Karar ve Kanaat

Karar ve Kanaat
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Mahkeme kararı hakkındaki kanaatım
yakın ve uzak çevrem tarafından şimdiye kadar defalarca
soruldu. Şahsen ben bu konuda konuşmamaya niyetli
idim. Tıpkı mahkeme sürecinde olduğu gibi. Malum olduğu
üzere mahkeme süreci içinde çoklarının yaptığı gibi
ileri-geri de konuşmadım. Gerek kamuoyunu gerekse
mahkeme heyetini müsbet veya menfi etkileyecek sözler
sarfetmedim, tavırlar içine girmedim. Sadece kanuni
haklarımı kanuni yollara riayetle avukatlarım vasıtasıyla
kullandım. Hastalıklarımın da etkisiyle yanlış anlaşılabilecek,
yanlış yorumlara konu olabilecek her türlü tutum ve
davranıştan uzak kalmaya özen gösterdim. Yerli-yabancı
gazete ve TV’lerin röportaj tekliflerini kabul etmedim.
Yine yerli ve yabancı, hatta mahkeme öncesi girilen
diyalog sürecinde edindiğimiz dostlar dahil –hiç mübalağa
yapmıyorum- yüzlerce, binlerce kişinin ziyaret isteklerini
geri çevirdim. Aynı endişelerden hareketle telefon
konuşmalarımı dahi kısıtladım. Seslerini duyduğumda
gurbetteki hasret ateşime bir damla su serpeceğine
inandığım en samimi dostlarımın, en yakın arkadaşlarım,
en candan akrabalarımın dahi zaman zaman telefonla
konuşma isteklerini sineme taş basarak reddettim.
Siz bu hayata bir isim koyacaksanız iradi inziva ya
da iradi hapis diyebilirsiniz. İradi sürgün demek
belki en doğrusu. Altmışbeş yıllık hayatının en küçük
karesini bile halkın içinde geçiren bir insan için
bunun ne kadar zor ve tahammül edilmesi imkansız bir
şey olduğunu ancak benimle aynı hissiyatı paylaşanlar
anlayabilir. Ama ben bütün bunlara milletim için seve
seve katlandım. Allah’ın hakkımda takdir buyurduğu
kaderin cilvesi dedim, o cilveleri okumaya çalıştım.
Günahlarıma keffarettir deyip bu dönemi bir muhasebe
ve murakabe vesilesi bildim.

Ama madem bu kadar istek var, belki
bazı yakın çevremin ısrarla söylediği gibi Türk ve
dünya kamuoyunun da beklentileri var, öyleyse söyleyeyim;
ben hayatım boyunca ne bir şahsa ne de bir kuruma
ne asalak ne de tufeyli hiç olmadım. Harçlığımın olmadığı,
maaşımın yetmediği yerde borç aldım, karnımı öyle
doyurdum. Eğer borç alacak birisini bulamadıysam aç
durmayı tercih ettim. Müdürlüğünü yaptığım kurumda
talebenin hakkı dedim, kul hakkı dedim, sabununa bile
elimi sürmedim. Hiçbir kimseden, hiçbir kurumdan ulûfe
almadım, ulûfe beklentisi içine de girmedim. Allah’tan
başka hiç kimseye minnetim de olmadı.

