Haftanın Hadîs-i Şerîfi: İNSAN ALDANAN BİR VARLIK!

Haftanın Hadîs-i Şerîfi: İNSAN ALDANAN BİR VARLIK!
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Yaratılışındaki mahiyeti itibariyle, insana iyi ve güzel olanı tercih edebilecek istidat ve ihtiyar bahşedilmekle birlikte, iyi ve güzel olan hususlar ayân beyan ortada iken dahi kendisine çirkin ve zararlı olanı tercih ettirebilecek beşeri garîzeler ve zaaflar da verilmiştir. Muhterem Hocaefendi insanın mahiyetindeki bu zaaflarla alakalı şöyle buyurur:

“İnsan için en kestirme ve mânâlı tarif ‘İnsan, aldanan bir varlıktır.’ tarifidir zannediyorum. İnsan, sürekli ‘kaymalar sath‑ı mâili’nde yaşar. Öyle ki dün, İslâm adına en mükemmeli yakalayarak yaşamanın, bugüne –kısmen faydası olsa da– çok bir faydası yoktur. Evet, dün mârifet adına bir ufku yakalamış olabilirsiniz; ‘Bir adım daha atsaydım, O’na ulaşacaktım.’ diyecek ölçüde O’na yaklaşmış sayılabilirsiniz. Fakat bu ufkun, bugüne ait pek fazla faydası olmasa gerek. Öyleyse her gün O’nun yolunda yeni bir gayret, yeni bir ceht gereklidir ki, kendimizi koruyabilelim.”

Muhterem Hocamız’ın bu beyanlarından anlayabildiğimiz kadarıyla insan, Rabb’ine yakınlık adına sürekli kendisini kontrol etmeli, bu mevzuda daima temkinle hareket etmelidir. Fakat yukarıda da kısmen temas edildiği gibi, bu denli temkinle hareket etme dahi insanın doğru yoldan sapmaması adına çoğu zaman yeterli gelmeyebilir. İnsanın kendi kendine yetemediği bu durumlarda ise hak ve hakikat adına kendisini sürekli denetleyecek, doğru ve güzel olanı tavsiye edecek emîn nâsihlere (hayırhah, iyi ve güzeli tavsiye eden nasihatçilere) ihtiyacı vardır. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) mevzumuzla alakalı bir hadis-i şeriflerinde (Sahîh-i Müslim, Îman 95) şöyle buyururlar:

عَنْ تَمِيمٍ الدَّارِيِّ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ:

 «الدِّينُ النَّصِيحَةُ» قُلْنَا: لِمَنْ؟ قَالَ: «لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلِأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ»

Temîm Ed-Dârî (radıyallâhu anh) Peygamber Efendimiz’in (Aleyhissâlatu Vesselâm) “Din nasihattır.” buyurduğunu nakleder ve der ki: “Biz ‘kime (yahut kim için)’ diye sorduk. O da (sallallâhu aleyhi ve sellem ) ‘Allah’a, Kitabına, Rasulüne, Müslümanların (meşru) idarecilerine ve bütün Müslümanlara.’ buyurdular.”

Hadîs-i şerifte ifade buyrulan “nasihat” kelimesi lügat manası itibariyle “ ihlas, sadâkat, samimiyet” demektir. Ayrıca, “insanları iyiye ve güzel olana sevk etme gayesine matuf öğüt verme” manasında da kullanılmaktadır ki; dilimizde yaygın olarak tercih edilen mana da budur. Ulemâ tarafından İslam’ın dörtte birine denk geldiği kabul edilen bu hadîs-i şerifte, en dikkat çeken ifadelerden olan “nasihat” kelimesinin, İslam dini adına ne derece ehemmiyet arz ettiğini Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin şu beyanları enfes bir şekilde ortaya koymaktadır:

“İslâm’da müeyyidat denilen ‘cihad’, ‘emr‑i bi’l‑mâruf nehy‑i ani’l‑münker’, İslâm’ın koruyucu zırhı ve surları hükmündedir. Bunlar yapılmadığı zaman, İslâm binasının er veya geç yıkılması mukadderdir. İşte, nasihat, her yönüyle bu surların tamamını ifade etmektedir denebilir.”

