Dünyayı Ahirete Tercih Edenlerin Çağı

Dünyayı Ahirete Tercih Edenlerin Çağı

     Dünyayı, dünyaya bakan, heva ve heveslerimize bakan yüzünden ötürü severseniz, onu bilerek ve isteyerek ahirete tercih etmiş olursunuz ki çağımızın en büyük marazı budur. Günümüzde dünyanın cazibedar güzellikleri çoklarının başını döndürüyor. İnanıyor gibi görünen kimseler dahi bütün kalbleriyle dünyaya bağlılar. Taparcasına dünyayı seviyor ve onu ahirete tercih ediyorlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanıyor, ömürlerini tûl-i emellerinin peşinde tüketiyorlar.

     Kalbi sımsıkı dünyaya bağlı yaşayan insanların ibadetleri şekilden öteye geçmez. İbadette önemli olan, kalbin Allah’la irtibatıdır. İnsanın delice O’na bağlanmasıdır.  Aşkla, heyecanla, yüreği çatlarcasına ibadet etmesidir. Dualarında, kalbinin iniltilerinin dile dudağa dökülmesidir. O’nun karşısında her şeyi yok bilmesidir. Fuzuli’nin lâl ü güher gibi şu sözü konu ile ne güzel denk düşüyor:

Dünya ve mâfîhâyı bilen arif değil,
Arif oldur, bilmeye dünya ve mâfîhâ nedir.

Kullukta İhlas ve Samimiyetin Önemi

     Güneş çıktığında gökte yıldızlar kaybolduğu gibi, gönülden Allah’a teveccüh eden kimsenin gözünde de dünyanın cazibedar güzellikleri silinir gider. Hatta böyle biri, zaman olur kendini dahi görmez.

     Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi çağımız, dünyayı, bilerek ahirete tercih edenlerin çağı ve ne yazık ki  camidekinin derdi de, Kâbe’ye gidenin derdi de, Arafat’ta el kaldırıp yalvaranın derdi de dünya. Dua ederken onların seslerine kulak verecek olsanız, taleplerinin genellikle dünyevî isteklerden oluştuğunu duyarsınız. Onlar dualarında dünyayı istemek şöyle dursun; ibadet ve kulluklarını bile dünyevi beklentilerine vasıta yaparlar. Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tabirleriyle, nice namaz kılanlar vardır ki, yorgunluk ve uykusuzlukları yanlarına kâr kalır; nice oruç tutanlar da vardır ki, açlık ve susuzlukları yanlarına kâr kalır. Oysaki kullukta esas olan, ihlastır, samimiyettir. Şayet siz, ikbal ve istikbalinizi, evlâd u iyalinizi, makam ve mansıbınızı, pâye ve şöhretinizi kulluğun içine sokarsanız, onu kirletmiş olursunuz. Ama ne acıdır ki çağ, dünyaya tapanların çağıdır ve bu tehlikeden uzak kalabilmek de çok zordur.

Dünyevileşme Tehlikesi ve Tedavisi

     Kur’ân-ı Kerim;

     “Gerçek şu ki, siz bu peşin dünya hayatına çok düşkünsünüz. Onun için ahireti görmezden geliyorsunuz.” (Kıyâme sûresi, 75/20-21)

     âyetiyle âdeta çağımızı resmeder. Günümüzde vebadan, taundan, cüzzamdan, AİDS’ten daha tehlikeli bir hastalık varsa o da kulluğu dahi kirletecek şekilde dünyayı birinci sıraya koyma hastalığıdır. Bu virüs kime musallat olsa onu yere serer. Böyle birinin ayakta kalması söz konusu olamaz. Allah’tan diler ve dilenirim ki, onca kötü insanın kötülüklerine ve engellemelerine rağmen Cenab-ı Hakk’ın bir tevfik-i ilahî olarak önemli hizmetlere muvaffak kıldığı adanmışlar bu virüsten azade kalırlar.

