282. Nağme: Hazreti Ahmed Muhammed Mahmud (s.a.v.) ve Hammâdun Ümmeti

282. Nağme: Hazreti Ahmed Muhammed Mahmud (s.a.v.) ve Hammâdun Ümmeti

Kıymetli arkadaşlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, “…Ve Gaybın Son Habercisi” başlıklı makalesinde şöyle diyor:

“O, taayyün-ü evvel’den Ahmed unvanıyla insanlık ufkunun muhaciri; Mekke’den Muhammed namıyla Medine şehrinin misafiri; berzahtan Mahmud namıyla livâü’l-hamdin mihmandarı ve bütün esmâ-yı şerifesiyle Cennet ve Cemalullah’ın perdedarı, ruhânî âlemlerin feyz kaynağı ve cismâniyet âleminin de asıl cevheriydi.”

Bu paragrafta,

*Taayyün-ü evvel’den Ahmed unvanıyla insanlık ufkunun muhaciri

*Mekke’den Muhammed namıyla Medine şehrinin misafiri

*Berzahtan Mahmud namıyla livâü’l-hamdin mihmandarı

*Bütün esmâ-yı şerifesiyle Cennet ve Cemalullah’ın perdedarı

denilerek Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-enâm (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz’in farklı isimlerinin farklı âlem ve mevkıflere baktığı ifade ediliyor.

İşte, yine Kutlu Doğum Haftası’nı vesile yaparak muhterem Hocaefendi’ye bu paragrafı, o isimleri ve ilgili halleri sorduk.

Aziz Hocamız sorumuza cevap verirken özetle şu hususlar üzerinde durdu:

Efendimiz’in mübarek üç ismi olan “Ahmed”, “Muhammed” ve “Mahmud” kelimeleri “hamd” kökünden gelmektedir. Bilindiği gibi ilk iki isim Kur’ân’da zikredilirken, “Mahmud” kelimesi Efendimiz’in ismi olarak Kur’ân’da yer almaz.

Ahmed ism-i şerifi, taayyün-ü evvel hakikatiyle irtibatlıdır. Çünkü O; varlığın özü, usâresi, kâinatın mebdei, hilkat ağacının çekirdeğidir. Evet, “Allah’ın en evvel var ettiği, benim nurumdur.” beyan-ı nebevîsinin de işaret buyurduğu gibi O’nun taayyünü bütün varlığın ilki ve öncüsüdür. İlm-i ilâhide ilk icmali belirlenen, ortaya çıkan hakikat O’nun nurudur. İşte ziyası vücudundan evvel dillere destan olan Efendiler Efendisi’nin dünyayı teşriflerinden önceki unvanı Ahmed’dir (aleyhissalâtü vesselâmü milelardi vessemâ) ve bu hakikat de hakikat-ı Ahmediye’dir. Bu sebeple O, Kur’ân’da da geçtiği üzere, Hazreti İsa (aleyhisselam) tarafından, “Ahmed” ismiyle müjdelenmiştir.

Muhammed nam-ı celili, yerde gökte herkesin kendisine saygı duyduğu, medh u senada bulunduğu zat mânâsında, Rasûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliği, mesaj ve misyonuyla alâkalı ismidir. Başka bir ifadeyle Allah Rasûlü’nün (aleyhissalâtü vesselam) “Muhammed” ismiyle insanlık âlemine nüzulüdür ki, bu bizim adımıza şereflerin en büyüğü, O’nun adına bir tenezzüldür.

Mahmud unvan-ı kerimi ise, yerde-gökte övülüp methedilen, sena edilen zât demektir. Bu azim unvan, Peygamber Efendimiz’in ismi olarak Kur’ân’da yer almasa da, ezan sonrası okuduğumuz duada geçtiği üzere Sünnet-i Sahiha’yla sâbit bir ism-i mübarektir. Makam-ı Mahmud, mutlak mânâda İnsanlığın İftihar Tablosu’na has, hamîdiyet ve mahmûdiyetin bir araya getirildiği ulvî bir makamdır. Şöyle ki O (sallallâhu aleyhi ve sellem) Cenâb-ı Hakk’a karşı yerine getirdiği hamdiyle hâmid, gökte ve yerde övülüp medhedilmesiyle de mahmuddur. Evet O, hamd u şükürle kullukta bulunmuş, kulluk yaptıkça Cenâb-ı Hak tarafından övülmüş, övüldükçe mütemadiyen kulluk yapmış, Allah O’nu medih, O da Allah’a hamd etmiş ve neticede övülme ve övgüye mazhar olma makamına ulaşmıştır.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) bir hadis-i şeriflerinde, ahirette kendisine Livau’l-hamd’in verileceğini ifade etmiştir. Livau’l-hamd’e; hamd bayrağı, hamd sancağı denilebileceği gibi, hamd alemi de denilebilir. Çünkü alem, bir alamet ve emâre demektir ki, bayrak ve sancaktan daha öte bir mânâ ifade eder.

Dünyada Hazreti Ahmed ü Mahmud u Muhammed’in (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) rehberliğinde olan ümmet-i Muhammed, hayatlarını hamdle geçirdiklerinden dolayı, ahirette de Livau’l-hamd’le şerefyâb olacaklardır. Çünkü insan hangi yolda yürürse, varacağı istikamet de ona göre bir yer olacaktır. Bundan dolayı hep hamd etrafında dönüp duran, hamd güzergâhında yürüyen, sürekli hamd gören, hamd konuşan, hamd soluklayan, hamdle oturup kalkan kimselerin varacakları yer de Livau’l-hamd’dir.

Ayrıca, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), nazarları hamd makamına çevirerek ümmetine, “hammâdûn”dan (durmadan, sürekli hamd edenler) olmayı hedef göstermiştir. “Hammâd” kipi mübalağa sigasıdır. Yani şuur ve derinliğine inmeden, ara sıra “hamd”i hatırlayan ve sadece lafzî olarak “elhamdülillah” deyip geçen kimseler için bu siga kullanılmaz. Hammâdûn ümmeti öyle hamde kilitlenmiş insanlardır ki, Efendimiz’in (aleyhissalatü vesselam) dualarında da geçtiği üzere onlar yatıp kalkarken hep “elhamdülillah” der, oturur kalkar Allah’a hamd eder, hamdle nefes alır verir ve ömürlerini derin bir şuur ve idrak içinde hamd atkısı üzerinde örgülerler. Neticede, yaşadıkları gibi ölür, öldükleri gibi haşrolur ve ötede de Makam-ı Mahmud Sahibi’nin (aleyhissalatü vesselam) vesayetinde, Hamd Sancağı’nın gölgesinde toplanırlar.

İşte 19:03 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde sunacağımız bugünkü nağmemizde muhterem Hocamız hülasa ettiğimiz hakikatleri anlatıyor.

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla arz ediyoruz.