Şiddet

Şiddet

Soru: 1) Son dönemde ülkemizde özellikle doktorların ve öğretmenlerin dövülmesi, hemen her bahaneyle insanların birbirinin üzerine yürümesi, kavgaya girişmesi ve stadyumların adeta savaş alanına dönmesi toplumda şiddetin gitgide yaygınlaşmakta olduğu endişelerini artırdı. Şiddetin sebepleri ve çözümü adına neler söylenebilir?

-Bazı insanlar deha ve fetânet güçlerini şeytanın emrine vermiş gibi sürekli kötülük planları yapıyor ve her gün elli türlü cürüm sergiliyorlar. Böyle bir toplumda arızalar bir kanser gibi ele alınmalı; toplum bünyesi yere serilmeden -Allah öyle bir akıbetten muhafaza buyursun- ameliyat mı, kemoterapi mi, radyoterapi mi, her ne uygulanması lazımsa, çok iyi teşhis ve tesbit edilip bir an evvel teşebbüse geçilmelidir. (01:25)

-Doktor ve hemşire gibi sağlık görevlilerinin dövülmesi, bir yönüyle toplumun muvazenesini kaybedip şirazeden çıkmasının neticesidir. Tabii ki insanlar arasında istikâmet üzere olanlar, kendi değerleri adına kalbi tir tir titreyenler ve dinin temel disiplinlerine karşı saygılı yaşayanlar çoktur. Fakat, insanî değerlerin ve birbirimize karşı saygımızın hırsızlığa maruz kalmasından/çalınmasından bu yana her meseleyi birbirine diş göstermekle halledebileceğini zanneden insanların sayısı da az değil. (03:15)

-Toplumsal problemlerin çözümü eğitimden geçmektedir. Bunun için mine’l-bâb ile’l-mihrab, anaokulundan doktora eğitimine kadar her seviyede müfredat programlarının gözden geçirilmesi lazımdır. Evrensel insanî ilkeleri, ruh ve mana köklerinden aldığımız disiplinleri ve yüzyıllar boyunca besleyip geliştirdiğimiz bizi biz yapan değerleri topluma kazandırabilecek bir müfredat programına ciddi ihtiyaç var. (04:12)

-Son dönemde stadyumların içinde ve çevresinde meydana gelen hadiseler kat’iyen sıradan ve rastgele olaylar değildir. Bir kısım provokatörlerin insanların malına, canına, ırzına kastetmeleri ve yakıp yıkarken bile ağlayıp inlemeleri, bazı medya mensuplarının da onları müdafaaya girişmeleri, masum ve mağdur gibi göstermeleri, böylece hadiseleri körüklemeleri asla rastlantıya verilmemelidir. Bunların hepsi büyük ya da küçük dairede birilerinin planıdır ki, maksatları da bu milletin muvazene unsuru olma yolundaki yürüyüşünü engellemek ve derlenip toparlanmaya durduğu bir dönemde çelme takıp onu yeniden devirmektir. (07:12)

-Her şeye rağmen insanları bir kere daha insanlığa çağırmak ve beraber yaşama kültürünü güçlendirmek lazım. Bir münkeri görünce eliyle veya diliyle müdahale etmesi, ya da en azından kalbiyle o işe karşı tavır belirlemesi mü’minin şiarıdır. Gönümüzde el ile müdahale devletin vazifesidir. Fakat gücü yetiyorsa ve imkânlar el veriyorsa dil ile nasihatlerde bulunmak, şayet bu mümkün olmuyorsa çirkinlik karşısında memnuniyetsizliğini kalbî alakayı kesmek suretiyle ortaya koymak inanan herkesin yapması gereken bir vecibedir. (14:28)

-Bu konuda en zor olan da, haysiyet ve onurla oynadıkları ve insana dokundurdukları zaman aynıyla mukabele etmemektir. Nâilî’nin dediği gibi “Yıkanlar hâtır–ı nâşâdımı yâ Rab şâd olsun / Benimçün nâmurâd olsun diyenler bermurâd olsun” diyebilmek; “Allah’ım, şad olmayan şu gönlümü yıkanlar şad olsunlar; benim için ‘Murada ermesin!’ diyenler muratlarına ersinler!..” dileğinde bulunmak zorlardan zordur. Fakat, bize düşen; biraz mülayemet.. biraz yumuşaklık!.. (17:22)