     Dünyevileşme girdabına kapılmamanın önemli bir yolu, gönlün yüksek gaye-i hayallere bağlanması ve yüksek idealleri realize etmeye kilitlenmesidir. Nâm-ı Celîl-i Muhammedî’nin her yerde dalgalanmasını bir mefkûre hâline getiren kimselerin, bunun çok aşağısında kalacak şeylere bel bağlamaları söz konusu olamaz. Zira böyle ulvi bir mefkure, dünyevî makam ve mansıplardan, hatta dünyada yüzlerce imparatorluk kurmaktan daha önemlidir.  Zat-ı Ulûhiyet’i isteyen, ahireti hedefleyen bir insan, dünyanın cismaniyet ve hayvaniyete bakan yüzüne ehemmiyet vermez, veremez. Cenab-ı Hakk’ın rü’yetine gözlerini dikmiş olanlar, gözlerini başka her şeyden sakınırlar. O’na müteveccih olan kimseler, teveccüh edecek başka kıble aramaktan vazgeçerler. Dünya bütün güzellikleriyle, parlaklık ve ihtişamıyla karşılarına dikilse, onlar onu buğulu, sisli, kirli bir şey olarak görürler. Belki de hiç görmezler.

     Allah Resûlü, dünyanın kıymet ve mahiyetini anlatma adına şöyle buyurur:

     “Şayet Allah katında dünyanın (zatî kıymeti itibariyle) sinek kanadı kadar bir değeri olsaydı, kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.”(Tirmizî, zühd 13; İbn Mâce, zühd 3)

     İşte dünyanın kadr ü kıymeti budur. Yüksek bir donanımla dünyaya gönderilen insan, ne diye böyle basit bir şeye talip olsun ki! O öyle bir şeye talip olmalı, öyle bir hedefe yapışmalı ki, onu ulaşılmaz zirvelere ulaştırsın, tahayyülleri aşkın nimetlere mazhar etsin. Gönlünü dünyaya kaptıran, dünya deyip oturan, dünya deyip kalkanlar ise ahirete ait bütün azıklarını dünya hesabına kullanmış ve gidecekleri ebediyet âlemlerine zâd u zahîresiz gitmiş olurlar.

Dünyanın Cazibedar Güzellikleriyle Başa Çıkma Yolları

     Dünyanın cazibedar güzelliklerine aldanmamak için yapılması gereken şey, Allah’la münasebeti sağlam tutmaktır. Dualarımızın merkezine Allah’ın teveccühünü, inayetini, maiyyetini, hıfz u himayesini, nusret ve yardımını koymalıyız ve daima “Allah’ım, Sana kavuşma iştiyakıyla kalblerimizi doldur.” demeliyiz. O’na olan imanımızı, yakinimizi, tevekkülümüzü, teslimiyetimizi, güvenimizi artırması adına yalvarıp yakarmaktan dur olmamalıyız. Ama bütün bunların O’nun hakkını eda etmeye yetmediğini bilmeli ve sözlerimizi O’na hakkıyla kulluk yapamadığımızın, O’nu hakkıyla bilemediğimizin, O’na hakkıyla hamd ü senada bulunamadığımızın itirafıyla noktalamalıyız. Belki de O’nun ululuğunu, kendi küçüklüğümüzü, ibadetlerimizin sığlığını itiraf etmemiz O’nun merhametine dokunur, rahmetinin vüs’atiyle münasebete geçer ve dolayısıyla da Allah, yapmamız gerekli olan ama yapamadığımız kulluktan dolayı meydana gelen boşluğu rahmetiyle doldurur.

     Ahirette Cenab-ı Hakk’ın teveccüh ve rahmetine, rıza ve rıdvanına mazhar olmak istiyorsak, bu dünyada hep onların peşinde olmalı, hep onları istemeliyiz. Hep söylediğimiz gibi, teveccüh, teveccühü celbeder. Biz bu tür mülâhazalarla dopdolu olduktan sonra, dünya kendini bize kabul ettiremez. Onun nimetleri karşısında başımız dönmez, bakışımız bulanmaz. Dünyayı, Allah Teala’ya ulaşma ve kavuşma adına bir vasıta, bir yol, bir koridor olarak kullanırız. Biz dünyaya böyle bakarsak, fani yüzü itibarıyla kömür veya toz toprak gibi değersiz olan dünya birdenbire yakuta, zebercede, elmasa dönüşür.