Şefkatin Gereği ve Beyanın Edebi

Şefkatin Gereği ve Beyanın Edebi

(Not: Muhterem Hocamızın, önemine binaen birkaç hususu hatırlattığı iki günlük çay fasıllarının ilgili bölümlerinden hazırlanan bu sohbetin başında “soru” bulunmamaktadır.)



-Ruh ve mana köklerimizde kin ve nefrete yer yoktur; biz herkesi insanlığa davet ediyoruz. Genetiğimiz senelerce araştırılsa, bizde bulsalar bulsalar şefkat, mülayemet ve “gel gel, kalbimizde otur” mülahazasını bulurlar. (00:43)


-Biz herkesin hidayetini diliyor ve herkesin Cennet’e girmesini arzu ediyoruz; başımızı yere koyup ellerimizi Ulu Dergah’a açtığımız zaman “Allahım, kalblerimizi ve bütün insanların gönüllerini imana, İslam’a, Kur’an’a aç!” diyor ve topyekün insanlığın kurtuluşu için dua ediyoruz. Çünkü mesleğimizin temel disiplinlerinden biri şefkattir ve şefkat bizim imanımızın tabii neticesi, inançlarımızın olmazsa olmaz şartıdır. (02:02)


-Haiti’deki deprem hepimizi sarstı, gözlerimizi yaşarttı. Oradaki insanlar bizimle aynı dini ve inançları paylaşmasalar da, onlar bir manada potansiyel olarak Allah’ın ahsen-i takvimine mazhar insanlardır ve onlara karşı şefkat de sanat-ı ilahiyeye karşı saygının gereğidir. (05:11)


-Nazari planda kalan ve sadece sözü edilen şefkat, gerçek şefkat değildir; hakiki şefkat, herkesin malik olduğu kabiliyet ve imkanlarla insanlığın imdadına koşmasını sağlayan müessir hissin adıdır. Kalem erbabı hâlis satırlarıyla, şairler gayeli mısralarıyla, edipler hakikatin gölgesi hikaye, tiyatro ve romanlarıyla, televizyoncular mefkure yörüngeli dizileri ve programlarıyla, sinemacılar mana buudlu filmleriyle beşerin ebedi kurtuluşuna hizmet etmelidirler ki hakiki şefkati ortaya koymuş olsunlar. (07:26)


-Acıma hissiyle kıvranma ve hamasi sözlerle ağlayıp sızlama yeterli değildir; insanlığın haline acıyıp hüzünle deli gibi koridorlarda dolaşacağına, insanlar arasında koşmalı, elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmalı ve samimi sesini-soluğunu onlara duyurmalısın. (10:24)


-Zât-ı Ulûhiyet’in Kur’an’a uygun olarak tanıtılması, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in yüce şahsiyetinin, güzel ahlakının, bereketli hayatının anlatılması ve hakikatlerin insanlara doğru şekilde ulaştırılması da şefkatin bir yanını teşkil etmektedir ki, bu başta ilahiyatçılar olmak üzere bütün müslümanların vazifesidir. (12:09)


-Allah Rasûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) dâhi denir mi? Fetânet ile deha arasında nasıl bir fark vardır? (19:22)


-Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatu vesselam) Efendimiz’in ve O’nun mesajının gönüllere duyurulmasıyla kıyaslanınca İstanbul’un fethi gibi büyük bir iş bile tâli bir mesele sayılır. Herkes kendi kabiliyetlerini Allah Rasûlü’ne, Kur’an-ı Kerim’e ve kendi değerlerimize karşı kalblerde heyecan uyarma istikametinde kullanmalıdır. (20:27)


-Sana göre olamadık ya Rasûlallah!.. (27:28)


-Bazı  mülahazalar vardır ki, dil onları taşıyamaz. O mülahazaların ruhu sardığı anlarda sükut ederek içten içe “Hâlim Sana ayan!..” demek, süslü cümlelerle Cenâb-ı Hakk’a seslenmeken çok daha derincedir. (29:35)


-İnsan, normal beyanlarında bile mefhumun iç musikisini sözlerine aksettirmelidir. Kur’an-ı Kerim’i gönülden okuyan mü’minler ayetlerdeki iç musikiyi de duyabilirler. Maalesef, Kur’an’ın bu üslubundan nasipsiz kimselerin beyanlarında o iç musikiye rastlamak mümkün olmuyor; onlar, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz ile alâkalı bir meseleyi anlatırken bile sıradan bir hadiseden bahsediyormuş gibi ruhsuz ruhsuz konuşuyorlar. (32:45)


-Hazreti Aişe’ye (radiyallahu anha) “anam” derken bile “Sen kim oluyorsun ki bana anam diyorsun?” der diye endişe duyuyorum ama başka tazim ifadesi bilmediğimden “anam” diyorum. Yoksa, bütün mü’minlerin annesine kendi anama hitap ettiğim gibi hitap edemem. Ondan bahsederken, kendi annemden bahsediyormuşum gibi rahat olamam. Onun hususiyetini düşünmeye mecburum. (39:47)


-Evet, bir beyanın gönüllere tesir edebilmesi için onun iç musikiye sahip olması şarttır. Konuşan insan, -Kur’an-ı Kerim’in kıyameti anlatırken ya da şeytanın vesveselerini nazara verirken kullandığı üslubu esas alarak- kendini anlattığı mevzunun içine salmalı ve tasvir ettiği hadisenin her sahnesini yaşıyormuş gibi konunun içine dalmalıdır ki muhatabına müessir olabilsin. (40:47)