419. Nağme: Kurban, Hac ve İnsanlık Yetimleri

419. Nağme: Kurban, Hac ve İnsanlık Yetimleri

Kıymetli dostlar,

Aslında yarın Bamteli günü ve neşredeceğimiz enfes sohbet hazır. Pazar günleri “nağme” yayınlamak da âdetimiz değil.

Fakat muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi yaklaşık dört saat önceki hasbihalinde çok önemli mevzulara değindi; dinleyip istifade etmeye çalıştığımız mühim hakikatleri bekletmeden sizlere de ulaştırmaya karar verdik.

Aziz Hocamıza içinde bulunduğumuz hac ve kurban mevsimine ait ibadetlerdeki “taabbudîlik” ve “hikmetler” meselesini sorduk.

Hocaefendi, kurban vazifesini, bu vesileyle yola çıkan kurbet kervanlarını, dünyanın dört bir yanında yardım bekleyen müminlerin/insanların imdadına koşmanın önemini ve ister niyet isterse icraat fasıllarında dikkat edilmesi gereken hususları anlattı.

Zulüm ve gadrin, hacca gidecek insanların önlerini kesmeye kadar uzandığı günümüzde, adanmış ruhlar için yol âdâbını bir kere daha hatırlattı; ana damarlar tıkansa bile, alternatif damarların kullanılması gerektiğini kaydetti.

İşte Hocaefendi’nin sohbetinden satırbaşları:

*Bazı ahvalde bazı şeyler böyle terke uğradığı, manasını yitirdiği, bir yetimlik yaşadıkları dönemde bence onları o durumdan kurtarma… İşte o mevzuda hikmetler ve maslahatlardan bahsedilebilir. Mesela zekât verirsin, işte zengin fakir arasında köprüler oluşturursunuz. Fakirin zenginden, zenginin fakirden ayrıldığı dönemde Avrupa’da sosyal ihtilaller tarihi asırlarca sürmüş, insanlar birbirlerini yemiştir. Ve belli bir dönemde bu meseleye çare, çözüm diye bir reçete ortaya atılmış. Diyelim Marx tarafından, Engels tarafından. Ve belli bir dönemde 20, 30, 40 milyon insanın ölümüyle o sistem oturtulmaya çalışılmıştır. Zengin-fakir arasındaki o açıklığı kapamaya matuf. Oysaki İslam dininde zekât, değişik yerlerde Hazreti Pir de ifade ediyor, bir köprüdür adeta, zengin-fakir arasında bir köprüdür. İşte bu maslahatın anlatılması lazım.

Mukarrabîne Yakışır Şekilde Kurban

*Kurban da böyle zekât gibi sadaka gibi bir şeydir. Kurban vacip olan insanlar var. Yani bir insana bir tane kurban vacip. 10 tane de kesebilir. Efendimiz (sas) yaşı sayısınca kurban kesti orada. Ve günümüzde de Allah’ın izni inayetiyle bu yapılıyor yani. Belki evinin bütün efradı için mükellef değiller. Her birisi için birer kurban kesiyor. Bazen ikişer tane de kesiyor. Bazen üç tane de kesiyor. Sizin arkadaşlarınız içinde de belki 10 tane kurban kesen insan vardır. Şimdi bu meseleyi bu seviyede ele almak, daha seviyeli, mukarrabine yakışır, ebrara yakışır, sadıkuna yakışır, muhlisuna yakışır şekilde ele almak günümüzün ihtiyaçlarındandır bence.

