Ölüm Talebi ve Öteler Endişesi

Ölüm Talebi ve Öteler Endişesi

-Mukaddime: Kulluk, bir şehrahta (büyük cadde, şaşırılması mümkün olmayan doğru ve açık yol, otoban) yürümek kadar kolay; bir patikayı aşmak, dar bir köprüyü geçmek kadar da zordur. Sırât burada geçilir; ötede ise, burada geçilmiş sırât geçilir. (00:45)


Soru: 1) Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyevî sıkıntılardan dolayı ölümün temennî edilmemesi gerektiğine vurguda bulunurken, “Allah’ım, hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, vefat daha hayırlı olunca da can emanetini al!” mealindeki duayı talim buyuruyor. Hayatın bir gayeye bağlanması ve ölüm hakikati zaviyesinden bu duayı nasıl anlamalıyız? (06:18)



-Enes ibn Mâlik (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

لاَ يَتَمَنَّيَنَّ أَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ أصابهُ، فَإن كان لاَ بُدَّ فَاعِلاً فَلْيَقُل
اللَّهُمَّ أَحْيِنِي مَا كانت الْحَيَاةُ خَيْرًا لِي، وَتَوَفَّنِي إذا كانت الْوَفَاةُ خَيْرًا لِي

“Başına gelen bir musibetten dolayı hiçbir kimse ölmeyi istemesin. İllâ bir şey söyleyecekse, şöyle desin: “Allah’ım, hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, vefat daha hayırlı olunca da can emanetini al!” (Buhârî, Merda 19; Müslim, Zikir 10) (06:50)

-Sadakat nişanesi Hazreti Yusuf’un onca çilenin akabinde Mısır’ın azizliğine ulaştıktan, anne-babasına kavuştuktan, kardeşleriyle buluşup barıştıktan sonra, en mesut ve bahtiyar olduğu bir anda ölümü istemesini ve “Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı, dürüst insanlar arasına dahil eyle!” demesini, vazife tamam olunca gözlerini âhiretin yamaçlarına dikme.. Cenâb-ı Hakk’a vuslatı arzu etme.. ve ilahi aşk u iştiyakla dolup bir an evvel O’na mülaki olmayı isteme şeklinde anlamak lazımdır. Ayrıca, ölüm talebinin onun şeriatında caiz olduğu da düşünülebilir. (07:40)

-“Likâ”; kavuşmak, buluşmak ve görüşmek manalarına gelen Arapça bir kelimedir. Özellikle tasavvuf ıstılahı olarak çokça zikredilen “likâullah” tabiri ise; Allah’a kavuşmak, Cenâb-ı Hakk’ın vuslatına ermek ve Cennet’te “Cuma Yamaçları”ndan Mevlâ-yı Müteâl’in o güzellerden güzel cemaliyle şereflenmek demektir. Belki de en büyük sabır; likâullaha aşk u iştiyak ile yanıp tutuşan ama henüz “gelebilirsin” davetini almadığından dünya zindanına katlanan hakikat âşıklarının vuslata karşı dişini sıkıp dayanma sabrıdır. Sürekli öteler iştiyakıyla nefes alıp veren Hak dostlarının, vazifelerini tamamlayana kadar dünya hayatına katlanmaları ve gönüllerindeki vuslat arzusunu mesuliyet duygusuyla bastırmaları en zor sabırdır. Böyle sabır kahramanlarının hayatları hayırlıdır ve yaşamaları faydalıdır. (09:50)

-Şefkat Peygamberi, Mi’râç’tan dönerken başta peygamber vârisleri asfiyâ olmak üzere bütün ümmeti için geçtiği kapıları aralık bırakmıştır. Efendimiz melekût âlemini seyerân eylemiş, daha sonra urûcunu, nüzulle taçlandırmış ve ümmetini Cenâb-ı Hakk’a götürmek için geri gelmiştir. Büyük velilerden Abdülkuddüs Hazretleri demiştir ki: “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Mi’râç’ta gökler ötesi âlemlere gitti, Sidretü’l-Müntehâya ulaştı, Cenâb-ı Allah’la konuştu. Fakat, Cennet’in câzibedâr güzellikleri O’nun başını döndüremedi, bakışlarını bulandıramadı. Döndü, ümmetinin arasına geri geldi. Allah’a yemin ederim, eğer ben oralara gitseydim, o mertebelere ulaşsaydım, geriye dönmezdim!..” Bunu değerlendiren bir büyük zât ise, “işte nebi ile veli arasındaki fark” diyerek önemli bir hakikate işaret etmiştir. (11:45)

