488. Nağme: Sözde Değil Özde Müslümanlık

488. Nağme: Sözde Değil Özde Müslümanlık

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, özetle şunları söyledi:

Günümüzün dünyasında Müslümanlığın özünü görmek zor, her yanda şekil, suret ve söz hakim!..

*Müslümanca yaşamanın büyük ölçüde özü sıyrılıp gitti, sadece aramızda mevcut olan sözü kaldı; manası muhtevası bir yerde unutuldu; bizimle beraber takılıp arkamızdan gölgemiz gibi yürüyen sadece şekli ve sureti kaldı. Böyle derken, umum İslam toplumunu nazara alıyoruz; buradakileri tecrîme, ayıplamaya ve tahkire matuf söylemiyoruz. “Biz” derken koskocaman bir heyetten bahsediyoruz.

*Çok tekerrür eden bir mülahazamız var: Ezkaza sizler bir kilise ya da bir havra haziresinde neşet etseydiniz, sonra da bir rasathaneden veya çok uzakları gösteren bir dürbünle âlem-i İslam dediğimiz şu mezar-ı müteharrik bedbahtların diyarını seyretseydiniz, Müslümanlığı tercih, takdir, tebcil adına içinizde bir duygu uyanır mıydı? İnsaflarınıza soru bu!..

*Birbirini yiyen insanlar.. hak hukuk tanımayan insanlar.. kavînin zayıfı ezdiği bir ülke.. M. Akif’in ifadeleriyle, “Hayâ sıyrılmış, inmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde / Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde / Vefa yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bi-medlûl / Yalan râyic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl / Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş / Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türab olmuş / Mefahir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl / Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl!”

*Böyle bir manzarayı temaşa eden insanlar içinde sizin insafınıza soru: Siz olsaydınız; bir kilisede, bir havra çevresinde ya da Budizm, Şintoizm gibi farklı bir tarz-ı telakki içinde neşet etmiş bulunsaydınız, sonra iç âlemi itibarıyla bu dünyanın anatomisini size gösterselerdi; İslam dünyasını, şu birbirini yiyen, haram helal bilmeyen, adalet ve hukuk tanımayan, gücü ve kuvveti elde ettiği zaman zehirlenen, her türlü mesâvîyi irtikap eden insanların dünyasını, anatomisini tam görerek, temaşa etseydiniz -insaflarınıza soruyorum- bu istikamette, böyle bir tercihte bulunur muydunuz?

İnsanlığın batıl düşünceler içinde bocalamasının sebebi Müslümanlardaki hal ve temsil fakirliğidir!..

*Demek ki dünyanın bir kısım batıl düşünceler içinde bata çıka yürümesine sebebiyet veren İslam dünyasındaki hal fakirliği, temsil fakirliği, meseleyi özüyle kavrayamama fakirliği.

*İnsanlar hâle ve temsile bakarlar. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) bütün güzel sıfatları, amelleri, ahlakı derindir. Yerde durup gökler ötesi âlemle irtibatı, mesaj alması ve sizlere mesaj sunması -ki buna irsal ve tebliğ denir- derinlerden derindir. Fakat zannediyorum, O’nun temsilini tebliğinin yanına koysanız, o temsili kendi anatomisiyle tahlil etseniz, o zaman diyeceksiniz ki, “tebliğden daha derin bu!” Neyi söylemişse, ölesiye onu yaşamıştır. Neyi söylemişse… Mesela “Namaz kılın!..” demiştir ama kendisi on kat kılmıştır, ayakları şişinceye kadar yatmamıştır. Dilinden Allah’ın nâm-ı celîli hiç düşmemiştir, onu hep vird-i zeban etmiştir. Senelerce O’nu bu istikamet içinde gören insanlar “Yahu bu meselenin içinde binde bir taklit olsaydı, herhalde bir inhiraf görürdük. Bu istikamet gösteriyor ki, bu adam müstakim bir insan, sâdık bir insan!.. Bu istikamet gösteriyor ki bu adamın Allah’la irtibatı fevkalade kavî. Öyle bir hablülmetine sarılmış ki kopması mümkün değil!..” demişlerdir. Onun için gözlerindeki o aba u ecdadı taklidin, o gururun, o inhiraf bakışının perdeleri yırtılınca, Nasr Sûresi’nde ifade buyurulduğu gibi, İslamiyet’e fevc fevc dehalet etmişlerdir.