Hadis-i şerifte zikredilen “Allah’a (celle celâluhû), Kitab’ına, Resûl’üne (sallallâhu aleyhi ve sellem), müslümanların meşrû idarecilerine ve bütün müminlere nasihat ” ifadelerini nasıl anlamamız gerektiğinin izahına gelince;

Allah İçin “Nasihat”

İmam Suyutî hazretlerinin yaklaşımına göre “Cenâb-ı Hakk’ın vahdaniyetine (birliğine) sağlam bir itikad ve ibadetler mevzuunda ise niyette hulûs (samimiyet)”  demektir. Yani; Cenâb-ı Hakk’ı kainatta mutlak güç ve kudret sahibi olarak kabul etmek, ibadetlerimizi yalnız onun rızasını umarak yerine getirmek ve bundan başka hiçbir mülahazanın bu düşünceyi kirletmesine müsaade etmemektir.

Kitâbullah (Kur’an-ı Kerim) İçin “Nasihat”

Kitabullah için nasihat ise; Onun Cenâb-ı Hakk tarafından nazil olmuş son mukaddes kitap olduğunu kabul edip, emirlerini yerine getirmek ve yasakladığı şeylerden de hassasiyetle kaçınmak demektir.

İmam Sindî hazretleri, İmam Nesai hazretlerinin Sünen’ine yazmış olduğu haşiyesinde şöyle bir yaklaşım ortaya koymaktadır: Kurân için nasihat; “kendisiyle amel etmek ve manasının anlaşılması noktasında heva ve hevesin güdümünden sıyrılıp ümmi (batıl düşünce ve fikirlerin kirletmediği, anadan doğmuş gibi tertemiz) bir zihinle ona yaklaşmaktır” demektir.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) İçin “Nasihat”

O’nun, (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah (celle celalühu) tarafından gönderilen son Peygamber olduğunu aklen ve kalben kabul etmek, emrettiklerini yerine getirme ve yasakladığı şeylerden de kaçınma mevzuunda mutlak bir hassasiyet sergilemek demektir.

Meşrû İdareciler İçin “Nasihat”

Hak ve hakikatin müdâfii oldukları müddetçe onları desteklemektir. Hakk’tan ayrılıp insanlara zulmetmeye başladıklarında, adaleti temin etmeleri gerekirken adaletsizliğin temsilcisi haline geldiklerinde, devletin malına “halkın malıdır” mülahazasıyla sahip çıkmaları gerekirken kendi mallarıymışçasına har vurup harman savurmaya başladıklarında, devlet malıyla şahsi servetlerini katlamaya başladıklarında vs. onları Hak ve hakikate dönmeleri adına uyarmak, gittikleri yanlış yoldan hak yola sevk etmektir. Yani; hilafetinin daha ilk hutbesinde Hz. Ömer el-Faruk Efendimiz’e -ki o cennetle müjdelenmiş elmas kıymetinde bir zattı- “Eğer Hak’tan saparsan seni bu kılıcımızla düzeltiriz!” diyebilecek kadar hak ve hakikat eri olmak demektir. Öte yandan insanları da kendi dünya ve ahiret maslahatları adına bu gibi yöneticilerin şerlerinden sakındırmak demektir.

İnsanlar için “Nasihat”

İnsanın şirkten korunması, harama ve günaha düşmemesi adına iyinin ve doğrunun kendisine hatırlatılmasıdır. Muhterem Hocaefendi bu hususu şöyle izah etmektedir:

“… İnsan, sürekli murâkabe hâlinde olmalıdır. Kasemle sizi temin ederim ki, ne zaman bir velinin önüne otursam, içimi görecek diye hep korkmuşumdur. O anda sohbette köpekten bahsedilse, “Acaba âlem‑i misalde benim hâlimi köpek gibi mi gördü de, ondan söz ediyor.” diye titremişimdir. İmam Rabbânî, bedenî yapısı itibarıyla kendisini “merkep” seviyesinde bile görmediğini ifade eder. Üstad, sürekli kendisini yerden yere vurur; “Sen, dine hizmet ediyorum diyorsun, bil ki, ‘Allah, bir racül‑ü facirle de bu dini teyit eder.’ Sen kendini işte o racül‑ü fâcir bilmelisin.” der. Gerçi tahdis‑i nimet gereği, Sözler’in güzel olduğunu söyler ama, ardından da Sözler’deki güzelliğin tamamen Allah’a ait olduğunu ilan eder. “Asma çubuğu, üzümleri sahiplenemeyeceği gibi, sen de, sende olan nimet‑i ilâhiyeyi sahiplenemezsin.” der. İşte, şirkten kurtulmak ve kazanma noktasında kaybetme çukuruna düşmemek için bu hususların insanlara hem de sürekli olarak hatırlatılması lazım…”