-Hayat, yüksek bir gayeye, o gaye de Allah’ın rızasına bağlanmalıdır. Bugün hayatın adanabileceği en yüksek gaye, Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm)’ın mesajlarının dünyanın her yanına ulaştırılmasıdır. Evet, benlik çukurlarında sürüklenmek istemiyorsanız, böyle büyük bir gayeye dilbeste olmalısınız… Düşmemeniz ve Allah’ın sizi düşürmemesi için, yüce mefkurenizi gerçekleştirmeye kendinizi adamalı, varlığınızı o işe vakfetmeli ve hayatınızı onunla hayırlı hale getirmelisiniz. (15:47)


Soru:2) Marûf-u Kerhî ve Şah-ı Nakşibend Hazretleri gibi büyükler, “Hasbunallahu ve ni’me’l-vekîl – Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir!” ayetinden mülhem “Hasbiye” dualarında, din ve dünya umuruyla alâkalı hususlarda Allah’a sığınmanın yanısıra, ölüm, kabir, mahşer, hesap ve Sırat’ın zorluklarına karşı da Cenâb-ı Hakk’ın havl ve kuvvetine iltica ediyorlar. Bu türlü hasbiyelere ve onların seslendirilmesi sırasındaki mülahazalara dair düşüncelerinizi lütfeder misiniz? (20:08)



-Ma’rûf-u Kerhî hazretleri de Abdülkadir-i Geylanî, Akîl Menbicî, Hayat bin Kays el-Harranî, Ebu Hasan el-Harakanî, İmam-ı Rabbânî ve Hazreti Bediüzzaman gibi tasarrufu devam ettiğine inanılan insanlar arasında sayılır. Hazreti Üstad, Barla Lahikası’nda şöyle buyurmaktadır: “Saniyen: Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs’ın hususî İsm-i Âzamı, “Yâ Hayy” olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü’l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs’tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne’l-evliya meşhur olmuştur.” (20:48)

-Marûf-u Kerhî ve Şah-ı Nakşibend Hazretleri gibi büyükler “hasbiye” diye bilinen dualarında -bazı kelime farklılıklarıyla- şöyle tazarru ve yakarışta bulunmuşlardır:

حَسْبُنَا اللّٰهُ الرَّحِيمُ عِنْدَ السَّـامِ ‏*‏ حَسْـبُنَا اللّٰهُ الرَّؤُفُ عِنْدَ الْمَسْئَلَةِ فِي الْجَدَثِ ‏*‏ حَسْـبُنَا اللّٰهُ الْكَرِيمُ عِنْدَ الْحِسَـابِ ‏*‏ حَسْبُنَـا اللّٰهُ اللَّطِيفُ عِنْدَ الْمِيزَانِ ‏*‏ حَسْبُنَا اللّٰهُ الْحَكِيمُ عِنْدَ الْجَنَّةِ وَالنَّـارِ ‏*‏ حَسْبُنَا اللّٰهُ الْقَدِيرُ عِنْدَ الصِّـرَاطِ ﴿حَسْـبِيَ اللّٰهُ لاَ إِلٰــهَ إلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُـوَ رَبُّ الْـعَـرْشِ الْـعَـظِـيـم﴾