*Dünyada yine bu zenginle fakir arasında mesafeler çok açılmıştır. Şimdi o Myanmar’ı düşünün yani. O insanlar düne kadar evlerinden sürgün ediliyordu. Mabetleri yakılıyordu, evleri yakılıyordu, çöle sürgün ediliyorlardı. Şimdi de biraz daha zorlama var. Bunlar tamamen o ülkeden dışarıya çıkarılma gibi. Yani Budizm’in böyle haşince insanlara muamelesini ne Vedalarda, ne Upanişatlarda görmedim yani öyle bir şey. Sizden olmayan, sizin gibi düşünmeyen insanlara böyle bir kahr-u bela kesileceksiniz diye bir şey görmedim. Fakat nasılsa yani birileri işte bu siyaset böyle, idare, hakimiyet mevzu. Dengeleri koruma orada çok zor oluyor. Orada çeşit çeşit mesavi irtikab ediliyor ve meşru görülüyor. Onlar da ihtimal öyle meşru görüyorlar onu.

Müslüman’ın derdiyle dertlenmeli!..

*Şimdi bu insanları görmezlikten gelmek şu hadis kategorisi içerisine girer; ‘Müslümanların dertlerini paylaşmayan onlarla, dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir.’ diyor. Bunun manası hakiki Müslüman değildir demek oluyor bu. Bu açıdan, Myanmar’daki insandan, Suriye’de gadre uğrayan insana, varsa Mısır’da gadre uğrayan insana kadar, Yemen’de gadre uğrayan insana, Irak’ta ezilip geçilen o insanlara kadar herkese el uzatmak birer mü’minlik vazifesidir bence. Bu açıdan da belki artırarak devam etmek lazım. Bunun manası anlatılması lazım. Bugün buna ihtiyacın şiddetli olduğu anlatılması lazım. Bu aynı zamanda bir mü’mince tavrın ifadesidir. O mü’minler adına heyecan duymanın ve onların ıstırabını paylaşmanın, onların âlâmını paylaşmanın ifadesidir. Paylaşmazsanız onlardan değilsiniz demektir. Bu açıdan da onun hakiki manasını öyle, arka planını, dayandığı dayanakları, maslahatları, hikmetleri, faydaları anlatmak iktiza eder.

*Namazı bile bilmeyene belki esasen namazın ruhundaki hikmetleri ve faydaları anlatmak lazımdır. Anlatacaksınız. Günde beş defa Allah’la ahd-ü peymanınızı yeniliyorsunuz. Günde beş defa huzur-u kalple mabede gelen, bir imamın arkasında saf bağlayan, kemerbeste-i ubudiyet içinde Allah’a karşı vazifesini eda eden bir insan dıştaki hayatını muamelatını da bir yönüyle ona göre dizayn etmeye bakar. Allah’ın huzurundan geldim, ben şimdi nasıl yalan söyleyeceğim? Nasıl bir kısım politikalara, hem de böyle Makyavelistçe politikalara gireceğim. Nasıl birilerini kandıracağım? Nasıl Kur’an-ı Kerim’in, “Birbirinize ad, unvan, lakap takmayın.” demesine rağmen, ben başkalarına lakap takacağım? Nasıl ben intikam duygusuyla hareket edeceğim? Nasıl birilerini bitirme adına ciddi bir gerilim içinde olacağım? Günde beş defa huzur-u kalple Allah’a inanarak geliyor. Onun karşısında el pençe divan duruyorsan, iki büklüm olup rükûa gidiyorsan, buradaki bu ahd-ü peymana tamamen aykırı olarak verdiğin sözden dönerek bir dönek olarak hayatını kirletiyorsun. İçtimai hayatını, ferdi hayatını, ailevi hayatını, siyasi hayatını, idari hayatını, ekonomik hayatını kirletiyorsun. Namazın böyle bir bağlayıcılığı var burada, günde beş defa. Demek ki, günde beş vakit camiye gelmekle biz kendimizi böyle bir rehabiliteye tabi tutma mecburiyetindeyiz. İnsani ve İslami kıvamımızı ancak bu sayede koruyabilmekteyiz. Yoksa Allah (c.c.) böyle ağır bir tekalifte bulunmazdı.

25:20 dakikalık bu ehemmiyetli sohbeti ses ve görüntü dosyaları halinde arz ediyoruz.

Dualarınıza vesile olması istirhamıyla…