465. Nağme: Yusuflarla Yeşeren Çöller ve Korku Marazı

465. Nağme: Yusuflarla Yeşeren Çöller ve Korku Marazı

Kıymetli arkadaşlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, sohbette özellikle şu konular üzerinde durdu:

*“Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı / Ben beni terk eyleyince gördüm ki ağyâr kalmadı.” (Niyazi Mısrî)

*İnsan, güneşe doğru yürür veya uçarsa, gölgesini arkasına almış olur; sırtını güneşe dönerse bu defa da gölgesinin arkasında kalmış olur. Bu itibarla gözlerimiz hep sonsuz ışık kaynağında olmalıdır. İman, ümit ve Allah’a teveccüh sayesinde aşılamayacak musibet yoktur.

*Levhalarda geçen sözlerden bir tanesi de şudur: “Allahım! Beni Sen’den uzaklaştıracak muvaffakiyetler verme bana!” Yani, istersen hezimet ver ama Sen’den uzaklaştıracak başarı verme. Çevirip şöyle de diyebilirsiniz: “Allahım! Bizi Sen’den uzaklaştıracak mükafatları, nimetleri bize verme!..”

*Bütün kulluklardan sıyrılıp gerçek hürriyete kavuşmanın yolu Allah’a kul olmaktan geçer. O’na kul olmayanlar şöhrete, makama, güce, iktidara, hâkimiyete… köle olma gibi elli türlü kulluğa takılıp kalırlar.

*“Zulmet-i hicrinde bîdâr olmuşum yâ Rab meded / İntizâr-ı subh-ı dîdâr olmuşum yâ Rab meded!” (Niyazi Mısrî)

*Gavsî ne hoş söyler: “Sen tecelli eylemezsin perdede ben var iken / Şart-ı izhar-ı vücudundur adîm olmak bana…”

*Basiretimizin önündeki perde ve hicapların yırtılması adına günde yüz defa

اَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ، وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ

desek sezâdır. Bu dua, “Allahım, –mahiyet-i nefsü’l-emriyesi itibariyle her neyse ve nezd-i uluhiyetinde neye tekâbül ediyorsa– hakkı bize işte o şekilde hak olarak göster.. bize bâtıl karşısındaki hakkı göster; o işin içinde hiç bâtıl olmasın ve ona tabi olmakla bizi rızıklandır!” demektir. Nitekim, zıdd-ı lâzımının zikredilmesiyle mesele tavzih edilmiş; “Bâtılı da bâtıl olarak göster ve bize ondan gereğince kaçınmayı lütfet” denilmiştir.

*Allah’la münasebet açısından kopukluğun bir lahzasına bile razı olmamak ve sürekli şu duada nazara verilen mülahazalarla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak lazımdır:

يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ، بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ، أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَلاَ تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ

“Ey her şeyi var eden hayat sahibi Hayy ve ey her şeyin varlık ve bekâsını kudret elinde tutan Kayyûm, rahmetinin vüs’atine itimad ederek Sen’den merhamet dileniyorum; bütün ahvâlimi ıslah eyle, her türlü tavır ve hareketimi kulluk şuuruyla beze ve göz açıp kapayıncaya kadar olsun, beni nefsimle başbaşa bırakma, sürekli kötülükleri emreden nefsimin acımasızlığına terketme!”

*Hazreti Yusuf’tan önce Mısır bir çöl gibidir, insanlar da tıpkı behâim şeklinde yaşamaktadırlar. İşte o hal adeta bir çağrı olmuş ve mesele gayretullaha dokunacak noktaya dayanmıştır: “Artık bu kadarı yeter!.” Ve Allah oraya bir Yusuf göndermiştir.

*Onlar payidar olsunlar: Bugünkü zindanları medrese-i Yusufiye haline getiren babayiğitler, mazlumlar, mağdurlar, mehcurlar, menfiler!.. Allah oraları onlar sayesinde medrese-i Yusufiyeye çevirsin. Girdikleri gibi çıksınlar. Çıktıklarında daha ciddi bir iman kıvamıyla çıksınlar.. onlara zulmeden insanları çıldırtsınlar!..