Suç işlemedim. Bana isnat edilen
suçların hiçbirisini ama hiçbirisini işlediğime inanmıyorum.
Vatana ve millete, devletin sunduğu maddi-manevi imkanlarla
yaptıkları hizmetler ile övünüp, “Ben, ben” diye diye
etrafta dolaşanlardan çok daha fazla bu milletin,
bu vatanın varlığına, birliğine, bütünlüğüne, bugününe
ve yarınına hem de devletin o imkanlarına sahip olmadan
hizmet etmeye çalıştım. Ziya Paşa; “Ayinesi iştir
kişinin lafa bakılmaz” diyor. Sözü uzatmaya gerek
yok, yapılan işler ortada. Önce Allah’ın lutfu ve
inayeti, ardından milletimin samimi, fedakar, hasbi
insanlarının insanüstü gayretleri ile gerçekleştirdiği,
dünyanın dört bir yanına dağılan ve tarihte eşine
az rastlanır cinsten başta eğitim ve öğretim olmak
üzere hayatın değişik alanlarlarındaki faaliyetler
meydanda. Ama bunları tek başıma ben yapmadım; zaten
ne dün, ne de bugün ancak şeytana yakışır böyle bir
iddiada bulunmadım, yarın da bulunmayacağım. Bu işler
devletime danışılarak ve devlet büyüklerinin teşvikleri
ile yapılmaya çalışıldı. Bundan emin olabilirsiniz.
Defalarca ifade ettiğim gibi, önünde binbir barikat
geleceğine doğru yürüyen bu milletin yüzünü ak, alnını
açık edecek bütün bu işlerde benim rolüm, milletimin
bana verdiği hüsnüzan kredisini yine onlar hesabına
kullanmaktan ibaret oldu.

Her bir kuruşunda vefakar halkımızın
alın teri bulunan devlet imkanlarını suistimal edenlerin
elini kolunu sallayarak dışarılarda dolaştığı, skandal
skandal üstüne adı her türlü yolsuzluk, hilekarlık,
düzenbazlık, sahtekarlık vb… şeylere karışanların
el üstünde tutulduğu bir yerde benimle alakalı bu
davanın neticesi kamuoyu vicdanında beraat olarak
bekleniyordu. Kararı verenler işin aslını daha iyi
bilirler ama davanın açılmasıyla yaralanan, yıllardan
beri sürüncemede kalmasıyla da yarası derinleşen kamu
vicdanı ancak bir beraat kararıyla tatmin olabilir,
yarasını iyileştirebilirdi.

Evet, artık herkes biliyor ki, asıl
işi ben olan, beni suçlu göstermek, hakkımda mahkumiyet
kararı çıkması için ellerinden gelen her türlü gayreti
gösteren bazı insanlar var. Ama bu insanlar bilmiyorlar
ve anlamıyorlar ki bu hizmetlerin varlığı ve devamının
benim fani şahsımla bir alakası yok. Bunlar asırlarca
dünyada söz sahibi olmuş bir milletin içinden nebean
eden duygu, düşünce ve inancın yeniden harekete geçişinin
bir göstergesi ve sonucudur. Bu ruh korunduğu müddetçe
de bu faaliyetler katlanarak devam edecektir.

Ben kalb, şeker, yüksek tansiyon
başta, daha onlarca hastalıkla hayatının son demlerini
yaşadığına inanan bir insanım. Kabre bu kadar yaklaşan,
yaklaştığını hisseden, ötelere iman ile dopdolu bir
kalbe sahip olan her insan gibi benim de tek amacım,
bu günlerimi Rabbimin rızasını tahsil istikametinde
değerlendirmekten ibarettir. Bu açıdan işin aslını
isterseniz, karar beraat olmuş veya mahkumiyet olmuş;
mesele Allah rızası olduktan sonra çok da önemli değil.
Ama yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi yaralanan
ve mutlaka tamiri gereken bir kamu vicdanı vardır.
Mevcut kanunlar muvahecesinde ispatı yapılamamış sözde
suç vardır. İspat ya da itiraf ile tesbiti yapılamamış
suça beraat vermemek herkesin bildiği; “Aksi ispatlanana
kadar her şahıs masumdur” hukuk kaidesine aykırıdır.
Bu açıdan inanıyorum erteleme kararına avukatlarımın
yapmış olduğu itiraz Devlet Güvenlik Mahkemesinin
yetkili hakimleri tarafından tekrar dikkatlice incelenecek
ve adaletin tecelli ettiğini gösterecek bir kararın
geç de olsa verileceğini ümit ediyorum.