Neredesin Vefa?!.

Neredesin Vefa?!.

*“Sefaletle inim inim koskoca bir dünyâ,
Bekliyor bir damla inayet, bir damla ziyâ…
Heyhat, umurunda değil bu hiçbir zâlimin!..
Kanla, gözyaşıyla çağlasa her bir deryâ…”
(00:35)

*İnsanlara, “Vefa umarken candan / Doldu gözüm hicrandan / Kaldım yaya dermandan.. / Hızlanla mı bitsin bu an?” dedirtmemek; değişik kazanımları bir vefasızlığa kurban etmemek lazım. (04:20)

*Levhalarda da var: “Vefa ya Hû!..” Ey insan, biraz vefalı ol!. Allah, kullarına vefalı olduğunu ifade ediyor:

وَأَوْفُواْ بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ

“Vefalı olup verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size karşı vefa ile muamele edip ahdimi yerine getireyim.” buyuruyor. (Bakara, 2/40) (04:45)

*Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği üzere, “İman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise, mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.” İnsan, kendi cehennemini kendisi tutuşturuyor ve insan mahiyetinde yaratılmış olma, mantık, akıl, ihsaslar, peygamber, müçtehid, müceddit, nasih, hatip… gibi itfaiyecilere yol vermiyor ki alevleri söndürsünler. (06:55)

*Recâizâde Ekrem’in ifadesiyle, “Bir kitabullah-ı a’zamdır serâser kâinât / Hangi harfi yoklasan mânâsı Allah çıkar.” Hazreti Pîr de, kâinatın satırları teemmül edildiğinde onların Mele-i Âlâdan insana gönderilmiş birer mektup olduğuna dikkatleri çekiyor.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا – مِنَ الْمَلَاِ اْلاَعْلَى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

“Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, Mele-i Âlâ’dan sana gönderilmiş mektuplardır.” Yani bu kâinatın sayfa ve satırları arasında gezen, onun kelimelerini kaldıran, harflerini yoklayan bir kimse onların manasının hep “Allah” diye haykırdığını görecek ve kendisi de Allah diyecektir. Çünkü böyle mükemmel bir sistemin başka bir şeye nispeti mümkün değildir. Gökleri ve yeri yaratıp onlarda mükemmel bir nizam kuran Allah olduğu gibi, insan mahiyetinde ve insan fizyolojisindeki ahengi temin eden de Allah’tır (celle celaluhu). Böyleyken O’nu inkâr etmek ne büyük yanlışlıktır!.. (08:25)

*İman dediğimiz tûbâ-i Cennet çekirdeğini kalbinde inkişaf ettirebilenler, kâinatın her sayfasında O’na dair ayetler müşahede ederler. Duydukça daha derinden O’nu, yanarlar cayır cayır; yandıkça “daha!” derler.. yudumlarlar kâse kâse aşk şarabını; kandıkça “daha!” derler. Neler duyar neler hissederler gönüllerinin tepelerinde; duydukça “daha!” derler.. doymazlar bir türlü sevgiye; sever-sevilirler, “daha!” derler. Onlar “daha” dedikçe Hazreti Mahbub da onlara perdeler aralar, basiretlerine görülmedik şeyler sunar ve ruhlarına ne sırlar ne sırlar duyurur. Artık onlar duyarlarsa her zaman O’nu duyarlar, severlerse hep O’nu severler, düşünürlerse O’nu düşünürler ve her şeyde O’nun cemalinden, tasavvurları aşkın cilveler temâşâ ederler. (11:24)

*İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) çok vefalıydı. Huneyn’de elde edilen ganimetleri Allah Rasûlü, daha ziyade gönüllerini İslâm’a ısındırmak istediği insanlara dağıtmış ve bazı şahıslara hususiyet arz edecek şekilde paylar vermişti. Ancak bu taksim, Ensar’dan bilhassa bazı gençleri biraz rahatsız etmişti. Hatta bazıları; “Daha onların kanı kılıçlarımızdan damlıyor, halbuki en fazla payı da onlar alıyor!” demişlerdi. Bunu söyleyenler sadece birkaç genç de olsa, eğer bu fitne durdurulamazsa, önü alınamaz bir yangın haline gelebilir ve o yangın bazılarını ebedî ateşe sürükleyebilirdi. Çünkü Allah Rasûlü’ne karşı yapılacak bir itiraz, insanı dinden, imandan edebilir ve ebedî hasarete uğratabilir. Bunun üzerine, Efendimiz hemen Ensar’ın toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. Onlara şöyle buyurdu: “Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Siz fakr u zarûret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi? Siz, birbirinizle düşman değil miydiniz; Allah, benimle sizin kalblerinizi telif etmedi mi?” Bütün bu sorular karşısında Ensar topluca “Evet, minnet Allah’a ve Rasûlü’ne!..” demiş ve hele “Herkes evine, deveyle, koyunla dönerken, siz evlerinize Rasûlullah’la dönmek istemez misiniz?” hitabını duyunca hepsi gözyaşına boğulmuşlardı. Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, “Şayet Ensâr vadiye veya geçide süluk etse ben de mutlaka Ensâr’ın gittiği vadiye ve geçide süluk ederim. Eğer hicret olmasaydı ben Ensâr`dan biri olurdum.” (13:45)

*Allah vefalı, Rasûlullah vefalı, Ashab vefalı, büyük insanlar vefalı… O yolda gidenler de vefalı olmalı ve asla vefasızca davranmamalı!.. Vefaya mutlaka vefayla mukabelede bulunulmalı!.. (16:48)

*Hazreti Mevlâna bir menkıbede Gazneli Mahmud ile onun kapısının eşiğindeki bir köpeği konuşturur: Köpek durmadan sarayın önündeki mezbelelikte eşinip durmakta, bazen hiç bir şey bulamamasına rağmen ertesi gün yine gelmektedir. Bir gün Sultan Mahmud bu köpeğe sorar: “Günlerdir bu çöplükte eşinip duruyorsun; halbuki bir şey de bulamadın, bıkıp usanmadın mı ki hâlâ aramaya devam ediyorsun?” Köpek kendi diliyle cevap verir: “Ben, bir gün bu çöplükte eşinirken bir kemik bulmuştum. İşte onun hatırına her gün buraya uğrar ve bir şeyler ararım. Belki bir gün yine bir kemik bulurum…” Evet, bu bir menkıbe olsa da aslıyla değilse bile faslıyla onun bize anlattığı çok derin manalar vardır. (19:50)

*Hayvanlar âlemi ile ilgili belgeseller çok dikkatimi çekiyor; bir taraftan insanın en vahşi canlıları bile nasıl ehlileştirdiğini, uysallaştırdığını, emrine amade kıldığını görüyor; diğer yandan bir yönüyle onlarda bile iyiliğe karşı iyilik ve vefaya karşı ciddi bir vefa bulunduğunu müşahede ediyorum. Epey evvel gördüğüm arslanlarla ilgili bir kısa film, geçenlerde gösterilen bir “kurt adam” belgeseli ve son günlerde muttali olduğum fillerle alakalı bir videoyu da gözyaşlarıyla seyrettim. (22:35)

*Vefa mevzuunda en önemli husus, vefasızlığa karşı bile vefa ile mukabelede bulunmaktır. (26:18)

*Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in Mekke Fethi’nden sonra da Medine-yi Münevvere’de kalması bir yönüyle Ensâr’a karşı vefasının ifadesidir; zira onlara şöyle buyurmuştur: “Hayatım sizinle beraber, ölümüm de sizinle beraber!..” Diğer yönüyle de hilkatine vesile mübarek toprağının Medine’den alınmış olması sebebiyledir. Evet,  Peygamber Efendimiz nur-ı evvel, Hakikat-i Ahmediye ve maneviyeti itibariyle Mekke/Ka’be ile, hakikat-i Muhammediye ve cismaniyet itibariyle de Medine ile ciddi irtibatlıdır. Bir rivayette Efendimiz, “Kimin toprağı nereden alınmışsa, medfeni orasıdır (oraya gömülür.)” buyurmuştur. Bu itibarla, O’nun toprağı, esası, fizikî yapısı da Ravza-yı Tâhire’den alınmış olabilir. İşin hakikatini Allah bilir. (27:27)