*Düşünün ki bir buçuk seneden beri bütün yabancı misyon şeflerini seferber ederek, “Amanın bunları yıkın, sonunu getirin!.” dedikleri; çok ciddi, kahredici bir tenkil (kökten kazıma) ve bütün hayır kapılarını seddetme mülahazasıyla bütün imkanlarını seferber edip çalıştıkları halde -vallahi billahi- bir termit kadar bile tahribatta bulunamadılar. Neden? Çünkü gidenler -Allah’ın izni ve inâyetiyle- gönüllere taht kurmuşlardı. Onları o gönüllerden söküp atmak mümkün değildi. Aksine -ayıp olur mu öyle bir şey desem?- kendilerini komik duruma düşürdüler; âlem gülüyor, “Allah Allah ne komik insanlar bunlar!..” diye gülüyor.

*Aldırmayın!.. Vazifeye devam!..

*Soru: “Sünnet-i Seniyye’de ‘Allahım cebânetten ve cimrilikten Sana sığınırım!” duasıyla şeytandan sığınıyor gibi ‘korkaklık’tan da Allah’a sığınmamız tavsiye buyuruluyor. Korku hissinin hikmet-i hilkati adına neler söylenebilir? Havf duygusunun zararlı olduğu haller nelerdir?”

*İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) temsil ettiği makam, konum, fonksiyon itibarıyla, hal abidesi olması ve kendi ufku açısından öyle diyor; korku ve cimrilikten Allah’a sığınıyor. Aslında böylece O bu şekildeki istiâzeyi bize tavsiye buyuruyor. Yoksa, haşa cebanet ve cimrilik O’nun hayallerine bile hiç misafir olmamıştır.

*O, kendisinden bir şey istenildiğinde, varsa verir, olmadığı takdirde de vaad ederdi. Bazen üzerine giydiği tek elbisesini bile isteyen olur, O da hiç çekinmeden hemen verirdi.

*Bir şahıs gelip O’ndan bir şey istemişti, Allah Rasûlü ona istediği şeyi vermişti. Bir başkası gelip istemiş, O yine vermişti. Başka biri istediğinde ise, verecek bir şey kalmadığı için Allah Rasûlü vaad etmişti; yani mal eline geçtiği ilk fırsatta ona verecekti. Hazreti Ömer bu duruma fevkalâde üzülmüştü. Allah Rasûlü’nün bu derece rahatsız edilmesi karşısında dizleri üzerine doğruldu ve “İstediler verdin. Bir daha istediler yine verdin. Bir daha istediler vaad ettin. Yani, kendini bu kadar eziyete sokma yâ Rasûlallah!” dedi. Ancak bu sözler, Allah Rasûlü’nün hiç hoşuna gitmemişti. Kaşlarının hafif çatıldığını gören Abdullah b. Huzâfetü’s-Sehmî ayağa kalkmış ve “Ver, hep böyle bol bol infak et ey Allah’ın Rasûlü, sakın Allah’ın Seni fakir bırakacağını ve Senden nimetlerini kesivereceğini zannetme!” demişti. İki Cihan Serveri tebessüm buyurdu ve ardından şöyle dedi: “İşte Ben de bununla emrolundum.”

*Mukteza-yı beşeriyet, insanda cübn vardır, buhl vardır, enaniyet hissi vardır, tama vardır, hırs vardır, haset vardır. Mahiyet-i insaniyeye, genlere bunlar işlenmiştir. Fakat her şeyin bir hikmet-i vücudu vardır. Cübn (korku) konmuştur insanın mahiyetine. Cebanet korkaklıktır, her şeyden ürkme demektir. Günümüzün ifadesiyle paranoya ve vehm gibi bir marazdır; hiç olmayacak şeylerden bile korkmaktır…

*Aslında her insanın mahiyetinde bu cübn, endişe duyma ve titreme hali biraz vardır ki bu duygu meşru müdafaa edilmesi gereken şeyleri koruma adına, insanın tedbir ve temkinde bulunması maksadına matuf olarak verilmiştir.

*Bugün elde ettiği şeylerle dünyada ebedi kalacakmış gibi çırpınıp duran ve bunun için sağa-sola tekme sallayan, yumruk sallayan insanlar, çok yakın bir zamanda içine yuvarlandıkları, yuvarlanacakları gayyada ah u vah edecek, gözünüzün içine bakacaklar!.. Size o gün onlara şefkatle, mülayemetle bakmak düşüyor, kin ve nefretle değil.. kine-nefrete, kinle-nefretle mukabele etmek değil!.. “Acınacak durumda, şefkat edilecek halde bulunan o insanların öyle bir çukura düştüklerini gördüğümüz zaman, Allahım, ellerinden tutma imkanını bize lütfeyle!..” deyip şimdiden kendinizi motive etmelisiniz.