Rızkı Hudâ’dan Bilip Kula Minnet Etmeyenler (Binlercesinden Bir Örnek Aile)

Rızkı Hudâ’dan Bilip Kula Minnet Etmeyenler (Binlercesinden Bir Örnek Aile)

Masum bebeklere, müşfik annelere varıp uzanan bir zulüm var ülkemizde.

Öyle ki, yüzlerce bakıma muhtaç ve emzikli çocuk da esir bugün hapishanelerde.

Zalimler zulme doymadıkları gibi, diğer diller de lâl kesilmiş, dilsiz şeytanlar her köşede.

“Bağ bozuk, bağban yaslı, güllere hazân azap;

Yaz günü yaprakları solduran hicrân azap.

Düşmanlar düşman tamam, ona bir şey diyemem;

Can azap, cânân azap, her günkü yârân azap.

Yakmak için tek bir mum, çekilenler besbelli,

Söndürüyor rüzgârlar, savrulan harmân azap.”

Böyle bir atmosferde ne çok acı var ortak olunması gereken; ne çok dert var dillendirilmesi icap eden.

Ne var ki, o elemleri beş on dakikalığına kalbin bir köşesine emanet edip bir fedakârlık destanını nazara vermeye çalışacağım.

Yüzbinlerce günahsız, olmadık bahanelerle uzaklaştırıldı eşinden, aşından, işinden.

Zulüm kararnâmeleriyle on binlerce insan sorgusuz sualsiz atıldı mesleğinden.

Kimileri zindana tıkıldı, kimileri de bırakıldı dışarıda çaresizliğin kollarına;

Hatta kelepçeler takıldı mağdurların imdadına koşmak isteyen fedakâr ruhlara.

Fakat dünyaperest zalimlerin bilmediği/bilemediği bir husus vardı:

Hizmet gönüllüleri için şu mülahaza bir şiardı:

“Fakat bütün bunlar sizde katiyen sarsıntı meydana getirmemeli. Biz her birerlerimiz çarşıda pazarda demircilik yaparız, ayakkabı boyacılığı yaparız, şuna buna takke öreriz, çorap dokur satarız, Allah’ın izni ve inayetiyle bu işi devam ettiririz ve Allah’ın yanında olduğu, zahîr bulunduğu bir meseleyi, dünyanın bütün şeytanları toplansa, O’nun izni, müsaadesi olmadan engelleyemezler.” (M. Fethullah Gülen Hocaefendi)

“İnsanlara el açmak, hep gîrân geldi bize,

Mihrabı Hak olana bu türden gîrân azâp.

Tatmadık hiç kimseden minnet kokan bir ihsan,

Vicdanı hür olana, minnetli ihsan azâp.”

Bu hissiyatla;

“Rızkımızı veren Allah’tır!” dedi;

Tam inandı buna adanmış ruhlar.

Sa’y ü gayreti sırf vesile bildi,

“Vira bismillah”, işe koyuldular.

İşte, on binlerce müstağnî aileden bir misâl,

Yüz binlerce iffetli ve aziz fertten birkaç nümûne-i imtisâl

Ahmet Kurucan:

Özellikle Zaman gazetesindeki yazılarıyla tanınan ilahiyatçı, yazar.

Hayatını okumaya okutmaya vakfetmiş; senelerce Hocaefendi’nin rahle-i tedrisinde diz çökmüş; uzun yıllar Diyanet’te vaizlik başta olmak üzere değişik hizmetlerde bulunmuş bir ilim adamı.

Farklı programlar vesilesiyle Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde konuşmalar yapmış bir hatip.

Köşe yazıları, makaleler, tahliller ve kitaplar ile iz bırakmış velûd bir dimağ, semeredâr bir kalem.

Evet, ilmi ve kültürel birikimi zengin; fakat o, dünyayı bir misafirhane bilip fazla yük edinmekten kaçınmış müstağnîlerden.

Çalıştığı gazete barbarlarca kapatılıp yağma edildiği gibi, 15 Temmuz’dan sonra haramîler tarafından bütün müesseselere de çökülünce hem kendisi hem de pek çok yakını, dostu ve arkadaşı işsiz kaldı.

Söz konusu nefsi olsa, bir şekilde idare eder ve o güne dek olduğu gibi kendisini tamamen ilmî faaliyetlere ve Hizmet’e müteallik işlere verirdi. Ne var ki, hem kendi ailesinden hem de eşinin yakınlarından bir hayli insan mağduriyete uğradı.

Ahmet Hoca, birkaç tanışı ve refika-i hayatıyla yaptığı istişare sonucunda çalışmaya karar verdi. Altı ay kadar aralıksız boya, badana, tamir ve inşaat işlerinde çalıştı. Daha sonra ise bir halı deposunda işe başladı. O hâlâ aynı depoda çalışıyor.

Şu kadar var ki, akşamları sohbet, müzakere ve yazı ile meşgul olmaktan, Hizmet’e dair mesuliyetlerini edâdan ve hafta sonları gidebildiği konferanslardan da geri durmuyor.

