Perdeler ve Hidayet

Perdeler ve Hidayet

Soru: Eserlerde “En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.” deniliyor. Bu zaviyeden,

اَللّٰهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ، وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلًا وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ


duasındaki “hak” ve “bâtıl” mefhumlarının şümûlü adına neler söylenebilir? Hakkın hak olarak görülmesinin önündeki hicaplar nelerdir? Bu perdeler nasıl aşılabilir?



-Me’sûrattan olan ve değişik evrad u ezkar içinde de zikredilen bu duayı, hususiyle Nakşîler gibi turûk-u âliyeden bazıları, çok önemli bir vird olarak görmüş, bazı Allah dostları talebelerine bunu talim etmişlerdir. “Hicabın kaldırılması”; insanın hakka uyanması ve gözünün hakka açılması mânâlarına gelir; kulun “Allah” diyebilmesi, dolayısıyla da iman edebilmesidir. Bunun ötesinde, hidayete girme, hidayete girdikten sonra hidayette derinleşme; hidayetin semerelerini ve hidayetsizliğin akıbetini görme, biriyle recâyı soluklama, diğeriyle havfı yaşama.. hülasa mertebe mertebe, kademe kademe, hidayette derinleşme vardır. Seyr u suluk-i ruhânîde kat’-i merâtib ederken, değişik hakâikin ceste ceste insana inkişaf etmesi meselesi, perde ve hicapların kalkmasıyla ilgilidir. (01:00)

-İman, İslam ve İhsan. Bunlardan her birine uyanma, bazı perdeleri aşmakla mümkündür. Mesela, nazarî akılla Allah bilinemez; O’nun gerekli şekilde bilinmesi, ibadet u taate bağlıdır. İman ancak İslam esâsâtını yaşamayla, diyanetle, başka bir ifadeyle dinin hayata hayat kılınması ile inkişaf eder. Daha sonra ihsan ufkuna da farklı bir kısım perdelerin yırtılması neticesinde ulaşılır. (05:40)

-“Hicab”ı, tek bir perde gibi anlamamak lazım. Mesela; aksine ihtimal vermeyecek şekilde, iki kere iki dört eder katiyetinin üstünde “Allah var” hakikatına inanma, O’nu öyle görme ve öyle bilme pek çok perdenin kaldırılmasına vâbestedir. O’na bu ölçüde bir teveccüh de, O’nun ona göre bir teveccühüne vesile olur. Bir kudsî hadiste, Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: “Kulum bana bir adım attığı zaman, Ben ona gezerek giderim. O Bana gezerek geldiğinde, ben ona koşarak giderim. Ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum…” Hadisteki bu ifadeler, sizin O’na yaklaşmanıza karşılık O’nun teveccühünü ifade etme sededinde serd buyurulmuş mecazi ifadelerdir. Söz konusu mertebeler ise, yakınlığın değişik seviyelerinde, yırtılan farklı farklı perdelerden içeri girmelerin neticesidir. (09:20)

-Hicapların yırtılması adına günde yüz defa


اَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ، وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ


desek sezâdır. Hak, doğru ve sabit demektir. Hak, aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın bir isminin tecellisidir. Mehmet Akif’in deyişiyle: “Hâlık’ın nâmütenâhi adı var en başı Hak / Ne büyük şey kul için, hakkı tutup kaldırmak.” (10:55)

-Bu dua, “Allahım, –mahiyet-i nefsü’l-emriyesi itibariyle her neyse ve nezd-i uluhiyetinde neye tekâbül ediyorsa– hakkı bize işte o şekilde hak olarak göster.. bize bâtıl karşısındaki hakkı göster; o işin içinde hiç bâtıl olmasın ve ona tabi olmakla bizi rızaklandır!” demektir. Nitekim, zıdd-ı lâzımının zikredilmesiyle mesele tavzih edilmiş; “Bâtılı da bâtıl olarak göster ve bize ondan gereğince kaçınmayı lutfet” denilmiştir. (12:33)