İşte, gerek İslam ve Kur’an’a hizmet hayatımız, gerek ferdî hayatımız ve gerekse de ictimai dünyamız ile alakalı hususlarda, insan asla “ben yanılmam, ben hata yapmam, ben sürçmem, her şeyin en iyisini ben bilirim, bir akıl verecek varsa o benim, nasihat edilecekse sadece ben ederim” vs. gibi şeytanın ve nefsin kötü nefesinin koktuğu bu türden tehlikeli mülahazalara girmemeli ve bu türden kirli ifadelerden yılandan çıyandan kaçarcasına kaçmalıdır.

Öbür taraftan kişi; hususiyle hizmet hayatı adına iyi niyetinden şüphe etmediği insanların nasihat, tavsiye ve yönlendirmelerine karşı lakayt kalmamalı ve bu nasihatleri hayatını hakkın muradına uygun bir çerçevede sürdürme adına bir fırsat bilmelidir. Çünkü insan kendisi ile alakalı değerlendirmelerinde çoğu zaman objekif davranamaz. İnsanın kendisi ve kendi fikirleri karşısındaki halini bir misalle ifade edecek olursak; “yap-bozun sadece bir parçasına bakıp bütün resmi o gördüğü parçadan ibaret sanan ve böylece resmin bütününü ıskalayan bir insanın o resimle alakalı değerlendirmelerinin kıymeti ne ise insanın da kendisi ve kendi fikirleri ile alakalı mülahazalarının kıymet-i harbiyesi odur. Oysaki gördüğü başka, hakikat ise bambaşkadır. O yüzden; nasihate açık ruhlar hem ilerledikleri yolun “güzergah emiyeti” adına, hem de kendi istikametlerini koruma gayesine matuf bu tür yönlendirmeleri lakaydiliğe düşmeksizin bir fırsat olarak değerlendirirler.

Muhterem Hocaefendi bu önemli hususa şu ifadeleriyle dikkat çeker:

“Nasihati dinlemeye gelen Allah için gelmelidir. Hatta kendisini sıfır ve hiç görmelidir. Eğer kendinde bir varlık hissederse, onun nasihatten gerektiği ölçüde yararlanması söz konusu olamaz. Evet, dolu kaplar başka şey kabul edemez.. kaya üzerinde tohum filizlenemez. Kalbler verimli topraklar gibi, zihinler de bomboş telâkki edilmeli ve tam bir tahliye ile arıtılmalıdır ki, nasihatten istifade edilsin. Böyle bir tahliyeyi yapamayan ve kendisini herkesten aşağı görmeyen, hatta nefsini yerden yere vurmayan birine Hazreti İsa da, Hazreti Cebrail de ve Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) de nasihat etse, faydalanması oldukça zordur. Mümkün değildir demiyorum. İbn Abbas, Hazreti Ömer’in hutbe okuyacağını duyduğu zaman, Mekke’de ise 500 km’lik yolu kateder ve bir gün öncesinden gelir minberin önüne otururdu. Evet, insanda nasihate karşı bu iştiyak olmalıdır ki, nasihatten istifade edebilsin.”

Nasihat etme konumunda bulunan insana gelince; O, nasihat ve öğütlerine asla hissiyatını karıştırmamalıdır. Nasihat sırf Hak rızası adına yapılırsa bir değer ifade eder ve ancak böyle olursa kendisiyle arzu edilen maslahat ve hayır temin edilebilir. Öbür türlü; meseleye duyguların veya ön yargıların karıştığı durumlarda ise, haset ve çekememezlik gibi insanın mahiyetine dercedilmiş olan garîzelerin harekete geçmesine kapı aralanmış olur ki; bu da, nasihatten elde edilmesi umulan hayır ve maslahatın önündeki en büyük engeldir.

Cenâb-ı Hak bizlere Hak üzere olan ve Hakk’ı tavsiye eden hakiki dostlar lütfetsin!..

Sefa Salman