“Ölümün sıkıntılarına maruz kaldığımızda -kullarına hep hilm ile muamele eden- Allah bize yeter. Kabirde aşılması gereken bir akabe olan sorgu-sual esnasında -şefkati engin- Allah bize yeter. Kıyamet koptuktan sonra yeniden dirilme ve hayatın hesabını vermek üzere toplanma vaktinde -rahmeti sonsuz- Allah bize yeter. Amel defterlerinin uçuşup durduğu hesap hengamında ve herkesin yapıp ettiklerinin tartıldığı o dehşetli anda -çoğu zaman sürpriz ikramlarla kullarını sevindiren- Allah bize yeter.. ve Sırat’tan selametle geçip ebedî saadet yurduna girme mevzuunda -her vakit bütün mahlukâtın ihtiyacını görüp gözeten- Allah bize yeter. Rasûl-ü Ekrem’ine “Allah bana yeter. O’ndan başka mabud yoktur. Ben yalnız O’na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş’ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.” (Tevbe, 9/129) diyerek Kendisine sığınmasını talim buyuran Allah dünyevî ve uhrevî her ihtiyacımıza karşı bize yeter. (22:35)

-Hayatını ibadetle geçiren Esved b. Yezîd en-Nehaî vefat ederken çok korkuyor ve çok ağlıyor. Gelip diyorlar ki; “Nedir bu hıçkırıklar, günahlarından mı yoksa ölmekten mi korkuyorsun?” Bunun üzerine o büyük Hak dostu, “İnne’l-emra ciddün – Hayır hayır, iş çok ciddi; ben günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” diyor. Vefat ettikten sonra rüyada görüyorlar; “Orada ne muamele gördün, nasıl karşılandın?” diye soruyorlar; “Vallahi, nübüvvet’le aramda dört parmak bir mesafe kalmış gibi muamele ettiler.” cevabını veriyor. Evet, korkmayanın akıbetinden korkulur; endişe duymayanın akıbetinden endişe edilir. İşte, o büyük Hak dostları neticede kaybetme korkusuyla kıvrana kıvrana yaşadıklarından dolayı zaman zaman bir nevi reca kalkanına sığınmış ve “Allah bize yeter!” diyerek soluklanmışlardır. (24:00)

-Kabir suali, bazı kimselere çok kolay gelecek olsa da aslında ekser insanlar için çok zor bir imtihandır. Risalelerde o imtihanda başarılı olmuş bir talebenin menkıbesi şöyle anlatılmaktadır: “Sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesi, vefat edip kabirde Münker ve Nekir’in: “Men Rabbüke” (Senin Rabbin kimdir?) diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip nahiv ilmiyle cevap vererek, “Men, mübtedâdır; Rabbüke, onun haberidir. Müşkül bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır.” diyerek, hem o melâikeleri, hem hazır ruhları, hem o vâkıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfü’l-kubur velîsini güldürdü ve rahmet-i İlâhiyeyi tebessüme getirdi.” (27:05)

-Hadisçiler arasında “Bitâka” (üzerinde bir not yazılı olan küçük kağıt ya da kart) hadîsi olarak bilinen bir nebevî ihbarda Cenâb-ı Hakk’ın merhameti şöyle nazara verilmektedir: Bir insan (kıyamet günü) getirilir. (Terazinin) bir kefesine onun amellerinin yazıldığı doksan dokuz defter konulur; her biri göz alabildiğine uzundur. Diğer taraftan üzerinde “Lâ îlâhe illallah” yazılı bitâka da getirilir. O kimse sorar: Ey Rabbim, bu defterlerle birlikte bu kağıt nedir? Allah Teâlâ buyurur: Muhakkak ki sen haksızlığa uğratılmayacaksın! Sonra, o bitâka, terazinin bir kefesine konulur. Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselam) buyurur ki: O kağıdın karşısında defterler çok hafif kaldı. (29:33)

-Hâsılı, büyüklerin hasbiyelerini, akıbet endişesiyle tir tir titreyen bir Hak dostunun imkânlarının sınırlılığını, iradesinin yetmezliğini acz u fakr iniltileriyle dile getirmesi.. Hakk’ın sonsuz kudretiyle ümidi şahlandırması.. nâçâr kaldığı yerde kendisine sürpriz bir şekilde bir kapı aralanacağı recâsına sarılarak,
“Kerem kıl, kesme sultanım keremin bînevâlerden
Keremkâne yakışır mı kerem kesmek gedâlerden”
(M. Lütfi)
demesi ve en miskin bir dilenci gibi hâlini, o her şeye nigehbân Rabbine arz etmesi şeklinde anlamak ve sürekli tekrar etmek uygun olsa gerektir. (31:20)