-Geçen gün birisi sürç-ü lisan etti veya düşünerek yaptı, ya da ajandasında o mülahaza vardı, o duyguyu depreştirecek ve onu ortaya dökmesine sebebiyet verecek bir hadiseyle karşı karşıya kalınca gönlündekini kaçırdı. Kur’an-ı Kerim’in, bazıları hakkında Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır. Göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür.” (Âl-i İmrân, 3/118) buyurduğu gibi, demek ki irade o duyguları sinede bastırmaya yetmedi. Fakat, her şeye rağmen, “Siz bir şey yaptınız ama herhalde o yaptığınız şeyden siz de memnun olmadınız. Şöyle böyle özür dilemenizden de belli, memnun olmadınız!..” demesini bilmek lazım. Belki meselenin en zor yanı da budur; fakat ısırdığı zaman bile insana bir gül uzatmasını bilmek erdemdir. Evet, bize, hadiselerin üzerine biraz mülayemetle gitme, olumsuz şeylere karşı olumsuzlukla mukabelede bulunmama, asla kötülük düşünmeme ve kötülük planları peşinde koşmama; belki strateji kabiliyetimizi, kin ve nefretin nasıl baskı altına alınıp kardeşçe el ele tutunma atmosferinin nasıl sağlanabileceğini belirleme istikametinde kullanma, hâsılı her ne olursa olsun karakterimize uygun insanlığı ortaya koyma yakışır. (18:39)

-Hastanın hekime, öğrencinin hocaya, bazı askerlerin kendi milletine şiddet uygulamaması ve herkesin birbirine karşı saygılı olması topyekün bir toplumun yeniden kendi şeklini kazanmasına, hüviyet-i asliyesini bir kere daha elde etmesine ve kendi ahlakıyla ahlaklanmasına bağlıdır. (23:30)

Soru: 2) Hastanelerde yaşanan hadiselerde doktorlar çok ciddi hedef tahtası haline getiriliyorlar. Özellikle doğum ve ölümlerde Allah’ın takdiri bütünüyle unutulup doktor iyileştirmek zorundaymış gibi bir beklenti görülüyor. Doktorlara ve hastalara bakan yönleriyle meseleyi değerlendirir misiniz? (26:36)

-Değerler manzumesinden kopmuş bir toplumda daha anne karnındayken anomali olduğu ortaya çıkan bir bebeğin hesabının dahi doktora sorulması normaldir. Oysa en mâhir doktorun elinde en yakınlarının öldüğü de vâkîdir. (27:00)

-Allah’a, kadere ve âhirete iman mevzularındaki problemlerden ve çok geniş dairede yaşanan bir kopukluktan dolayı bazı kimseler doktoru da hemşireyi de tehdit ediyor ve şiddete başvuruyorlar. Toplumun her ferdi böyle değildir, onları kınayan bir hayli insan vardır; fakat feverana, patlamaya çatlamaya müsait fertlerin ve onları kullanan bazı çevrelerin olduğu da bir gerçektir. (29:48)

-Şiddet problemini kaba kuvvetle ve maddî cezalarla önlemek mümkün değildir; insanları insanlığa yükseltmek ve kendilerine kendilerini duyurmak lazımdır. Herkesi o ufka ulaştırmak mümkün olmasa da bu başarılabildiği ölçüde şer dairesi daralır. (30:48)

