Cuma Hutbesi: Hayatın Gayesi

Cuma Hutbesi: Hayatın Gayesi
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Share

Paylaş

Bu hayatın yaşama külfetine değip değmemesi büyük ölçüde, varlığın gayesinin bilinip bilinmemesine bağlıdır. Hatta diyebiliriz ki; varlık ve insan mülâhazamızın zaman zaman bize hatırlattığı hayat muamması, daha çok duyularak, hissedilerek, yaşanarak, belli ölçüde ve âheste âheste netleşmekte ve belirginleşmektedir.

Aslında, hilkatte ilk ve icmâlî gaye bellidir; bu gaye insan, kâinat ve Allah gerçeği karşısında; iman, mârifet ve zevk-i ruhanî ufkuna ulaşarak insan olma farklılığını ortaya koymaktır. Böyle büyük ve mücmel bir planın tahakkuku ise, ancak ve ancak sistemli bir düşünce ve disiplinli bir aksiyona bağlıdır. Henüz tafsîlî düşünceye kapalı böyle basit bir ilk plan ve ilk hareket, düşünce ve aksiyon “salih daire”sinin (doğurgan döngü) ilk halkasını teşkil eder, sonra da, kalbin lâhûtî ufkuyla aklın hikmet maşrıkları arasında bir sürü salih daire yaşamaya başlar. Derken aksiyonlar daha komplike düşüncelere doğru geniş zaviyelere ulaşır, düşünceler de daha büyük projelere dönüşerek devam eder.

Hiç şüphesiz böyle bir sürecin en muhteşem üstadı, en güçlü rehberi, en bâriz karakteristiği de sağlam bir iman, şuurlu bir amel ve her amelde engin bir murâkabe anlayışıdır. Bu sayededir ki, herkesin gafletle, hatta pek çok kimsenin sarhoşça kendini içine saldığı pek câzip hayat cereyanları, bu vasıflara hâiz olanlara, hayatın gerçek mânâsını temâşâ imkânını veren birer rasathaneye dönüşürler. Çünkü onlar, düşünür; düşüncelerini aksiyona çevirir; aksiyonu yeni fikir çileleriyle derinleştirir ve her gün farklı bir doğumun sancılarıyla kıvranır dururlar; kıvranır durur ve ancak ızdırapla zonklayan beyinlerin doğurgan olacağına inanırlar. Evet onlar, şartlar ne kadar amansız, acılar ne kadar aşkın ve ruh ne kadar hafakanlar içindeyse, döl yatağındaki fikirlerin de o kadar güçlü, o kadar tutarlı ve o kadar çalımlı olabileceği inancındadırlar.

Bu itibarla da onlar, fikir sancısıyla oturur-kalkar.. varlığı her gün yeni baştan bir kere daha hallaç eder.. yerinde onu bir kitap gibi okur, yerinde bir meşher gibi temâşâya alır.. ve yerinde de iplik iplik örgülediği düşünce dantelasına nakşederler. Zaten, kâinat kitabının ruhundaki hikmet de hep bunu resmetmekte ve insanın yaratılış gayesi de hep bunu göstermektedir.

Her şeyden evvel üzerinde durulması lâzım gelen şu ki, var olma, mutlaka kadri bilinmesi gereken önemli bir nimet basamağıdır. Evet, mademki biz varız ve bizimle beraber, bizi alâkadar eden dünyalar dolusu nimetler de var; elbette bu nimetleri devşirme, değerlendirme ve onları daha başka nimetlerin basamakları hâline getirme de bize düşmektedir.

Öyle ise her şeyden evvel, bütün istidat ve kabiliyetlerimizi hem de son kertesine kadar bu istikamette kullanarak ve Kudreti Sonsuz’un isteyip dilemesine birer davetçi mesabesinde bulunan iradelerimizin ses ve soluklarını mırıldanarak, iradî varlıklar olduğumuzu mutlak ortaya koymalıyız. Zaten bizim vazifemiz de, bu engin varlık çağlayanı içinde kendi yerimizi, kendi sorumluluklarımızı, kâinat ve kâinat ötesi münasebetlerimizi düşünmek ve ruhî mantığımızı, varlığın perde arkası değerlerini araştıran bir hikmet kaynağı hâline getirmemizdir. Bunu yapabildiğimiz takdirde, kendimizi daha farklı duyacak, daha farklı görecek, daha derin hissedecek, derken bütün varlık ve hâdiselerin dilinin çözüldüğüne, bize bir şeyler anlattıklarına ve bizimle diyaloğa geçtiklerine şahit olacağız.

