492. Nağme: Kalbin Solukları ve Şeytanî Hırıltılar

492. Nağme: Kalbin Solukları ve Şeytanî Hırıltılar

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şunları söyledi:

Kalblere Tesir Eden Sözden Ziyade Hal ve Gönül Derinliğidir

*İnsanlara karşı edep çerçevesinde hareket etmeyenlerin Allah’a karşı da edepli davranmaları düşünülemez. Şayet bir insan başkalarına karşı saygılı davranıyorsa, tavırlarına hürmet hissi sinmişse, edep onda bir hal halini almışsa, Allah’ın izni ve inayetiyle, onun o hal ile halledemeyeceği hiçbir problem yoktur.

*Edep ve temsil insanları, dilleri bilinsin-bilinmesin, hâl ve gönül derinlikleri sayesinde, ne demek istediklerini herkese rahatlıkla anlatırlar. Halkla içli dışlı olmaları bir yana, çekilip bir köşede iç murâkabelerini yaşadıklarında dahi hâlleri ve görüntüleriyle gönüllere korlar saçar ve ruhlarda bir sûr sesi gibi duyulurlar. Her zaman Hak’la irtibat içindeki bu dupduru insanların susması, bilemediğimiz bir sırla kalbî ve ruhî suskunluğa maruz kalmış kimseleri harekete geçirme adına âdeta bir komut gibidir. Onlar, gönüllerindeki mahfî hazineleri tavır ve davranışlarıyla ortaya dökünce, bir dilin susmasına bedel o anda pek çok dil birden çözülür, önyargısız müsait gönüller dinlemeye durur ve her yanda müthiş bir heyecan köpürmeye başlar. Selef-i salihîn efendilerimiz işte bu kalb soluklarıyla çevrelerine müessir olmuş ve gönüller fethetmişlerdir.

Günde Birkaç Kere Çark Edip Duran Kimseler Ancak Tiksinti Uyarırlar!..

*Maalesef bugün İslam dünyası imrendiren bir görüntüden çok uzak bulunuyor. Pek çok yerde terör bir ya da birkaç grubun işi olmaktan çıkmış, her yanda adeta terör devletleri hüküm sürüyor. Şayet Müslümanların çoğunlukta olduğu bir devlette hak, adalet, istikamet, engin bir temsil, iç derinliğinin dışa aksetmesi ve başkalarını imrendirecek bir hal güzelliği yoksa İslam’ın çehresi karartılıyor demektir. Dışarıdan bakanlar, “Ne diye yer değiştireceğiz ki?!. Ne değişecek ki?!. Bizde de var hırsızlık, onlarda da var, bizde de var haramîlik, onlarda da var. İslam yeni bir şey getirmemiş ki!..” derler. İnsanlığın İftihar Tablosu bile bu mevzuda töhmet altında kalır; O’nu bile sorgularlar. “Kur’an insanlığa yeni bir şey vadetmiyor ki!. Vadediyor olsa Müslümanların vaziyeti böyle mi olur?!.” derler. Şayet ellerinden Kur’an-ı Kerim’i bırakmayanlar, Ramazanlarda mukabele okuyanlar da rüşvet alıyorlarsa, bir villa karşısında satılabiliyorlarsa, dün doğru dedikleri şeyleri ertesi gün yalanlıyorlarsa, “Öyle değil de böyle!” diyorlarsa, her gün farklı bir mülahaza karşısında çark ediyor ve en profesyonel çarkçıları bile geride bırakıyorlarsa… Böylesine korkunç değişimleri, dönüşümleri, farklı halleri, farklı tavırları, farklı davranışları görünce dışta olan bir insanın midesi bulanır ve istifrağ eder!..

*M. Akif’in ifadesiyle, “Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde / Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde / Vefâ yok.. ahde hürmet hiç.. emanet lafz-ı bî medlûl / Yalan râiç, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhul. (…) Beyinler ürperir yâ Rab ne korkunç inkılâp olmuş / Ne din kalmış ne iman, din harap iman türap olmuş!”

*Yalan öyle revaç bulmuş ki, dün bir şey söylüyor, mesela “Ayın bir tarafı karaydı.” diyor, bugün “Hayır mordu!” diye tutturuyor. Çocuğu daha dünyaya gelmeden evvel bir tarih söylüyor, “O tarihte o çocuğum bana gelmiş, kapımı tıklatmış, bir şey asmıştı oraya; benden şunu istemişti!” diyor; bir başka zaman onu inkâr ediyor. Bir başka gün başka bir yalan söylüyor. İnsanın tabiatı tamamen yalanla örgülenmiş hale gelince, onun dışa vuruşu da farklı olmaz. Aksine, şayet tabiat sadakat örgüleri üzerine ince bir dantela gibi örgülenmişse, dışa vuran da o dantelanın göz kamaştırıcı keyfiyeti olacaktır.

Terör Örgütlerinin ve Terör Devletlerinin Kararttığı Dünyada Bir Işık Hüzmesi

*Allah’a şükürler olsun, sizin arkadaşlarınız bir ölçüde o hal, temsil ve kalbin solukları sayesinde gittikleri yerlerde müessir oldular. Gidilen yerlerin insanları, arkadaşlarınızın beş sene, on sene, yirmi sene ağızlarına bir arpa kadar haram koymadıklarını, yerinde bir ırgat gibi çalıştıklarını, yerinde mektepte muallim olduklarını, yerinde mütalaada bir rehber olduklarını, yerinde bir aile doktoru gibi aileleri gezdiklerini görüyorlar. “Bir sene böyle, iki sene böyle, üç sene böyle, beş sene böyle, on sene böyle; yahu insan on sene gerçek tabiatını bu kadar saklayabilir mi? On sene böyle nifak sergileyebilir mi?” diyor ve gönül kapılarını sonuna kadar açıyorlar. Bu dolayısıyla İslam’a, imana ve Kur’an’a sempati duyma demektir ve dünya barışı adına da çok önemli bir adımdır.