*Hal ve temsil gönüllere öyle bir aksediyordu ki “Vallahi bu adamın çehresinde de, tavırlarında da, davranışlarında da yalan yok!” dedirtiyordu. Gönülleri fetheden, imrenme duygusunu harekete geçiren işte bu hal ve keyfiyetti. Bizim yitirdiğimiz de işte budur.

*Onun için Türkiye’ye dıştan bakan insanların Müslümanlığı seçmesi düşünülemez. Zaten zannediyorum, koca devleti senelerce idare eden insanların gayret ve sa’yleriyle -devlet imkânlarını da kullandıkları halde- onlara bakan yüz tane insan Müslüman olmamıştır. Fakat adanmışlık ve vakıflık mülahazasıyla, işin esasını, sahabe yolunu, peygamber yolunu şöyle böyle, yarım yamalak taklit eden insanlar sayesinde pek çokları hakikate uyanmışlardır.

Mefkûre muhacirleri misyonerlikle değil, hal şivesi ve temsil dili sayesinde gönüllere giriyorlar!..

*Adanmışların yolu, misyonerlik, zorlama ve propaganda yapma değil; onlar hal şivesi ve temsil dilini kullanıyorlar. Hal, durum ve keyfiyetin şuaları ve tecellileri karşısında muhatapların nefsaniyet, hayvaniyet ve garize-i beşeriyeleri pes ediyor; insanlar bütün kendi değerlerini bir tarafa atıyor ve “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûluhu” diyorlar.

*Ayrıca, okullara iştirak eden insanların yüzde otuzu, otuz beşi Türkçe’yi, Türklerin konuştuğu gibi konuşuyorlar. Bu milletimiz adına dünya çapında çok büyük bir kazanımdır.

*Peygamber yolunda, özellikle ashab-ı kiram ve tabiîn-i izam tarafından hal ve temsil asliyet planında ve çok mükemmel şekilde cereyan etmişti. Bugün o mefkûre muhacirleri tarafından zılliyet planında, nisbî olarak ortaya konuyor; Müslümanlığın yarısı mı yaşanıyor, çeyreği mi yaşanıyor ama bir adanmışlık ruhu ve bir istikamet var. Onlar durdukları gibi duruyorlar; Allah (celle celaluhu) da devletlerin yapamadığı işi o bir avuç insana yaptırıyor. Hem de neye rağmen? Sizin arkadaşlarınızın açtığı o müesseseleri kapama adına ilan-ı harb etmiş ve seferberlik yapmış gibi, senelerden beri değişik kimselere tesir edip bütün yabancı misyon şeflerini bu işin üzerine sürmelerine rağmen!..

Gerekirse biz hepimiz birer birer veya toptan ölelim ama insanlık yaşasın!..

*Hala sağdan-soldan salim düşüncenin ifadeleri geliyor. “Yahu daha fazla okul açamıyor musunuz? Okul açtınız, niye üniversite, araştırma merkezi açmıyorsunuz? Niye ciddi laboratuvarlar tesis etmiyorsunuz?” diyorlar. Bir taraftan korkunç bir tahrip söz konusu; fakat bir taraftan da sahabe yolunun yarım, çeyrek veya onda bir temsiliyle ortaya konan işler fevkalade bir imrenme ve arzu uyarıyor Allah’ın izni ve inayetiyle.

*İnsanlar adanmış ruhların hallerine imreniyor ve faaliyetlerini artırmalarını istiyorlar. Çünkü işin içinde yalan yok, haramîlik yok, “çalma caizdir” deme yok, rüşvete “helal” deme yok, saraylar peşinde koşma yok, dünyaya tapma yok, şahsî ikbal ve istikbal düşünme yok!.. Onlar kendilerini adeta bir meçhul akıntıya salıyorlar; “Bize ne olursa olsun ama insanlığa onda biri olmasın! Biz hepimiz birer birer veya toptan ölelim ama insanlık yaşasın!” diyorlar. Yaşatmak için yaşama anlayışına bağlı bulunuyorlar. Zaten, yaşatmak için yaşayacaksak yaşamanın bir kıymeti vardır yoksa beyhude, abes yere yaşıyoruz demektir.