Eğer yanılmıyorsam, gerçek hayat adına yakalanması gerekli olan ufuk da işte budur! Biz kâinatın en önemli bir canlı aksesuarı, hatta ruhu, özü, usâresi; topyekün varlık da bu özün bir inkişaf ve inbisatı… Öyle ise denebilir ki, bizim asıl sorumluluğumuz, konumumuzun gerektirdiği bir zaviyeden, varlığın bütün satır ve sayfalarını okuyup değerlendirerek, ruhumuzun derinliklerindeki hikmet aktivitemizi ortaya çıkarmaktır.. çıkarıp ve dış yüzü itibarıyla doğmak-ölmek arasında ızdırap çekmekten ibaret olan cismanî yaşayışın dağdağalarından sıyrılıp, kalbî ve ruhî hayata vaad edilen mânevi enginliklerde tecellî ve zevk avlamaktır.

Aslında, bu elemli hayatı yaşamaya değer hâle getiren de, herhalde, bu fâni yolculuğun her merhalesinde, ayrı bir neşveye ulaşmak ve farklı bir lütfa mazhariyet olsa gerek. Bunu başarabilen kimseler, her an ayrı bir tecellî ile mest ve sermest; ruhlarının, tıpkı bir şiirin, bir mûsikînin kendi mecrâsındaki akışının cezbesiyle pürheyecan karar noktasına koşması gibi, haz yudumlayarak, zevk soluklayarak hep O’na koşarlar.

Evet, bizim için gerçek saadet, haricî tatminlere bağlı, gelen-kesilen, akan-duran saadet değildir; bizim için hakiki saadet, ruhumuzdan fışkıran, Allah münasebetiyle derinleşen ve Cennetle noktalanan ebedî saadettir.. evet, işte, içimizden taşıp dalga dalga bütün varlığımızı saran bu neşve bizim neşvemizdir. İçimiz İlâhî tecellilerin bir güzergâhı, vicdanımız bu tecellîleri avlamaya çalışan bir seherî, ömrümüz hep pusuda ve gözlerimiz tâli’imizin ufkunda en küçük emareleri teveccüh teşrîfâtıyla karşılarken, ruhlarımız da sürekli “Kadem bastın gönül tahtına Sultanım safâ geldin.” (M. Lütfi) neşideleriyle zevk ü şevkimizi seslendiriyor.

Bizim bugünkü nesilleri, böyle bir iman ve anlayışa, böyle bir yorum ve neşveye yükseltecek rehberlere ihtiyacımız var. Genç nesiller ancak, bu ufkun erleri arkasında koşarken, gençliklerini de, o gençliğin gaye ve hedefi çizgisinde doya doya yaşayacak.. ruhlarının sonsuzla bütünleştiği ufuklarda, fena ve zevâli aynı bekâ gibi duyacak.. ömürlerinin sâniye ve sâliselerine cihanların sığabildiğini hayretle temâşâ edecek.. ve her şeyin çehresinde ayrı bir ebediyet televvünü müşâhedesiyle ayrı bir bekâya erecek.. ve bu hayatın gerçekten yaşanmaya değdiğini anlayacaklardır.. anlayacak ve her şeyin kendi ruh semalarında tulû ve gurûp ettiğini müşâhede ederek, galaksiler arası seyahat ediyor gibi sürekli kendi derinliklerinde, sonsuzun temâşâ menfezleri arasında gelip gidecek ve bu fâni hayatı pek çok buudlarıyla birden yaşamaya çalışacaklardır.

***

Not: Bu hafta mescidimizde okunan Cuma Hutbesi, Muhterem Hocamızın Sızıntı Dergisi Temmuz 1997 sayısı için kaleme aldığı makaledir.