*Maalesef, terör grupları ve bir terör devletine dönüşen idareler İslam’ın mübarek, dırahşan, aydan daha parlak çehresini karartıyorlar. Bir dönemde Selefîlik adıyla, el-Kaide adıyla, sonraları IŞİD adıyla, Boko Haram adıyla, şimdilerde de Murabitûn adıyla İslam’ın nurlu simasına zift akıtıyorlar.

Mütehakkim Eşkıyanın Çarpık Mantığı: “Ya ölüm, ya bana benze!..”

*Bu terör örgütleri ve terör devleti halini alan idareler icraatlarıyla fevkalade yobaz, mutasallit ve mütehakkim. Herkesi kendilerine benzemeye zorluyorlar. İslam dünyasının pek çok kesiminde ve kendi ülkemizde de olduğu gibi, herkesi kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. “Seçenek budur: Ya ölüm, ya bana benze!..” Ya hayattan mahrumiyet, insanî değerlerden mahrumiyet, hürriyetten mahrumiyet, belki ailevî mahrumiyet ya da bana benzeyeceksin mülahazasıyla hareket ediyorlar.

*En tehlikeli şey, “Müslümanlığı yaşıyoruz, yaşatıyoruz!” diyen kimselerin, o Müslümanlıktan insanları kaçırmalarıdır. “Müslümanım” dediği halde haram yiyorsa, dün gecekonduda otururken bugün birkaç tane saray paylaşıp duruyorsa, filoları varsa, nasıl olacak bu iş?!. Var mıydı Hazreti Rasûlullah’ın, Hazreti Ebu Bekir’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın, Hazreti Ali’nin?!. Bunları görmeyip de İslam’ın mukallitlerine bakıp onları bir şey sanan insanların kör gözlerine, sağır kulaklarına ve insafsız mantıklarına balyoz gibi insin!..

Bir Toplum Ameli Terkedip Cedele Sarılmışsa Helak Yoluna Girmiş Demektir

*Mâruf-i Kerhî Hazretleri’ne isnat edilen (bazı kaynaklarda az farkla İmam Evzâî’nin olduğu söylenen) şu söz çok manidardır: “Cenâb-ı Hak, suiistimallerinden dolayı bir toplum için şerr murad ederse onlara amel kapısını kapatır, cedel kapısını açar.”

*Cedel; dilbazlık yapmak suretiyle, kelime oyunlarıyla bâtılı hak gösterme gayreti, hakikatleri ters yüz etme cehdi demektir. Cedeli illa da başka bir kelimeyle ifade etmek istiyorsanız, onun mânâsını karşılayabilecek en uygun kelime diyalektik ve demagojidir. Cedelin kaynağı ise, insanın kendini başkalarından üstün görmesi ve sürekli bir faikiyet mülâhazası içinde olmasıdır.

*Kalbi marazlı kimseler, diyalektik ve demagojiyi daha ziyade, başkalarını karalamaya matuf ve kendini tezkiye etme istikametinde kullanırlar. Biraz da makyavelist bir düşünceyle, kendilerince belirledikleri hedefe ulaşabilmek için her vesileyi meşru sayarak bu yola başvururlar. Onlar yalanı da, iftirayı da, gıybeti de, başkalarını karalamayı da meşru sayarlar. Hatta bir-iki şahsı değil, bütün bir heyeti, dahası o heyetle, o hareketle, o camiayla uzaktan alakası olan herkesi kuvvetli şüphe mülahazasıyla hain gibi görme/gösterme cinayeti işlerler.

Söz Götürüp Getirerek İnsanların Arasını Bozan Kimse Cennet’e Giremez!

*Müslim-i şerifte değişik rivayetlerde farklı şekillerde ifade edildiği gibi “Nemmam Cennet’e giremez!” Türkçemizde de “nemmam” tabirini kullanırız; daha çok, söz getiren, götüren, değişik söz üreten, o ürettiği sözleri değerlendirmeye emanet eden; şayet bunları kim değerlendirdiği zaman o sözü üretenin işine yarıyorsa oraya ulaştıran, mesela veliyyü’l-emre ulaştıran, sultana ulaştıran, şaha ulaştıran, şehinşâha ulaştıran kimse demektir.

*Nemmam kelimesi mübalağa kipi olması itibarıyla, o mevzuda kararlılık ve süreklilik ifade eder. Mesela, köşe yazılarında hep aynı şeyi yazıyor, başkalarını karalıyor. Birinin kulağına telefon koyduruyor, onun resmini de oraya koyduruyor; “Falanın kızının öldürülmesi için filan…” diyor. Eğer biri öyle demiş, öyle telefon etmişse, Allah onun yedi sülalesini yerin dibine batırsın!.. Yoksa, o hain, o alçak, o münafık insanları Allah yerin dibine batırsın!..

*Her şeye rağmen bize düşen vazife Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ederek, “Ya Rabbena, bu çağın gariplerinden olarak Sana halimizi arz ediyoruz; ey Gariplerin Sahibi, ey Mazlumların Sahibi, ey Mağdurların Sahibi!.. Halimizi görüyor ve biliyorsun. Senin durumumuzu ve vaziyetimizi bilmen bizi isteklerimizi sayıp dökmekten müstağnî kılıyor. Sahibimiz ol ya Rabbenâ!..” mülahazalarıyla dolu bulunmaktır.