-Hicap.. hicap ötesi hicap.. hicap ötesi hicap… Hicap var hicaptan içeru… Bütün bu perdelerin yırtılması, iman, amel-i salih ve ihsan şuuruyla, Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde gösterilen hakikatlerle mümkündür.. (13:25)

-“Allahım! Hakkı bize -hak neyse, mahiyet-i nefsü’l-emriyesine uygun şekilde- hak olarak göster. Senin yolunda canımızı vermemizse, bize o hakkı öyle göster. Yurdumuzu yuvamızı, evimizi barkımızı terk ederek başka yerlerde i’lâ-yı kelimetullahta bulunmamızsa, bize hakkı öyle olarak göster, vicdanlarımıza öyle duyur!” Ve bunun karşılığında “Bâtılı da bize bâtıl olarak göster. Bâtıl neyse, neye bâtıl diyorsan, onu öyle görmeye ve ondan ictinâba bizleri muvaffak kıl!” Bâtıl, dalalettir, gazab-ı ilahiye –hafizanallah- maruziyettir; doğru yoldan, şehrahtan dışarıya çıkmaktır. Denebilir ki, bu duada teslimiyet var; işin içinde a’lâya taleb var; işin içinde kötü olan hüsrandan ictinab arzusu var; işin içinde Cenâb-ı Hakk’a teveccüh-ü tâmm var. (15:49)


Soru: Mezkûr duadaki “hak” mutlak manada İslâm mıdır; insanın, cadde-yi İslâmiyede bulunmasına rağmen bâtıl peşinde olması söz konusu mudur? (17:00)



-Hak, İman ve İslam esasları içinde, Sünnet-i sahîhadaki beyân ve açılımlarında aranmalı. İslam’a “hak” demek, yanlış bir şey değildir. Ancak böyle bir yaklaşımla hakkın bir yönünü ifade etmiş olsak da, diğer yanını, yani İman, İslam ve ihsanın inkişaf ettirilmesini, meselenin mahiyet-i nefsü’l-emriyesine uygun ortaya konmasını ihmal etmiş sayılırız.. (17:10)

-Hiç kimse hâli ve akıbetinden emin olmamalı. En zirvede bulunan insan bile –hafizanallah– devrilebilir. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ile diz dize oturup vahiy katipliği yapan insanlardan daha sonra irtidat ederek Efendimiz’in karşısına çıkan kimseler vardır. Bu açıdan hiç kimse akıbetinden emin olmamalı, bilakis korkmalı. Akıbetinden korkmayanın akıbetinden korkulur. (19:55)

-Akıbetinden emin olma, küfür yolunda atılmış çok tehlikeli bir adımdır. Allah’tan ümit kesmenin unvanı olan yeis de o ölçüde şeytan istikametinde atılmış bir adımdır. İkisinin ortası, Cenâb-ı Hakk’a karşı çok saygılı olmak, yaptığı en büyük şeyleri -İstanbul’un fethi de olsa- “bir şey yaptım diyemem” mülahazası içinde görmek ve ona uygun hareket etmektir. (25:45)

-Günümüzün insanlarından ciddi yeis içinde olan kimse görmedim. Fakat, kendini salmış, serâzâd ve akıbetinden endişesiz “yığınlar” çok!.. (26:35)

-Safiyyullah olan Hazreti Âdem’e bile şeytan “madik” atıyorsa, hiç kimse kendisinden emin olmamalı. Hadd-i zatında, akıbet endişesiyle yaşamak güzel bir şey. Çünkü böyle bir endişe, sizi sürekli O’na teveccühe sevk eder. O’na her teveccühünüzde ve O’na doğru yükselmedeki her helezonda, bir basamak daha yukarı çıkar ve Allah’ın başka bir lütfuyla serfiraz olursunuz. (27:40)