “Çalışarak dinlenme, dinlenirken çalışma” metoduyla hareket etme mü’mince bir davranış olsa gerek. (23:10)


Soru: 2) Günümüz insanlarının haftada bir iki saatlik sohbetlerde ve senede on onbeş günlük tatillerde ancak biraraya gelebildiği düşünülürse, müzakere meclislerimizi ve okuma programlarımızı insanlığı bütün derinlikleriyle duyma yolunda bir uzlet ve halvet olarak değerlendirebilmemiz hangi hususlara bağlıdır? (24:53)



-Eski kamplarda arkadaşların her birisi bir köşeye çekilip, günde 200-300 sayfa kitap okurlar, grup halinde kitap okuyup değişik meseleleri müzakere ederlerdi. Bazen iki üç ay bir arada kalır, cemaatle namaz kılıp gürül gürül tesbihât yaparlardı. Hatta alıştırma maksadıyla teheccüdleri bile cemaatle kılarlardı. Ayrıca, her akşam toplu ders olurdu. Bu renklilik, okunan kıymetli hakikatlerin ülfet ve ünsiyete kurban gitmesinin önüne geçerdi. Böylece, hemen herkes kendisini daha farklı duyar ve her an yeni bir endinliğe yelken açardı. (25:30)

-Bütün boş zamanları -insanlığı kendi derinlikleriyle duyma yolunda muvakkat uzlet ve halvet yapmak suretiyle- müzakere meclisleriyle ve sohbet-i Cânan’la değerlendirmek lazımdır. (29:20)

-Ders ve müzakere meclislerinde rehberlik yapacak kimseler, anlatacakları hususlara çok ciddi hazırlanmalı; bir ders için belki on gün çalışmalı; işin sancısını çekerek meseleleri alabildiğine renkli sunmanın yollarını aramalı ve ne yapıp edip sinelerde iman hakikatleri, İslam esasları ve kalb-ruh ufku ile alakalı aşk u iştiyakın husulüne vesile olmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki, insanların gönüllerinde aşk ve heyecanın uyarılabilmesi -sebepler planında- ancak aşk ve heyecan temsilcisi mürşitler sayesinde gerçekleşir. (31:00)

-Bir mürşidin tesirli olabilmesinin vesilelerinden birisi de bildiğiyle amel ediyor olmasıdır. Asıl olan, sadece bilmek değil, aynı zamanda bildiğini uygulamaktır. Kişi bildiğiyle amel ettiği sürece Allah Tealâ ona bilmediklerini de öğretir. (35:32)

-Muhterem Hocaefendi vaaz günlerindeki ruh haletini, manevî hazırlıklarını ve kürsüye çıkacağı esnadaki mülahazalarını anlatıyor. (37:38)