507. Nağme: Kardeşlik Hukuku

507. Nağme: Kardeşlik Hukuku

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şu hususları dile getirdi:

İttifak hüdâdadır, hevâda ve heveste değil.”

*Herkes aynı hidayet çizgisini takip eder, aynı taleplerde bulunur ve aynı duyguları paylaşırsa, vifak ve ittifak adına artık ekstradan bir kısım argümanlar kullanmaya ihtiyaç kalmaz. Yürüdüğümüz yol birliği bizi hiç farkına varmayacağımız şekilde Cenâb-ı Hakk’ın murat buyurduğu istikamette tam bir vifaka ve ittifaka ulaştırır. Bugün ona şiddetli ihtiyaç var.

*Hazreti Bediüzzaman İttifak hüdâdadır, hevâda ve heveste değil.” diyor. Dalalet yolunda insanlar bir kısım menfaatler mülahazasıyla bir araya gelseler bile, o ca’lî ve sun’î birlik uzun ömürlü olmaz. Vifak ve ittifakın uzun ömürlü olması, hidayet yolunda olmasına bağlıdır. Ancak Allah’ın murad-ı sübhanisine uygun yürüme yolunda kalıcı bir vifak ve ittifak temin edilebilir.

“Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”

*Toplumda huzurun temini herkesin kendisine terettüp eden vazifeyi bihakkın yerine getirmesine ve fertler arasındaki sevgi ve hürmet bağlarının canlı tutulmasına bağlıdır. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا “Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr 15) buyurmuştur. Küçüklerimize şefkat etmeyen, onları bağrına basmayan, kucaklamayan, sıyanet etmeyen, ahiret ve ebedi saadetlerini de hesaba katarak gerektiği ölçüde onların üzerlerine eğilmeyen; büyüklerimize karşı da saygılı ve hürmetle dopdolu olmayan kimseler için, “Bizden değildir.” buyurmak suretiyle böyleleri hakkında oldukça ağır bir ifade kullanmış ve böylece bu meselenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

“Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşit vaziyetini takınamaz.”

*Büyüğe karşı saygılı olmak küçüğün vazifesidir fakat büyüğe düşen de şefkat, merhamet ve mülâyemetle küçüğün üzerine eğilmekle beraber ondan asla hürmet beklememektir. Evet, kimse kendisini diğerinden farklı görmemelidir. Bu çerçevede Hazreti Üstad Bediüzzaman’ın “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşit vaziyetini takınamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder.” ölçüsüne uygun hareket etmek çok önemlidir. Bu, yaşı başı, konumu, bulunduğu makamı baskı unsuru gibi görmeme, mütekabiliyet çizgisi içinde iş yapma ve yaptırma şeklinde de anlaşılabilir.

*Evet, kimse ben büyüğüm düşüncesiyle kimseyi kendisinin dûnunda görmemelidir. Manevî büyüklük, ilim açısından büyüklük, bir şeyler okumuş olma yönüyle büyüklük, yaş-baş itibarıyla büyüklük, insanların tayin, takdir ve büyük görmeleri zaviyesinden büyüklük; belediye başkanı, nahiye müdürü, ilçe kaymakamı, vilayet valisi, parlamenter, bakan, başbakan veya cumhurbaşkanı olma itibarıyla büyüklük… Bunlar -başkalarının onu büyük görmesi ayrı bir mesele- insanın kendisini büyük görmesine sebebiyet vermemelidir; çünkü öyle bir kabul bir kompleksin ifadesidir.

*Yavuz Sultan Selim, bir manada gerçek insanlığın yolunu göstererek şöyle buyuruyor: “Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş / Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş.”

“Acemlerin, büyüklerine ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın.”

*İnsanlığın İftihar Tablosu, büyüklüğüne ve faziletlerine rağmen (Hazreti Ali’nin dile getirdiği) كُنْ عِنْدَ النَّاسِ فَرْدًا مِنَ النَّاسِ “İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol!” düsturunu haliyle temsil ediyordu. Dolayısıyla ilk günlerde, çölden yeni gelmiş bir bedevî, bozuk bir üslup, çirkin bir eda, yakışıksız bir tavır ve kaba bir ses tonuyla “Muhammed kim?” diyebiliyor ve Efendiler Efendisi’ne, “Abdulmuttalib’in torunu” diyerek hitap edebiliyordu. Fakat bir gün geliyordu ki, herkes, O’nun kim olduğunu, konumunun neden ibaret bulunduğunu, Hak katındaki yerini ve Allah’la münasebetindeki enginliğini duyuyor, görüyor, anlıyordu. Kısa bir süreliğine de olsa, O’nunla oturup kalkanlar, O’nun söz incilerini derme fırsatı bulanlar hemen Rasûl-ü Ekrem’in boyasıyla boyanıyordu. Öyle ki, O konuşurken, Ashab efendilerimiz başlarında kuş varmış da onu kaçırmamak için hiç hareket etmemeleri gerekiyormuş gibi duruyor ve pürdikkat O’nu dinliyorlardı.

*Rehber-i Ekmel’e karşı saygılı davranmak sahabenin vazifesi, öyle bir saygı da O’nun hakkıydı. Evet, O (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), bir yere ayak bastığı zaman değil orada oturan insanlar, arzın altındaki çürümüş kemikler bile ayağa kalkmalıydı. Fakat İnsanlığın İftihar Tablosu, kendisi için toparlanılıp ayağa kalkılınca, “Acemlerin, büyüklerine ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın.” diyordu.

*Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslîmât), kendisi için ayağa kalkanlara “Acemlerin büyüklerine kalktığı gibi ayağa kalmayın!” dediği hâlde, Sa’d b. Muaz hazretleri meclise girerken “Efendiniz için ayağa kalkın!” buyurmuştur. O, bu mübarek beyanıyla, insanların onur ve haysiyetlerini koruma, özellikle de toplumun önünde yer alan insanlar hakkında itimat telkin etme ve halkın gönlünde onlara karşı hürmet hissi uyarma gibi hikmetler gözetmiş olabilir.

“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez / Toplu çarptıkça yürekler, onu top sindiremez!”

*Rehber-i Ekmel Efendimiz’in amcazadesi olan Abdullah bin Abbas hazretleri daha sağlığında “Hıbrü’l-Ümme” (ümmetin allâmesi) “Bahr” (ilimde derya) ve “Tercümânü’l-Kur’ân” (Kur’ân’ı bize intikal ettiren, ilâhî muhtevayı tercüme eden) gibi sıfatlarla anılan büyük bir âlimdi. Hazreti Ömer, ashabın yaşlılarından oluşan “Meşveret Meclisi”ne, yaşının küçük olmasına rağmen İbn Abbas’ı da alırdı. Hazreti Zeyd bin Sabit de sahabenin ileri gelenlerinden ve âlim bir zat idi. Bir gün, Zeyd b. Sabit, ata binerken, İbn Abbas, onun atının üzengisini tutmuştu. Zeyd b. Sabit de ona, “Ey Rasûlullah’ın amcasının oğlu, böyle yapma!” demişti. İbn Abbas, “Âlimlerimize böyle yapmakla emrolunduk.” mukabelesinde bulununca Zeyd b. Sabit hemen onun elini öpmüş ve şöyle buyurmuştu: “Biz de Rasûlullah’ın yakınlarına karşı böyle yapmakla emrolunduk.”

*Ne büyük küçüğüne karşı şefkatinden taviz vermeli, onu kucaklama mevzuunda ahesterevlik etmeli ne de küçük onu görmezlikten gelmeli. O ona karşı vazifesini bihakkın yerine getirmeli, o da ona karşı bihakkın vazifesini yerine getirmeli. Çünkü esas birliği bozan ve insanları çok yanlış, şeytanî yol olan ayrıştırmaya sevk eden sebep, bazılarının kendilerini fâik görmeleridir. Kendini büyük görmek bir zehirlenme ve bir nevi cinnettir.

*Farklılık, üstünlük ve bencillik gibi marazlardan doğup beslenen ayrılık duygu ve düşüncesi, bir milleti yıkan temel unsurların başında gelmektedir. Mehmet Akif’in “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez / Toplu çarptıkça yürekler, onu top sindiremez!” beyti de bu hakikati ifade etmektedir.

Katiyen ye’se düşmemeli, asla her şey bitmiştir dememeli ama bir ızdırap korosu oluşturup dua dua inlemeli!..

*Katiyen ye’se düşmemeli, asla her şey bitmiştir dememeli. Allah’ın bitirmediğini kimse bitiremez. Firavun bitirememiş ki başkaları da bitirsin.. Nemrut bitirememiş ki başka Nemrutlar da bitirsin.. Hitler bitirememiş ki başka Hitlerler de bitirsin.. bitiremezler!.. Fakat, başkalarının ızdırabını paylaşma, onu aynen yaşama, ağıt kesiyorlarsa beraber ağıt kesme, iştirak etme, ızdırap korosu oluşturma çok önemlidir. Aksine sevinçli bir hadise söz konusu ise, mesela bir dostumuz hacca gidip gelmişse, onun o sevincine ortak olma, bu defa da sevinç korosu oluşturma; hatta o sevinç, gözyaşı dökmek şeklinde icra ediliyorsa, ona o şekilde iştirak etme kardeşlik hukukunun gereğidir.

*Günümüzde bir bela ve musibet üzerimize çökmüşse, sürekli balyozlar inip kalkıyorsa, kimin başına balyoz inmiş olursa olsun, hepimiz onun ızdırabını ruhumuzda duymalıyız.. duymalı ve başımızı seccadeye koyup, “Allahım, buna bir son ver; zalimlerin iflahını kes, mazlumların imdadına lütfeyle, koş!” demeliyiz.

*Hazreti Pir’in dediği gibi, dua külliyet kesbettiğinde kabule karîn olur. Izdıraplar da külliyet kesbettiğinde muzdariplerin ızdırapları zâil olur; muztarların ıztırarları son bulur. Toptan inlemek lazım; toptan sevinmek lazım.

*Hatta siz, mesleğiniz ve meşrebiniz itibarıyla, Hareket’in felsefesi ve dünya görüşünün gereği olarak, bütün insanlığın, hususiyle İslam dünyasının ızdırabını ruhunuzda duymalı, onlar için el açıp yakarmalısınız. Teheccüdünüzü ve ondaki duanızı onunla taçlandırmalı ve seccadenizi gözyaşlarınızla ıslatıncaya kadar “Ne olur Allahım bahtına düştük, Sen Müslümanlara ferec ve mahreç ihsan eyle!..” diye yalvarmalısınız.