Zehra Kurucan:

Ahmet Hocamın eşi,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de yeğeni.

Eğitim, diyalog ve hayır faaliyetlerinin müdâvimi.

Ailesinden bir hayli insan, hapiste, gaybubette ya da cebrî hicrette.

Kendisini çoktan unutmuş. Mağdur ve mazlumlara yardım etmek için işe koyulmuş. Önce bir mermer fabrikasında, sonra bir fırında ve akabinde bir kitapçıda her gün 12 saat çalışmış; ilk aylarda birinden çıkıp diğerine koşarak iki işyerinde birden alın teri dökmüş. Şimdi bir halı deposunda, haftada 6 gün onar saat çalışıyor. Ayrıca, havlu, bornoz, şemsiye, banyo perdesi gibi ürünler alıp İnternet üzerinden satıyor.

Bir aylık kazancıyla bir mağdurun imdadına, diğer ay bir başkasının yardımına yetişmek için çırpınıyor.

Ahmet Hocam ve Zehra ablam, çalışıp kazanmak ve mazlumlara yardıma koşmakla da yetinmemişler. Kendilerinden sonra hicret edenlere bir nevi ensâr olmuş, evlerini açmışlar. Şimdi Betül Hanım, Numan Bey ve Fazilet Teyze ile mübarek hanelerini paylaşıyorlar.

Betül Yiğit:

Hocaefendi’nin diğer bir yeğeni.

Zehra Kurucan hanımın da kız kardeşi,

Güzel bir neslin yetişmesi için kermes kermes koşmuş bir hayırsever.

Nihayet Mevlâ ona da hicret yolunu göstermiş; hayat arkadaşıyla birkaç aylık bir başka ülkede konukluktan sonra Amerika’ya gelmiş.

Gelir gelmez de işe başlamış; şimdi bir mermer fabrikasında çalışıyor.

Numan Y. Yiğit:

Hayatını eğitime adamış bir ilahiyatçı,

Senelerce eğitim kurumlarının sorumluluğunu üstlenmiş, talebeler yetiştirmiş; yurt içi ve yurt dışında yüzlerce seminer vermiş bir ilim adamı.

Şimdi, Hizmet gönüllüsü olarak vazife ve sorumluluklarını yerine getirme gayretinin yanı sıra, her fırsatta eşinin çalıştığı mermer fabrikasına koşup ona yardım ediyor; mazlumların mağduriyetlerini paylaşıyor.

Ve Fazilet Teyze:

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kız kardeşi.

Damadı Ahmet Hoca ve kızı Zehra hanımın evinde bereket vesilesi.

64 yaşından sonra bir nevi iş hayatına atılmış. Sipariş üzerine içli köfte, mantı, su böreği, sarma gibi yiyecekler hazırlıyor. Kazandıklarıyla, çocuklarından ve torunlarından başlamak üzere, mağdurların imdadına koşmak için çalışıyor. Evet, en önemlisi paylaşıyor; mazlûmiyeti, mağduriyeti, ızdırabı ve yükü paylaşıyor.

Bunlar sadece bir hanenin fedakârları.

Allah’a şükürler olsun ki, bu ruh hali ve gayret, Hizmet gönüllülerinin ortak paydaları.

Geçen gün kendi fıtratına çok ters bir işte mesai yapan bir arkadaşıma; “Falan kuruma bir insan lazım; orada çalışsanız!” dedim. Cevabı şöyle oldu: “Biz senelerdir bu ülkedeyiz; buranın şartlarını öğrendik. Şöyle böyle bir ekmek parası kazanırız. Fakat yeni gelen muhacir kardeşlerimiz var, onlar henüz buralara yabancı; orada onlardan biri istihdam edilse. Biz dışarıda çalışalım ki onların gurbet çileleri azalsın.”

Hâsılı, hizmet gönüllüleri çorap örüyor, taş kırıyor, ayakkabı boyuyor, tezgâhtarlık yapıyor ama kimseye minnet etmiyorlar; izzetlerini, iffetlerini muhafaza ile beraber alın teriyle iaşelerini kazanıyor; başkalarına da yardım için uğraşıyorlar. Bu arada Hizmet’e dair sorumluluklarını da müdrik bulunuyorlar. Zira onlar şuna gönülden inanıyorlar:

Allah’a ubudiyet, yaratılış gayemiz,

İnsanlığa hizmet, birinci vazifemiz

İşimiz/mesleğimiz ise, bir rızık vesilemiz.

Allah Teâlâ, Hakk’a adanmış ruhların her birini sürpriz nimetleriyle sevindirsin, helal rızıklarını bereketlendirsin; kötü nazarlardan ve muzır ins ü cândan muhafaza eylesin; ihlas ve istikâmetlerini devam ettirsin.

***

Not: Videoda kullandığım bazı görüntüleri, “Torunlarımıza hatıra kalsın!..” demek suretiyle muhataplarını razı edip çeken ve ısrarlarımız sonucunda bize de gönderen Zehra Kurucan Hanımefendi’ye teşekkür ederim.

Osman Şimşek