-Yirmi küsur hastalığım var; günde belki kırk ilaç alıyorum. Türkiye’de çok hastaneye gittim. Ben de çok tahkir görmüşümdür. Bir röntgen çekimi esnasında bazı hassasiyetlerim sebebiyle “Şu değil de bu yapsın!” talebimin bile kabalıkla karşılandığını ve saygısızlıklara maruz kaldığımı hatırlıyorum. Burada da belki değişik yerlerde yirmi kadar hekime gittim; tek bir yerde bir cildiyeci ciddi meşgul olmadı. Fakat, genelde alâkadar oldular ve çok nazik davrandılar. Askerde bir hırsızlık vakası sebebiyle herkes aranırken subayım bana da “Aç üstünü başını!” deyince “Komutanım, avret mahallimi annem bile görmedi” demiştim de, “Sen gir yatağına!” deyip bırakmıştı beni. Hastanede bir defa açmışlardı da çok sıkıldığımdan vücudum hep çıban olmuştu. Burada anjiyo olurken bu hassasiyetimi dile getirince hiç itiraz etmediler, hemen bir erkek vazifeli getirdiler. İşte bunlar, Hipokrat yeminiyle falan olmaz, ahlaka vâbestedir. (31:34)

-Bazı hekimlerin abûs olmaları toplumda da onlara karşı ekşimeye sebebiyet vermiş olabilir. Fakat, tenzih ederim, bütün hekimlerimiz öyle değildir. Hele bizim ruh ve mana köklerimizden gelen usâreyle beslenenler kat’iyen öyle değildir. Onlar hastaları kardeşleri gibi bilirler ve bir insanı sağlığına kavuşturdukları zaman adeta bayram ederler. (33:52)

-Öyle inanıyorum ki, sağlık çalışanları, insanların ağrısını sızısını dindirme, onlar için yararlı olma ve onları tedavi edip iyiliğe ulaştırma sayesinde bir ilahiyatçıdan, bir din adamından ve bir vaizden daha hızlı Allah’a yükselebilir ve hiç farkına varmadan dikey olarak Allah’a ulaşabilirler. (34:27)

Çay Faslından Hakikat Damlaları: Çaldılar.. Aşkımızı da Çaldılar!.. (35:38)

-Edebiyatımızda iz bırakan pek çok kadın şairimiz de olmuştur; fakat, onlar arasında Leyla Hanım ve Fıtnat Hanım serkâr gibidirler. (36:14)

-İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gönülden bağlı olma bir mazhariyettir. O’nu anınca tepeden tırnağa kadar onu duymak, duyamıyorsa ısrarla duyma peşinde olmak lazımdır. Aynı zamanda, gönlünün derinliklerinden feveran eden bu duyguyu, herkesin içindeki hisleri tetikleyebilecek mükemmel kelimelerle ve güzel bir üslupla ifade etmek de çok önemlidir. (37:00)

-Hasan Basri Çantay, “Sevdim Seni” derken ne hoş söyler. Şu kadar var ki, bir yerde, “Gül yüzlü melekler Sana hayran diye sevdim” der. Aslında O’nun sevgisi hiçbir şeye bağlanmamalıdır. (38:56)

-Tahiyyât’ta “Es-selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyu ve rahmetullahi” derken kendini Muvacehe’nin önünde duruyor gibi görme ve “Kendimi bildiğimden beri, aç bir kedinin, ayaklarımın dibinde dolaşıp benden bir şey beklediği gibi, ömür boyu hep kemik atmanı bekledim.” mülahazalarıyla dolma… İşte, insan kendini hep böyle hissetmeli!.. (40:16)

-Sermest-i câm-ı aşk olan Molla Câmi ne güzel söyler: Yâ Rasûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennet’e girseydim. Onun Cennet’e, benim Cehennem’e gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı Kehf’in köpeği; ben ise Senin Ashâbının köpeği!..” (41:17)

-Bir dönemde imanımızı da çaldılar, hislerimizi de çaldılar, aşk u heyecanlarımızı da çaldılar, gözümüzün yaşını da çaldılar, o uğurda hırz-ı can etme duygularımızı da çaldırlar.. çalmadık bir şey bırakmadı, belki bizi bütün değerlerimize züğürt bıraktılar!.. Cenâb-ı Hak yeniden o hisle kalblerimizi şahlandırsın!.. (42:30)